- 253 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
ZİHNİYET DEĞİŞMEZ İSE, ACILAR DA DİNMEYECEK
Esenlikle huzuru doyasıya hissetiğimiz, güven duygumuzun yerli yerinde olduğu, kendimizi en güzel biçimde ifade edebildiğimiz, değer gördüğümüz ve yarından da endişe duymadığımız bir hayatı kim istemez ki?
Çoğumuzun adını sıklıkla bir şekilde duyduğu ve fakat eserleri ve toplumsal bilimler üzerindeki çalışmaları hakkında neredeyse çok az malumat sahibi olduğumuz Farabi, eserlerinden birine “Erdemliler Kenti”nden söz eder. Bu kendi bahsettiği diğer kentlerden ayıran şeyler; ben yerine biz anlayışının olması, herkesin huzur içinde yaşayabilmesi, kendini güvende hissetmesi, zorluklarda bir araya gelinmesi ve fıtratın özündeki yüksek ahlaki değerlerin hayat bulmasıdır. Neredeyse masalllarda geçen bir kent gibi değil mi? İyinin, güzelin abideleştiği gerçekten de cennetimsi bir hayat.
Konu toplumsal yaşam olunca, her birimizin onun içindeki biricik yapısı olarak, ona bir şekilde yön verdiğimiz de bir gerçektir. Bu biricik fertlerdeki insani niteliklerin ölçüsü yükseldikçe de o ideal kent yaşamı da teşekkül edecektir şüphesiz. Ne var ki, günümüzde dahi o masallardan kopup gelen ve esenlik verici bir hayat ya çok kısa sürmüş veya toplumsal yapıya hakim olamamıştır.
Sorunun pek çok nedeni var, toplumsal hezeyanların başlaması ve giderek de hayatı istenmeyen bir yere sürüklemesinde. Ekonomik anlamda o nimetlere erişimde birileri kaynağın başından kalkma ve başkalarının da yararlanmasını düşünme erdemini kazanana değin de bu değimeyecek gibi görünüyor. Sanki bir güç mücadelesi var dersek, abartı olmaz. Kimin için bu yarış, ne adına ve hangi yararları elde etmeyedir? Ne denli çok yasa çıkarılırsa çıkarılsın, toplumun hemen hemen her türlü yaşam zemininde arzu edilen o mistik hayat cari olmuyor her nedense.
İnsanların şu nefsi terbiyelerinde küçüklüğümüzden itibaren dinlemeye alıştığımız, okuduğumuz ve sonunu merakla beklediğimiz o masallar ne de eğiticiydi bu anlamda. O düzlemdeki toplum hayatında iyilik ve güzellikler bir şekilde galip gelir ve kötüler de hak ettikleri cezayı bulurlardı. Toplum vicdanını da besleyen sayısız değerle bu masallar fıtratın gerektirdiği bireyleri manen besler ve arzu edilen toplumun oluşumunda gerçekten de büyük hizmet verirlerdi. O düzlemden realiteki günümüz düzlemine geçerken neler değişiyor acaba? Nitekim aynı masallardan beslenen insanlar gerçekliklerin hayat bulduğu yaşamımızda niçin iyi ve güzel adına değil de başka başka ve en nihayetinde de kendi ikballerinin gösterdiği istikamette tavır alıyorlar?
Yakın zamana değin büyük acılar yaşamış, depremleri görmüş ve halen bundan da şu kaderci anlayışa sığınarak afetlere kalıcı çözümler üretememiş, her türlü tedbiri evrak üzerinde mükemmelin de ötesinde hazırlamasına karşın (bizdeki deprem mevzuatıyla boy ölçüşecek başka bir mevzuat yok dünyada) bunu bir türlü layıkıyla hayata geçirememiş bizler, yine büyük bir acıyla yıkıldık yine. Oysa yıllar yılı sözleri bir türlü hayat bulamayan saha uzmanları, jeologlar, deprembilimciler defaatle bazı hayati konularda karar alıcıları uyarmışlardı. Bu söylemlerim çoğu maalesef kulak arkası edildiği gibi maalesef bazı hadsizlerin makam egosu nedeniyle de alay konusu bile edilmişti. Şimdi o alay edenlere sormak lazım, bilim mi kurtaracak bizi kuru kuru dua mı? diye. İlmin olmadığı yerdeki boşluğu dolduran hurafeler, sanmaların bilgisi ve adam sendeciliklerin faturası ne de ağır oldu her birimize. Keşke bunların her biri bir kabus olsaydı. Ne yazık ki yaşananların her biri de bütün ızdıraplarıyla birlikte gerçekliğin de ta kendisi.
Derdimiz ne birilerini kayırmak ne de birilerinin üzerine giderek konuyu şahsileştirmek değil. Zira, hatalı da olsa, yarım yamalak da olsa alınan tedbirlere karşın yaşananlar her birimizin ortak cısı. Bizim derdimiz, şu kemikleşmiş ve dünya gerçekliğiyle asla uyuşmayan köhne zihniyetlerin bir an önce değişimi ve gerekiyorsa asıl depremin akıl sürecinde en şiddetlisiyle yaşanmasıdır. Orada köklü bir değişim olmadıkça, yaşanan ve bizlerce de asla kader olarak tasavvur edilemeyecek acıların defaatle yaşanabileceği kaçınılmaz bir gerçeklikdir. Elbette yaşananlardan samimiyetle ders çıkarabilmekle mümkün bu değişim.
Bizlere daha güvenli ve esenlik verci hayatı sağlayacak, afetlerde dimdik kalmamaızı veya en azından olası minimum hasarla bunu aşmamızı sağlayabilecek, bizleri bir ve bir arada tutacak, birbirimize düşürmeyecek olan ne varsa doğru bakış açımızla, dünya gerçekleriyle, bilimle, istişare ile ve asla makam ve mevki çıkarlarından geçmeyecek bir duruşla mümkün olacaktır. İşimizi kalben yapmadıkça, başkalarını o anlık memnun etmeye çalışan anlayışta oldukça bunu başarmamız mümkün değildir.
Bir Japon bilim insanıyla yapılan röportajda “Sizde hatalı imar edilen binalar için ne tür bir prosedür işlenir?” gibi soru yöneltişmişti. Bu soruya verilen karşılık sanırım aradığımız cevabın da ta kendisidir. Biz de böyle bir şey yaşanmaz! Bu cümleden çokça şeyi çıkarabiliriz bizler. Demek istenen şey özetle; biz işimizi adam gibi yaparız, onurumuzla yaparız, çıkarsız yaparız, sağlam ve sağlıklı yaparız, başkalarından da tam not alabilecek nitelikte yaparız,… Keşke bizler de bu cevabı verebilseydik.
Toki adı altında yürütülmekte olan ve yaşanan onca depreme rağmen dimdik ayakta kalmayı başaran ve hatta hiç hasar bile almayan bu icra, alkışa mashar değil midir? Belki lüks binalar değiller onlar ve fakat içinde ikamet edenlere de kabir olmadılar. Bir binadan bunu sağlamasından daha büyük beklenti olabilir mi? Cevaplar ortadadır bu acının son bulması anlamında.
Asıl korkumuz, yukarıda da sıklıkla dile getirdiğimiz şu köhne zihniyet mevzuudur. Umarım Tokilerdeki bu standart, onlar yüzünden nitelikçe kayba uğramaz. Zira bu afetlerde bize güven verebilecek ;sayısı parmakların sayısını belki geçen kadar işini hakkıyla yapan müteaahit, mühendis, taşeron, belediye yönetimi ve nihayetinde de Toki varken, onları kaybetmeyi asla göze alamayız.
Mimar Sinan gibi bir dehadan feyz almakta ne de aciz kalmışız aslında. Onun eserleri yüzyıllardır halen ayakta. Bu emeklerin arkasında duran şey onur, tecrübe, birikim, liyakat, üstün matematik ve yaşanan coğrafyanın gerçeklerini doğru anlayıp okumak değil mi? Benim bütün bu olup bitenlerden çıkarırım, değerlerle yaşamaya gösterilen özenin hayat verdiği, aksi durumun ise hayatı yok ettiğidir. Değerlerimize, yaratılış özümüze döner, her ne yapıyorsak ilimle, onurla, sebatla ve çıkarlara yaslanmadan yapar isek yarınlarımız da aydınlık olacak, elim trajedileri yaşamayacağız demektir. Sözünü ettiğimiz aydınlığın en kısa sürede zihinlerde hayat bulması dileğiyle, “BAŞIN SAĞOLSUN TÜRLİYE`M!”
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.