- 466 Okunma
- 6 Yorum
- 5 Beğeni
MOR YAZMALI KIZ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ali Rıza Navruz
Sanki bağlamanın perdeleri birer birer açılıyor ve o perdelerden; bir sevda, bir sitem, bir ayrılık türküsünün bin iç ezikliği veren yanık nağmeleri dolduruyordu odanın içini: “Elif dedim, be dedim/Gız ben sana ne dedim/Guş ganadı galem olsa/ Yazılmaz benim derdim.”
Odanın sol köşesinden bir üst kata çıkmak için kullanılan tahta merdivenlerin ilk basamağına oturmuş ve çenesini sağ avucuna almış bir pozisyonda gördüm onu. Siyah çizgilerle desenler verilmiş bir gömlek vardı üzerinde. Bacağında şile bezinden yapılmış bir pantolon... Yüzünün neredeyse tamamını perdeleyen lepiska saçlarını iki eliyle ensesine aktardığında, gamzeli yanaklarındaki gözyaşı damlalarının süzülüşü belli oluyordu ister istemez. Gözyaşı ile yıkanan bir gamzeli yüzün en güzel bir yüz olduğunu sanırım biliyordu ki elinin tersi ile silme gereğini bile hissetmedi. Aramızdaki mesafe aslında uzak olmasına rağmen hemen hissettim yüreğinin titreyişini... Gerçekten “guş ganadı galem olsa” yazmakla bitmeyecek bir hüznün yansıması olmalıydı bu titreyiş...
Gözleri karşı duvarda asılı duran bakırdan işlemeli bir büyükçe tepsiye çakılıp kaldı bir müddet. Ya da ben öyle sandım... Bir insanın, bulunmuş olduğu zaman ve mekânın bir anda dışına çıkışına ve kendi dünyasının dolambaçlarında dolaşıyor olmasına herhalde en güzel örnek bu haldir diye düşünmekten kendimi alamadım bir an. Kim bilir; o anda belki de “Delhadır” başındaydı, ya da bilmem ne yaylalarında bir subaşı atmosferinde aniden oluşan bir ayrılığın hüznünü yudumluyor olmalıydı...
Çok uzunca bir zamandır bir hüznün, bir gamzeli yüze bu kadar yakıştığına şahit olmamıştım. Herhalde o ortamdan bir an için ben de kopmuş olacağım ki; sazın ve Hamza Beyin sesine eşlik eden seslerin farkında bile değildim. Geç kalmış sevdâ kuşlarının kırk mum yakarak aydınlattığı kendi dünyamdaki postumdan beni kaldırıp ona doğru sürükleyen bu dürtünün, bu gücün adı neydi bir bilebilsem..!
Yıldızlar bir bir köşe kapmaca oynuyor, bir tarla faresi kocaman dağı kemiriyor, dolunay şavkında sol yanı yosun tutmuş iki kaya parçası... Evet, o hissin ne olduğunu bilmiyordum. Bu kesin!.. Ama o anda bildiğim tek şey o iki kaya parçasının üzerinde yan yana oturuyor oluşumuzdu. Önce; bir hüznün, bir gamzeli yüzde bu kadar gizemli salınışını izledim uzun süre. Sonra da bir paylaşım eylemine iki yüreğin katılımını... Yosun rengi iri gözlerinin geniş açılı bakışlarını yüzüme dikip sanki bir şeyler arar gibi gezdirdi. Yıldızlar hâlâ köşe kapmaca derdinde, o tarla faresi daha bir iştahla dağı kemirmede. Ve dolunay şavkında yankılanan sımsıcak bir ses!.. Onun sesi; “ne güzel bir insansın sen!” Sustum... Öyle ya sükût da bir sevda idi edeple ikiz... Üstelik sırtımın terlediğini hissettim bir an... “Güzel İnsan!..” Ne güzel bir tamlama Allah’ım..!
Rüzgâr efil efildi... Küçükayı ebe olmuş, kutup yıldızı elinde dolaşıp duruyordu şimdi de. Çantasından bir MOR yazma çıkarıp başına aldı. Of!.. Böyle bir gecede bir yüreğin hüsn-ü cemâl oluşuna tanık olmam ne güzeldi!..
Ve mor yazmalı bir kız yüreği ne güzeldi, dolun bir ayın duyduğu türkülerimiz ne güzeldi: “Elif dedim be dedim/ Gız ben sana ne dedim."