- 282 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
AKLIMIN ERMEDİĞİ ŞEYLER
Dinar!
Menderes nehrinin sihirli suları ile her gün yıkanan, her tarafı yemyeşil küçük bir kasaba!
Dinar’a öğretmen olarak atanıp geldiğimde yaşadığım heyecan o kadar farklıydı ki!
Kendimi ispatlamış, büyük zorlukları aşmıştım. Nasıl heyecanlı olmaz ki insan?
Atatürk biz kadınlara bir çok haklar vererek, “toplumun kalkınmasında sizler de varsınız ve bu varlığınızın kıymetini ben size armağan ediyorum “demişti.
Bu haklı gururla yüreğim , şehrin sokaklarından çağlayarak akıp giden Menderes’ in kolları gibi coşarak akıyordu!
Daha şehre adım atar atmaz Apemia’ nın tılsımı beni etkisi altına almış ağzım dilim bağlanmıştı!
O büyünün etkisi ile nasıl olduğunu anlamadan evlendim ve bir yuva kurdum.
Bazı şeylerin üstesinden gelebilmek için insanüstü çaba sarfettim.
Daha çocuk yaşımda peşpeşe iki çocuğum oldu.
Oldu olmasına da , kabullenemiyordum bir çok şeyi!
Ruhum isyan ediyordu!
Ben hayatın büyük dalgalarında çok kulaç atmış , kıyıya yaklaştığım anda balıkçıların ağına yakalanmıştım! Oysa kendi başıma birkaç kulaç daha atabilse idim denizkızının güzelliğine erişecektim !
Balıkçının ağı benim için kurtuluş gibi görünüyordu ancak benim nasıl büyük zorluklardan geldiğim balıkçıları ilgilendirmiyordu ki!
Onlar için önemli olan o balığın çoğalması ve sahibine huzur, mutluluk, zenginlik bahşetmesi idi.
Ruhumun isyan etmesi artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Kendimi ifade etmeye çalıştıkça bastırılıyordum.
Volkan için için kaynıyordu!
Bir gün çaresizliğin tavan yaptığı bir anda ,gözyaşlarım yüreğimi yakarken,
- Allah’ ım ! Şu dağlar sarsılsa, yer yerinden oynasa!
Ben kurtulsam! dedim.
Çok sürmedi !
Gerçekten yer sarsılıyordu!
Korkunun , daha doğrusu ölüm korkusunun ne demek olduğunu o an anladım.
-Allah’ım tövbe!diyordum ama nafile!
95 yılının ekim ayının ilk günü akşam saatlerinde kıyamet koptu!
Yeraltından gelen korkunç bir ses ile neye uğradığımızı şaşırdık! Binalar beşik gibi sallanıyor ve biz ayağımızı yere basamıyorduk!
Evimiz iki katlı müstakil bir evdi. Zemini oldukça sağlam olmasına rağmen gidip gidip geliyordu. Sanki kızak üzerinde bir ileri bir geri yapıyorduk!
Merdivenlerden aşağıya çocuklarımız kucağımızda kendimizi nasıl attık bilemiyorum.
Bulutlar öfkeden kızıla dönüşmüş bir halde şiddetini yağmur olarak indiriyordu.
Yeryüzünü böyle mi sakinleştirmeye çalışıyordu acaba?
Aşağı mahalle peşpeşe çatırtılar ile yıkılıyordu.
Çaresizlik ne demekti ? Allah bana gösteriyordu şimdi!
Sustum! Senelerce sustum! Artık isyan etmeyecektim!
Bu dünyaya geliş sebebimiz her ne ise, yaşayarak belki bunu öğrenebilirdim.
Birçok haksızlığa maruz kalmama rağmen hep sessiz kaldım.
“Vardır bunda bir hikmet !” dedim bekledim. Çünkü bazen gücümüzün yetmediği , aklımızın ermediği şeylerin bizi kuşattığını biliyordum artık!
Aradan beş yıl geçtikten sonra bu çaresizliği bir kez daha yaşadım ve ilk kez sorgulamaya kalkıştım!
Gecenin yarısı kucağımda yeni doğmuş bebeğimi sallarken, kanlı gözyaşlamlarım yanağımdan,bebeğimin kundağı üstüne damlıyordu.
Görmüyordum hiç bir şeyi. Gözlerimden akan yaşlar herşeyi bir sis bulutuna bürümüştü ve ben sadece kucağımdaki çocuk uyusun istiyordum.
Oturup dizimde sallamaya başladım. O ara tek hatırladığım şey kendi kendime konuştuğum idi.
-Allah’ım sen nerdesin? Ben bu kadar acı çekerken neredesin?
Uyumuşum öylece.
Bir ses duydum uykumun arasında.
“Ben senin yediğin lokmanda, içtiğin suyun içindeyim” diyordu
Ben dağların doruğunda sis bulutlarının arasında idim.
Gözümü açtım birden!
Sadece gözümde yaşlar vardı.
Ve bir de aklımın ermediği şeyler!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.