- 303 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DEPRE
Bilindiği gibi Türkiye, deprem kuşakları üzerinde bulunan bir coğrafyada yer
almaktadır. Geçmişten günümüze Türkiye’de birçok yıkıcı deprem meydana gelmiş,
insanlar can ve mal kaybına uğramış, mevcut sosyal düzenin bozulması ve toplumda korku
ortamının oluşması gibi psiko-sosyal sorunlara yol açmıştır. Doğal bir afet olarak depremin,
oluş zamanının tahmin edilememesi ve fiziki üst yapıda meydana getirdiği yıkımlar, yeni
ve ortak bir toplumsal bilincin oluşmasını gerekli kılmıştır. Toplumsal gelişmişlik ve
bilinçlilik düzeyinin belirleyiciliğinde ve ortaya konan çabalar aracılığıyla da deprem
karşısındaki zararlar kontrol edilebilmiştir. Öte taraftan çoğunlukla fiziki bir olgu olarak
değerlendirilmekle birlikte sosyolojik açıdan depremlerin yol açmış olduğu sorunlar, teknik
boyutlarıyla yalnızca bir mühendislik olayı değil, diğer pek çok sosyal disipline ve yeni
çalışmalara ihtiyaç duyan alandır. Diğer bir ifadeyle depremi yalnızca fiziki olay olarak
değerlendirmek yerine, mekan ve toplumsal ilişkiler bağlamında değerlendirmenin
gerekliliği ortadadır. Nitekim toplumsal ve fiziksel çevre arasındaki ilişkilerle ve maddi
nesnelerin tüketimi arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi bu ilgiyi zorunlu kılmaktadır.
Genel anlamda mekan ile insan arasındaki ilişki önemli bir kültür sorunudur. Zira
doğanın dönüştürülmesi ve insan tarafından şekillendirilişi söz konusu olduğunda, kültür
işin içerisine girmektedir. Yaşamak ve ayakta kalmak için insanın çevresini şekillendirişi ve
çevresiyle kurduğu ilişki biçiminin çıktıları, insan/medeniyet kimliğinin ve kültürünün
simgelerini oluşturmaktadır. İnsanın temel ihtiyaçlarından biri olan barınma ve konut
ihtiyacı ise bu simgenin en somutlaşmış halidir. Özellikle kendisini Anadolu coğrafyasının
farklı yerlerinde gecekondu ya da apartman olarak şekillendiren yapılanmaların bugün
kendilerini bile ne oranda temsil edebildiği tartışılabilirdir. Bununda ötesinde gecekondular
kentsel mekanlar içerisinde spekülasyon aracı ve toprak mafyasının kontrol ettiği alanlar
dışında hiçbir şey gibi görünmektedir.
Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde bir sosyal statü göstergesi olarak
yükselmeye başlayan apartman kültürü; mekan ve insan ilişkisini zorlayan ve “ev,
evlenmek” “kat, katlanmak” olarak da resmedilen sorunların temeli olarak
değerlendirilebilir. Kuban’ın da belirttiği gibi apartman, eski kent dokularını ortadan
kaldıran adı gibi ithal bir yapı türüdür. Toplumun yapı ve estetik kültürünün bütün ilkelliği
burada yoğunlaşmıştır. Milyonlarca insan birlikte yaşadığında bir ambara yığılmış tahıl
taneleri ya da bir ağacın yaprakları gibi yaşamamaktadırlar. Gerçekte, insan grupları da
karmaşık bir karınca yuvasına benzer düzene sahip olmak zorundadırlar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.