- 942 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Devlet, Laiklik Din ve Atatürk
Devletin Dine Bakışı :
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kurulan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti, İslamiyet’in en güzel yaşandığı ve en güzel yorumlandığı modern bir ülkedir.
3 Mart 1924 tarihinde yapılan bir oturum ile hilafetin ve Evkaf-ı Şerriye Vekâletinin kaldırıldığını, bunun yanı sıra Tevhid-i Tedrisat kanununun (Eğitim Birliği Yasası) kabul edildiğini hepimiz bilmekteyiz. Geçen süreç içinde bu kararların ne kadar haklı olduğu apaçık yaşanarak görülmüştür.
Devletin dini yoktur, çatısı altında bulunan bütün dinsel farklılıklara eşit mesafeden bakar ve ayrım gözetmez.
Laiklik :
Laiklik, genel tanımı ile – devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır. Devlet ile toplum işlerinin akla ve bilime dayandırılmasıdır. Toplum içindeki dinsel farklılıkların çatışmasını engellemek için bir kalkandır. Kaldı ki, tarihte gerek Hıristiyan gerekse Müslüman toplumlarda dinsel farklılıklar nedeniyle yaşanan bir çok katliam, baskı ve çeşitli şiddet örnekleri mevcuttur. Oysa laiklik sistemi, hiçbir dinsel mensubiyete ayrıcalık tanımayacağından, olası karmaşaların yaşanmasından önce alınabilecek en etkili önlem özelliği taşır.
Laiklikte Amaç :
Laiklikte amaç, dini baskı altında tutmak değil, din adına yapılan baskı ve zorbalığı saf dışı bırakmaktır. Bireylerin akli yaklaşımlarını iman karşısında özgür kılmaktır.
Dinsel farklılıkların bir arada ve barış içinde yaşamasını sağlamak ve gerek iç gerekse dış siyasette ortaya çıkan gelişmelere akli ve bilimsel çözümler getirebilmektir.
Tarikatların Laikliğe Bakışı :
Tarikatların farklı yorumları ile dini tekeline alma çabalarının altında yatan en büyük sebep, etkin nüfuz sahibi olma ve daha geniş kitleleri etkileri altına alarak ileride siyasi baskı oluşturabilecek güce erişmektir.
Mevcut sistemde, böyle bir girişime en büyük engel olarak laikliği gördüklerinden, her fırsatta inançlı fakat eğitimsiz insanlar arasında laikliği dinsizlik gibi yüzeysel tanımlamalarla anlatarak, laikliğe karşı bir alt zemin hazırlamaktadırlar.
Dini inancın özünü ötelemek için ise sıkça başvurulan yöntem, dinsel sloganlardır. Buna en çarpıcı örnek olarak, Kuran’ın ve ezanın Türkçe okutulmak istenmesine ‘’ezanı susturmak istiyorlar’’ gibi toplumu derinden sarsacak sloganları gösterebiliriz. Ya da son zamanlarda sıkça kullanılan ‘’baş örtüsü zulmü’’ sloganı buna en iyi örnektir. Bu örnekler ne yazık ki siyasi arenada da propaganda malzemesi olarak kullanılarak saf dindarlarımızın inançları çirkin bir şekilde sömürülmüştür.
Baş Örtüsünün Siyasi Malzeme Olarak Kullanılması :
Baş örtüsünün siyasi malzeme olarak kullanılmasına ilişkin birkaç istatistik-i veriye göz atmamız sanırım konunun vehametini anlamamız ve aslında kadınlarımızın, kızlarımızın baş örtüsüyle kimlerin oynadığını görmemiz açısından faydalı olacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Kuruluna Türbanla İlgili Şikayet Başvuruları :
2002 Yılında : 333 Kişi
2003 Yılında : 18 Kişi
2004 Yılında : 12 Kişi
2005 Yılında : 3 Kişi
2006 Yılında : ---- Yok
Bu istatistik-i sonuçları nasıl yorumlamalıyız (!) ?..
Üniversite önlerinde baş örtüsü zulmü çığırtkanlığı yapan ve demokrasiden dem vuran, aralarında ne yazık ki saf dindarlarında bulunduğu ama çoğunluğu bir takım tarikatların yönlendirmesiyle orada bulunan figüranların bu taleplerindeki gerçek amacın ne olduğunu doğru teşhis etmemiz gerekiyor.Oysa, geçekten demokratik hak arayışı için olduğunu düşünmek, ülke gerçeklerini görmezden gelmek anlamına gelecektir.
Orada bulunan figüranların asıl amacı, baş örtüsünün serbest bırakılması değil, laiklik karşıtı bir hareketin savunuculuğudur.
Oysa onlara düşen en onurlu tavır, kendilerine dayatılan role şiddetle karşı koymak olmalıydı. Dinsel inançlarının gereği diye düşündükleri bir değeri bu kadar ucuza indirgememeliydiler. Birilerinin düğmeye basmasıyla koro halinde çığırtkanlığa soyunmamalıydılar.
Yine istatistik-i sonuçlara göre, ne değişti ki artık avaz avaz bağırmıyorlar ! ?..
Baş örtüsüyle okullarına girmelerine engel olan yasalar mı değişti de haberimiz olmadı (!) ?..
Elbette hayır. Sadece malum odaklar sessiz kalmaları yönünde talimat verdiler.
Dikkat edilirse, her tarikat lideri mutlaka emperyalist bir güce sırtını dayamış ve her türlü desteği ondan almaktadır. Zaten ortaya çıkışları da hem dinmizi hem de ülke bütünlüğünü bölmek amacını gütmektedir.
Bunun nedeni ise gayet açıktır. Önce Çanakkale Zaferi ardından Kurtuluş Savaşı’nda kazandığımız zaferle dünyada emperyalizmi alt etme yönündeki tek örnek olan bir ulusun kazanımları, emperyalizmi derinden yaralamış ve dünya tarihi adeta rota değiştirerek emperyalistlerin varmak istedikleri hedefe ulaşmakta yaklaşık 1 asırlık bir gecikmeye sebep olmuştur. Bunun telafisi ise ancak ülkemizi içten vurarak mümkün olabileceğinden, tarikat liderleri Müslüman bile olmayan malum güçlerce kullanılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ve kurucularına karşı adeta karalama kampanyası başlatılmıştır.
Hedefleri sadece kurucu kadroyla da sınırlı kalmamış, başta Türk Milleti’nin gururu olan ordusu olmak üzere modern cumhuriyetin tüm kurumlarını da hedef listesine almıştır.
Atatürk’ün Din ile İlgili Görüşleri :
Emperyalistlerin desteklediği şer odaklarına göre Türkiye Cumhuriyeti ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk dinsiz, hatta din düşmanıdır. İşte bu noktada en doğru yaklaşım, Atatürk’ün din ile ilgili görüşlerini direkt kendi ağzından dinlemek olmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında şöyle demektedir : "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar masum halkımızı aldatmışlardır; Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. Hangi şey ki, akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı."
Bir başka konuşmasında ise şöyle demektedir : "Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina yüzyıllardır ihmal edilmiştir. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye lüzumu hissedilmemiştir. Aksine olarak birçok yabancı unsur ve yorumlar, boş inançlar binayı daha fazla hırpalamıştır."
Atatürk, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığına inanıyordu. Yorumlar ve boş inançlarla, birçok yabancı öğe Müslümanlığa sızmıştı. Oysa çağdaş insan, bilerek, aklını kullanarak inanmalıydı: "Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır. Türk Kuran’ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu Türk anlasın."
"Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz;
en doğru, en hakiki yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir."
(M.K.Atatürk)
Saygılarımla...
Tamer Duran
Kaynaklar : A.Taner Kışlalı – Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi
Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, MEEGSB Yayınları
Sabah Gazetesi (İstatistik Sonuçları)
YORUMLAR
Avrupa İnsan Hakları Kuruluna Türbanla İlgili Şikayet Başvuruları :
2002 Yılında : 333 Kişi
2003 Yılında : 18 Kişi
2004 Yılında : 12 Kişi
2005 Yılında : 3 Kişi
2006 Yılında : ---- Yok
yazınızı ve istatistik ile ilgili bilgileri sitede okuyan arkadaşlarımızın yorumlarını görmemek te beni üzdü.bu sayılar çok önemli ..hem de çok...