- 339 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİ İLE BAŞLAYALIM
01.
BİR ŞİİRİN YORUMU
ÇİLEYİ BAL ETMEK İÇİN
Allah sağlık versin imanla kula;
Sevgiyi dosdoğru ekersen olur.
Bebekken girmeli bu kutlu hale
Gözden göze aşkla bakarsan olur.
SEVGİ İLE BAŞLAYALIM
Allah’tan sağlık isterken sadece beden sağlığı değil; ruh, akıl, bilinç, idrak edebilmek ve özellikle verdiğimiz sözü hatırlayıp Allah’a şüphesiz bir tarzda inanmak; yani iman edebilmekte çok önemlidir. Yüce Allah doğumdan ölüme kadar bizim hareket ve davranışlarımızı kendi aklımızla yönlendirme konusunda serbest bırakmış ama her fiilimizden, her davranışımızdan, her sözümüzden dolayı sorumlu tutmuştur. Bu dünya hayatı bir ekin tarlasına benzetilmiş ve ne ekersen onu biçersin şeklinde formüle edilmiştir. Her insan ayrı bir şekilde bu dünya hayatında imtihan edilmektedir.
Allah sağlık versin imanla kula derken; buradaki sağlık terimini hem akıl, hem ruh, hem beden için toptan kullanıyoruz. Bunların en başında ruh ve akıl sağlığı gelmektedir. Ruh ve akıl sağlığı herhangi bir olumsuzluk içerdiği zaman; beden de, kendisi de, aile de, cemiyet ve toplum da her yönden çok olumsuz etkilenmektedir. Tedavisi de gayet zordur. Beden sağlığında herhangi bir sorun varsa; görme, işitme, hareket etme, yürüme ve benzer sorunlar olsa bile akıl sağlığı yerinde ise; o insan topluma ve hatta üretici - yapıcı bir şekilde hizmet konusunda kazandırılabilir. Bu konuda bir bilim adamı, şair, yazar, sanatçı, politikacı, tüccar gibi ünlüler hakkında örnekler herkes tarafından bilinmektedir.
Ruh ve beden sağlığı konusunda derinlemesine olmasa da birşeyler yazdık. Bir insanın insan olabilmesi için elbette ruh ve beden konusunun olumlu ve olumsuz etkileri olabilir. Eğer o insan nefs denen istek, arzu, benlik, anlayış, kıskançlık, kin kibir, cimrilik, eza cefa eziyet etme … yönlerini ıslah edip, düzeltmezse; olgun ve güzel insan olması çok zordur. Bütün bu soyut yani maddi olmayan soyut hasletlerini düzeltirse; ortaya uyumlu, herkesle barış içinde yaşayan, seven, sevilen, kimseye ve çevreye zarar vermeyen bir güzel insan ortaya çıkar. Hepimizin önce bizzat kendimizde başlamak üzere istediğimiz hasletler de budur. Buna anahtar kelime olarak “güzel ahlak” diyoruz. Kimisi güzel huy, karakter, ar, edep … gibi kavramlarları kullanabilir. Bütün bu güzel şeyleri uyumlu ve olumlu olgun bir hale getirmeye de “ terbiye” denir.
İnsanlar, olgun ve güzel olma yolunu, eğitilip geliştirilerek, yetenek ve becerilerini her yönden bilgi ve tecrübe ile desteklerlerse amaca ulaşabilirler ve hem kendilerine, hem de çevre ve bütün insanlığa faydalı olabilirler. İnsanın gelişmesi bu kavramın içinde hem yetenek ve bilgisiyle, becerisi ile olur; bu tür gelişmiş insanlara; alim, bilgin, üstat, öğretmen, filozof, hoca, molla, tekniker, usta gibi daha başka unvanlardaki verilebilir. Bunlar uluslararası üne sahip olurlar. İbni Sina, El Buruni, Galileo, Newton , Edison, Alfred Nobel, Einstein, Pastor gibi bilim insanları ya insanları rahat, huzurlu, sağlıklı hayatlarını sürdürecek şeyler keşfetmişler, ya da dinamit, bomba, zehirli gaz ve tehlikeli virüsler geliştirip; sonunu getirecek, her zaman gözyaşı dökecek icatlar bulmuşlardır.
Eğitimin bir kademesi olan yetenek, beceri geliştiren bölümünü; çocuk yaşta başlayarak anaokulunda, ilk ve ortaokulda, lise ve yükseköğretimde elde edebilirler. Aynı askeriyede bir şeyi tekrar tekrar yaparak yapılan eğitime talim diyoruz. Görerek ve deneye deneye öğrenme noktası ailenin dışında her yerde olabilir. Bir yerde kalem tutar, pense tutar, keser veya çapa tutar, hatta askeriye de silah tutar. Tutmuş olduğu bu nesne ile tekrar tekrar yapıp, bir konuda beceri kazanır. Burada bilgi, onun talim ettiği noktalarda becerisini, görüş alanını, savunma gücünü, elde etme yeteneğini geliştirir. Bu noktaları talim eden insan, toplumda belli bir yere gelebilir, sahip olduklarını çoğaltabilir, her türlü gücünü arttırabilir. Bu tür eğitim insanın değiştirir ama diğer insan ve çevresiyle uyumlu, huzurlu ve barış içinde yaşaması için ikinci bir eğitim de şarttır.
“Talim ve terbiye” gerçek anlamda bizde ki milli eğitimin adeta formüle edilmiş başlığıdır. İçinde yaşadığımız Almanya’da da “Erziehung und Bildung“ yani talim ve terbiye olarak geçer. Talim konusundaki düşüncelerimizi bir önceki paragrafta çok yüzeysel olarak izah etmeye çalıştık. Şimdi ise anahtar başlık olan kelimenin ikincisine gelelim. Bu kelime “terbiyedir” ve güzel ahlakın, karakterin oluşmasında önemlidir.
Şu andaki ülkemizde ve yaşadığımız yerlerdeki insanların geçimsiz, nefret dolu, bencil ve huzursuz olmasının en büyük etmeni ise “terbiye” noktasıdır. Elbette insan yavrusu terbiyeyi önce ailesinden alacaktır. Birinci derecede terbiyeden ana baba ve yakın aile bireyleri sorumludur.
Peki aile fertleri bu görevlerini yerine getirebiliyorlar mı? Çağımızda bu soruya yüzde yüz olumlu cevap veremiyoruz. Bunun olabilmesi için aile fertlerinin arasında bağların doğru ve sağlam, mesafelerinde adeta kalkması lazım. Ne yazık ki zamanımızda aile fertleri birbirinden ya kendi istekleriyle, ya da hayat şartları yüzünden uzaklaşmışlar. Paraya ve lüks hayatı dayalı olan tüketim toplumuna dönüşmesi, insanları, acımasız, bencil, merhametsiz, başkasının derdiyle ilgilenmeyen adeta makina insan ya da robot haline getirmiştir.
Çağımızın insanı, dünyanın bir yerinde doğal afetle boğuşan, ya da bir başkasının işgaline uğrayan beldelerin uçaklar bombalarken, hastalıkları siyasi amaçları için yaygınlaştırıp korku senaryolarını sahnelenişini sıcak odasında otururken ekrandan izliyor. İzledikleri onun vicdanında bir sızlanma meydana getirirse de üç beş kuruşluk yapacağı yardım ile rahatlıyor. Dünyanın küçük bir kısmı bu işin kaymağını yerken, büyük çoğunluklar tarafından deşifre edilmesin diye basın yayın ve sosyal medya ile algı operasyonları yapıyorlar. Güya aydın ve hümanist insancıl geçinen birisi, ekranda gördükleriyle vicdanı sızlasa da sabah kalktığında işyeri olan silah fabrikasına gidip üretime katkıda bulunuyor.
Sözün kısası, başkalarını her türlü şekilde ezerek; mutlu azınlığın rahat yaşaması ve insanlığa zulmetmesi medeniyet - uygarlık ve kalkınmışlık, bilimsel gelişme değildir. Merhamet ve sevgi medeniyeti olmadığı müddetçe, dünya barışını kurmak çok zordur.
Terbiyenin temelinde aşk, sevgi, sevda vardır. İnsan sevgiyi önce anne babasından, nine ve dedesinden, kardeş ve akrabalarından öğrenir. Şehirler, kentler, mega kentler ve özellikle dikey mimari geliştikçe; sevgi bağları zayıflar; her şey zaman ve maddi giderler ile ölçülür. Küçük yerleşim birimlerinde aile sadece ana baba, kardeşler ve nine dededen meydana gelmez. Aynı kan bağından ve hatta aynı inanç, ya da siyasi - sosyal gruptan olmasa bile komşudur, komşularda bir nevi aileye dahildir.
Bulgaristan’dan gelmiş olan bir Bulgar meslektaşım, “Bulgaristan’da Türk komşularımız ile evlerimizin bulunduğu bahçeler bitişik olunca, iki evin arasındaki bahçe duvarının bir yerinde bir kapı bulunur. Bu kapıya “komşuluk kapısı” denir ve kilitlenmez. Bir şeye ihtiyacınız varsa; sokağa çıkmadan bu komşuluk kapısından geçip ihtiyacınızı görürsünüz. Dikey mimaride yirmi beşinci katta bu işlemi nasıl yapabiliriz? Komşu bu şekilde kapıdan geçerek o anda yanında olmadığımız çocuğumuza telkinde bulunabilir, hoş olmayan bir şeyi önleyebilir, bir yanlışı düzeltip, hatta o andaki maddi sıkıntıyı kaldırabilir. Eğer bu ve benzeri şeyleri o komşu yapmazsa; diğer komşularda görevini yapmayınca adeta toplumdan dışlanmış gibi olur.
Terbiye sevgi ile başlar. Sevgi filmlerdeki gibi içi boş kullanmamak gerekir. Sevgiyi, sevgi kelimesinin içini fedakarlıkla, emekle, akıllı davranışla, insani ve vicdani fikirlerle doldurup empati yaparak (hal diliyle) doldurmak gerekir. Sevgi emek ister ama “ben merkezli” emek sevgiye ve sevgiliye zarar verir.
Sevgi, yerinde ve uygun bir tarzda kullanılan; gönülü açan dosdoğru niyetli bir dildir. Onun için anadilimizi, ya da iletişim dilimizi çok iyi ve yerinde bilmeliyiz. Sevgi dilinde, kin kibir, öfke, hakaret, yalan, nefret ve iftira olmaz. Sevgi dilinde dürüstlük, doğruluk ve Allah’a her an hesap vereceğim diye bir sorumluluk olması gerekir.
Sevgi, saygı demektir. Sayan insan, bana ait olacaksın diye ben merkezli saymaz: Allah’a olan inancıyla hür vicdanıyla sayar. Saygının olduğu yerde düzensizlik, curcuna ya da kaos olmaz. Saygı varsa eşitlik, kardeşlik ve bir nizam da vardır. Saygının olduğu yerde gürültü olmaz ve söylenen her şey veya sohbet iyi anlaşılır, sohbet böylelikle muhabbete dönüşür. Hele hele edepli ve bilinçli saygı, barışı, huzuru getirip insanlar arasında mutluluğu ve güveni artırır.
Sevgi, aynı zamanda karşıdan veya kendisinden bir tehlike zuhur etmeyeceğine dair esenlik içinde emin olunup bireyin ve toplumun zarar görmesini sağlar. Bütün bunların temelinde önce muhatabımızla aynı sevgi dilini konuşmak gerekir. Sevgi dilini de bebeğin minicik yüreğine gözlerinizle, sözlerinizle, güler yüzünüzle gerçek özünüzle ekerseniz terbiyeyi büyük bir miktarda başarmış, çağımızda bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu gerçek bir bireyi yetiştirmiş olursunuz. İleriki bölümlerde bu konuya daha çok yer vereceğim.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 17.02.2023