- 429 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
Yaşam Tuvali
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
‘’İnsan, karşılaştığı kişilerin kalıntısıdır. Hayatın akışı içinde bir yerlerde, bir şekilde hayatımıza girip çıkan herkesin bir izi kalıyor hayatımızda. Bu bazen iyi, bazen kötü bir izdir ama kalıcıdır.’’ Sigmund Freud’un bu sözünü okuduğumda, aklıma bir ressamın tuvaline attığı fırça darbeleri geldi. Hepimizin aslında hayat denen bu yolda, kendimizi var etme ve keşfetme yolculuğumuza dair fırça izleri barındıran tablolar bırakan, birer ressam olduğumuzu düşündüm sonra. Her fırça darbesinin, yaşadığımız anlardan izler taşıdığını ve bu fırça darbelerinin geride bıraktığı kalıntılarda, hep birilerinin parmak izleri ve ya gölgeleri olduğunu.
Madem insan yaşamını resimle ve insanı ressamla imgeledim, o halde ressamların ve ünlü tablolarının hikâyeleriyle devam etmek istiyorum düşün yolculuğuma.
Plinius’un anlatımıyla; iki ünlü gerçekçi ressam, Zeuxsis ile Parhasius arasında bir yarışma olur. Yarışma günü halkın ve jürinin huzurunda Zeuxsis resminin üzerindeki perdeyi açar. Resminde elinde üzüm salkımı tutan bir çocuk vardır. O anda kuşlar üzümleri gerçek sanarak tabloyu gagalamaya başlarlar. Bu durumu hayranlıkla izleyen Zeuxsis, halka dönerek; ‘’gerçekten başarılı olsaydım; kuşlar, çocuktan korkar üzümü yemeye gelemezlerdi’’ der. Hemen ardından Parhasius resminin üzerindeki perdeyi kaldırması için Zeuxsis’e rica eder. Zeuxsis perdeyi kaldırmak için dokunduğunda onun aslında bir perde değil resmin ta kendisi olduğunu fark eder. Ve yine halka dönerek; ‘’Parhasius daha büyük bir ressam. Çünkü; ben kuşları kandırdım. Ama Parhasius büyük bir ressamı Zeuxsis’i kandırdı’’ der. Yani Hayat resmimizi oluştururken başarılı olduğumuz ve alkışlandığımız anda, gururumuza yenik düşmeden, egomuzu bir kenara koyarak, başarısız olan taraflarımızı da kabullenebilmeli ve başarılı insanları alkışlaya bilmeliyiz.
Şimdi bir başka resme, başka bir ressama gidelim. M.Ö 3 yy. da Efes’te Apelle (Apel) isimli bir ressam yaşarmış. Bu ressamın en büyük özelliği yaptığı resimlerini sergilediği zaman, bir perdenin arkasından tenkitleri dinleyerek, yeni resimleri için fikir geliştirmekmiş. Yine bir sergi esnasında, bir kunduracı, Apel’in resimlerinden birini tepeden tırnağa süzüp tenkide başlamış. Önce resimdeki çizmeler üzerinde görüşlerini bildirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitlerini sıralamış. Apel bunları dinleyip gerekli notları almış. Ancak bir müddet sonra adam, resmin üst kısımlarını da eleştirmeye başlayınca Apel dayanamayarak, perdenin arkasından: ‘’Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı aşmayalım’’ der. Çizmeyi aşma deyimi buradan gelir. Yani demem o ki; evet birileri hayatımıza müdahil olabilir, bazı konularda fikir de verebilir ama asla çizmeyi aşmalarına izin vermemeliyiz.
Köşemden taşmamak adına özetle Paulo Coelho’nun ‘’Şeytan ve Genç Kadın’’ kitabında anlattığı Leonardo da Vinci’nin ‘’Son Akşam Yemeği’’ tablosuyla ilgili hikâyesinden de kısaca bahsederek, düşün yolculuğumu tamamlamak istiyorum. Leonardo da Vinci, iyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uygun düştüğünü fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan üç yıl geçmesine rağmen, henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. Günlerce aradıktan sonra vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu, paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa, doğruca kiliseye taşımalarını söyledi. Leonardo, adamın yüzünde açıkça görünen inançsızlığı, günahı, bencilliği tabloya geçiriyordu. Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden sıyrılmış olan adam gözlerini açtı ve duvardaki resmi gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: ’’Ben bu tabloyu daha önce gördüm!" ’’Ne zaman?’’ diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı. ’’Üç yıl önce, elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı; bir ressam beni, İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.’’
Hayat resmimizdeki fırça darbelerine, parmak izlerine ve gölgelere dikkat etmeliyiz.
Sadece bir tuval hakkımız var nede olsa…
Saygı, sevgi ve selamlarımla…
YORUMLAR
"resim sessiz şiir, şiir konuşan resimdir"
demiş Simonides...
bazen merak ediyorum bir ressama 'fırça darbeleriyle beni anlatın' desem nasıl bir görüntü çıkardı ortaya kim bilir...
evet parmak izlerimiz çok, gölgelerimiz de...ve bazen kendimizden kaçmak için sırf yazıyoruz gibi geliyo...
birden fazla kimlik, birden fazla ben...ve bu kovalamaca hiç bitmeyecek sanki...
güzel yazı, tebrikler...
Ahmet Dinç
İlgi ve yorumunuzla değer kattınız. Teşekkürler...
Ahmet Dinç
Yorumuz için teşekkürler....