- 247 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİR DELİNİN AŞKI
Evden çıkmış parka doğru yol almaya başlamıştım. Serin ve tatlı bir ilkbahar gününün akşam üzeriydi. Yapraklar, rüzgarın eşliğinde adeta dans ederek kulağa müthiş derecede bir müzik ziyafeti sunuyorlardı. Tabii bu müziğe eşlik eden ve adeta bir assolist görevi gören kuşları da unutmamak lazımdı. Her zamanki gibi bir termos çayım ve iki bardağım elimdeydi. Erzurum’un belki de en güzel parkı olan Kuğulu Park’a giriş yapmıştım. Tepeye, o her zamanki oturduğum ve şehrin belli bir bölümüne üsten bakma fırsatı bulduğum yere kuruldum. Çayımı doldurup yudumlayarak kendimce düşüncelere kapılıp gitmeye niyetliydim. Nitekim belli bir müddet düşünceler dünyasında gezintiye çıktıktan sonra ansızın karşımdan geçen saçları adeta kömür renginde kıvrım kıvrım olan gözleri sütlü kahveye çalan kokusu, ahmaklaştırmaya yetecek olan birinin geçmesiyle birlikte irkilerek gerçek dünyaya geri döndüm.
Kalbimin göğsümün sol yanında değilde sanki ağzımın içindeymiş gibi atması ve hemen ardından yüzümde beliren o yazın tüm güneşini üstüne çekmiş olan dometes gibi kırmızlık kendimden geçememe yetiyordu. Anlamıştım bu duygu karmaşasının nedenini. Nedeni basitti: aşk. Aşık olmuştum. Evet evet gerçekten aşık olmuştum ancak kendimi Ahmet Haşim gibi çirkin buluyordum. Karşımda duran ise dünyada eşi bulunmayan bir yakut yahut kokusu cennetten kalma bir çiçekti. O bir papatyaydı ben ise hamam böceğiydim.
Parktan çıkana kadar izledim onu. Bir ara göz göze geldiğimiz kısacık anı zihnimin en ücra köşelerine kadar kazıdım. Deli gibi kitap okurdum. Okuduğum kitaplar çoğunlukla aşk romanlarıydı ve okuduğum kitaplardaki aşk kurguları nedeniyle bu güne kadar kimseye karşı aşk adına bir duygu hissetmemiştim. Hep kitaplardaki gibi gerçek aşkı bekler olmuştum ki taki bu güne kadar. Gerçek aşkı yakaladığımı düşündüğüm bu nadide insana kendimce papatya adını takmıştım. Bir daha onu görebilrmiydim bilemiyordum ama artık onsuz düşünceler alemine kapılmam güçtü. Toparlanıp eve doğru yola koyuldum. Ertesi gün tekrar aynı saate gelip parktan geçmesini bekleyecektim.
’Yine gel akşam üstü
Gece sabaha varmadan
İzin olsun üzerimde olur mu?
Yine gel akşam üstü
Gece sabaha varmadan
İzin örtsün üzerimi olur mu?’
Ertesi gün parka gitme saatim gelene kadar beynimin içinde HiraiZerdüş’e ait olan ’Papatya’ isimli şarkının bu bölümü yankılandı durdu. Nihayet parka gitme zamanım gelmişti. İnşallah papatyamın yolu gene parka düşerdi. Parka vardım ve yerime kuruldum. Bu sefer düşüncelere dalmadım daha doğrusu ne kadar uğraştıysam da dalamadım çünkü papatyam gelirse şayet gözden kaçırmak istemiyordum. Ve eğer gerçek aşkı bulduysam - kitaplarda ki gibi- mutlaka kader onun yolunu buradan geçirecek ve onunla benim yollarımızı er ya da geç birleştirecekti. Çok geçmedi ki papatyam belirdi. Ama bu sefer çekip gitmedi az ötemde oturup şehrin manzarasını ve güneşin batmakta olan halini izlemeye koyuldu. O bu dünyevi manzarayı izlerken bende onun beşeri manzarasını izliyordum. Onu izlediğimi farketmiş olmalıydı ki kendi kendine duyabileceğim bir ses tonunda yarı gülümser halde " Oysaki Dünya da insanoğlunun izleyebileceği ne çok güzellikler var." dedi ve ekledi "Bizler çoğu zaman bize verilen bu nimetin farkında dahi değiliz." ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Fakat papatyamla konuşabilmek adına hemen bir atak yapmam gerekiyordu. Onun yöntemini seçtim ve onun duyabileceği bir ses tonuyla ben de ona cevaben kendi kendime konuşmaya koyuldum. " Fakat güzellik sadece dünyada değil bazen bir insanoğlunun içinde saklıdır." dedim. Sesim, içimin heyecanına göre gayet tok çıkmıştı. Bir satranç oyunun içinde gibiydim ve artık hamle sırları papatyama aitti. Hamlesi çok gecikmedi. Yöntem değiştirmeden söze başladı. " Bir bardak çayla isterdim içi güzel insanları keşfetmeyi fakat Dünya öylesine değişti ki böyle bir insan mevcut mu bilemem." Hamle sırası benimdi " Var fazladan bardağım, içimi dökmeye her zaman hazırım. Geleceksen eğer yanıma, ölüm de gelse zulüm de gelse razıyım." Yüzünde ki tebessümü görebiliyordum. Hiçbir şey söylemeden yanıma geldi ve oturdu bende sesimi çıkarmadan bir bardak çay doldurdum ve kendisine ’Papatya’ şeklinde hitap ederek ikramda bulundum. Adını sanını söylemedi. Ben de hiç merak edip sormadım. Kendimce bende adımı sanımı beyan etmedim. Ben ona Papatyam, o da bana kelebeğim diye hitap etti. Bir birimize güzel sözler, anlamlı Türküler okuyarak; şiirler, şarkılar kaleme alarak yaklaşık bir yılın sonuna geldik. Geldik gelmesine ama asıl hikayem burada başlar ya bir yılın sonunda yılı dönümümüzü kutlamak üzere parkta gece yarısına kadar oturma kararı almıştık. Gece yarısına kadar sarılarak oturduk ve bir birimize güzel sözler, aşkımızı anlatan şiirler okuyorduk ki birden arkamda bir bekçi belirdi. Omzuma dokunmasıyla birlikte irkildim ve bekçiye taraf döndüm. "Gecenin bir vaktinde kendi kendine bir şeyler mırıldanarak ne yapıyorsun burda. Yoksa sarhoşmusun sen." şeklinde azarlayıcı bir konuşma yaptı. Tam dönüp papatyamı göstermek üzereydim ki ortada papatyam falan yoktu. Bir kaç dakika papatyamın oturduğu yere baktıktan sonra bayılmışım.
Bayılmamla birlikte beni hemen hastaneye kaldırmışlardı. Gözümü hastanede açmıştım. Fakat papatyam ortalıkta yoktu. Olayın duyulmasıyla birlikte bir kaç kişi karakola giderek yaklaşık bir yıldır iki bardak çay doldurarak her akşam üstü parka gittiğimi ve kendi kendime konuştuğumu söylemişlerdi. Bunun üzerine psikolojik tedavi görmeye başladım. Bilinçdışım okuduğum aşk kitaplarından bir karışım yaparak papatyamı karşıma çıkarmış ve bana bir oyun oynamıştı. Papatyasızdım artık ve çok büyük bir yalnızlığın eşiğindeydim. Kararımı vermiştim. Madem ki papatyam bir oyundu o zaman benim hayatım da bir oyundan ibaretti ve bu oyunu sonlandırmanın zamanı gelmişti artık.
Ertesi gün bir gazete haberinden alıntı:
ERZURUMDA KELEBEĞİN İNTİHARI
Bir müddettir hastanede psikolojik tedavi gören ve kendisine kelebek denmesini isteyen H.K. isimli şahıs dün gece odasında asılı bir şekilde bulundu. Yetkililer ölümün bir intihar sonucu gerçekleştiğini belirttiler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.