- 219 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Karayolundaki Reflektör
Hikâyelerimizde hem bu eşine nadide rastlanabilecek köyün sırlı yüzünü açık etsek bile, daha yakın perspektiften izleyeceğiz ve göreceğiz anıların hiçbir zaman solmadığını ve hala dirhem dirhem dillerde yaşayarak atmosferi muhabbetin rengine nasıl boyadığını. Ve de olduğu gibi özümleyeceğiz herkes gibi bizde Anadolu’muzun renkli dünyasını.
Karaların İsmail, yıllardır geçimini hayvancılıkla sağlamaktadır. Yaz gelince Çamlıbel’in tepesini mesken tutar, katar önüne hayvanları, bu dağ senin, şu dağ benim demez yaylasını yaylar. Küleğini yağla, şapşalını çiğle, tulumlarını peynirle doldurur. Hayvanlar iyice semizleşmeden köye inmez. Tepesinden, yanık teninden olanca yaz sıcağı bir bir geçer. Yaz güneşi her geçen gün biraz daha ak benzini soldurur. Zenci misali karardıkça kararır eli yüzü. Bu yüzdende köyün ileri gelenleri adına Karaların İsmail demişlerdir.
Kış gelince köye iner, döner baba ocağına. Yüzlerce evin boğmaya yüz tuttuğu, koskoca köyde mahallenin ortasına sıkışmış, üç yanı yol olan, dede yadigârı, yarısı gömüde olan ve adeta bir mağarayı andıran, iki oda, bir sofalı bu ahşap ev, ona kış aylarında sıcacık bir yuva olmaktadır. Evin oturduğu alan geniştir geniş olmasına ama arkadan ve önden geçen yol pencerelerin hizasında doldurulunca, ister istemez evin yarısı gömüde kalmıştır. Elbette muhtarlık, Karaların İsmail’in evi gömüde kalacak diye yolu yarım bırakacak değil ya, oda kaderine boyun eğmiştir bu konuda. Sesini çıkaramamıştır ihtiyar heyetine…
Zamanla Karaların İsmail’in önündeki sürü iyice artmıştır. Ne yapsın gece gündüz bu hayvancıkların çoğalıp sayılarının artması, beslenmesi için dere tepe dolaşmaktadır İsmail. Uzun zamandır ne eşine, ne çocuklarına, ne dostlarına, ne de arkadaşlarına vakit bulamamıştır. Bütün günlerini, hatta haftalarını, aylarını almaktadır bu hayvanlar. Ne düğün bilir Karaların İsmail, ne dernek, ne bayram, nede seyran. Yıllarını adadığı dağdan beri gelmez. Ne yapsın tarla yok, tüm yok; bağ yok, bahçe yok. Varı yoğu bu hayvanlar onlarında dağa gitmeyince evde yiyecek ne bir samanı, nede bir yemi var. Başka çaresi yoktur bizim kara oğlanın.
Dedesinden miras, çalıların arasında üç beş dönüm bir tarla kalmıştır. Onu da kendi kaderine terk etmiştir. Ara sıra, yayladan köye indiğinde, oraya hayvanların ağılını kurar. Ve buranında otundan, çöpünden faydalanmaya çalışır.
Günler, haftalar, aylar, yıllar birbirini kovalaya dursun bizim kara oğlan iyice bıkmıştır artık, her gün her gün bu rutin hayat içerisinde kovalanmaktan. Herkes gibi oda bir an evvel köyde yerleşik hayata geçmeyi düşünmektedir. Yaşıtları hayatlarını güle oynaya geçirmektedir. Eve gelince evli, işe gelince işli, düğün dernek gezen, yedikleri önünde, yemedikleri arkasında olan bu kişiler bir yandan da tamamıyla sosyalleşmiş bırak kendi köylerini, komşu köyleri, hatta kasabadaki yaşayanları dahi yakından tanımaktadırlar. Bizim İsmail ise bu yaşına kadar dağda kaldığından, nerdeyse konuşmayı dahi unutmuştur. Çoğu zaman iki kelimeyi yan yana getiremez ve bir kekeleme alır, lal olmuş dilini. Artık buna bir son vermeyi ve imrendiği yaşıtları gibi yaşamayı özlemektedir. Lakin köyde geçimini nasıl sağlayacağı ve hatta hayvanlarına nereden nasıl yem tedarik edeceğini ve yıllardır düşlediği ahırı nasıl yapacağını bilemediğinden, içinden çıkamadığı bu karar, kargaşası bitmeyen zorlu hayat, kara kara düşündürür İsmail’i.
Bazen aklına hayvanların arasında semizleşenlerden üç beş tane satıp, işlerini çevirmek bile gelip geçmektedir. Beynini kasıp, kavuran “hazıra dağ dayanmaz” atasözü de günlerdir yer etmiştir iki dudağının arasına. Hayvanların içinden yeter ki bir tane satmaya gör. Artık arkası gelir. Peş peşe, önce Sarı kız, sonra Nazlı kız, sonra Eke inek, derken bir bir kaybolur yıllarını verdiği bu emek. Çoğu zaman İsmail’in bu can sıkıntısı düşlerini böler, hayallerini yarıda bırakır.
İsmail sırf hayvanların haline yanacak değil ya. Birazda kır yaşantısı, köyde alay konusu olmuştur. Önüne gelen nasihat etmektedir İsmail’e. Hele evlerini son günlerde sulak yoluna çeviren, yaşlı kayın pederi yok mu, her fırsatta “Lan oğlum yeter artık, kendine çeki düzen ver, bu ne hal, artık insan içine çık, ölüp gideceksin bu dağlarda, Vallah kimsenin haberi olmayacak” diye başının etini yer, durur.
Hayvanlardan üç beş tanesinin semirildiğini görünce Karaların İsmail iyice ahır işini aklına sokar. Bu hengâmeyle pazarda soluğu alır. Kim ne verdiyse satar semirilen hayvanları bir bir. Ne ana dinler, ne hanım. İlk fırsatta dededen kalma çalılardaki tarlaya yollanır. Ne var ne yok yaşına başına bakmadan bir bir kıyar yıllardır gelip geçen yolculara gölge eden söğütleri. Bin bir nazla yanına gelen komsunun traktörüne yükler söğütleri. Eşin, dostun yardımıyla silkeler köhne yapının üstünü. Birazda duvarlarda ufak bir tadilatla kocaman avlu az çok benzer ahıra.
Akşamları uzun uzun düşünceye dalar Karaların İsmail, “ Ya Allah, Ya Bismillah” diyerek girişmiştir işe, sonunda şeytanın bacağını kırmıştır. Ama bir taraftan da şeytan boş durmaz dürter İsmail’i. “Lan acep iyi mi ettik” diye bir vesvese alır başını yürür. Ve sonunda Hak sonumuzu hayır ede diye yumar gözlerini…
Konu komşu yardıma koşmuştur. Ee nede olsa ayda, yılda bir inşaat açmıştır Karaların İsmail. El birliğiyle yapılır köyün en büyük ve de bir o kadar karanlık ahırı…
Günler ayları, aylar yılları kovalaya dursun, bizim Karaların İsmail de bir yandan alışmıştır yerleşik hayata… Zaman zaman az kazanır, zaman zaman çok kazanır ve kendi yağıyla kavrulmayı başarır, başarmasına da milletin dili durur mu? Her önüne gelen çıkar karşısına İsmail’i lakayta alarak “Ya hacı, ne zaman çıkıyon dağa” der dururlar. İsmail onca yıllarını harcamıştır bu dağlara. Karış karış bilir nerde ne olduğunu. Lakin bu isminin milletin diline düşmesinden başka hiçbir işe yaramamıştır. Büsbütün sinirli bir adam olmuştur ister istemez. Kim ne derse desin “keskin sirke, küpüne zarar” demiş atalar. Bizimkisi de kâh sesini çıkarmaz, kâh kırar babası yaşta insanları çoğu zaman.
Karaların İsmail bir gece traktörle kasabadan köye doğru giderken yoldaki traktör ve araba ışıklarını yansıtan reflektörler acayip bir şekilde dikkatini çeker. Traktör reflektörlerden birine rastlar rastlamaz şoföre bağırarak traktörü durdurmasını söyler. Traktör durunca aşağı iner ve yoldaki reflektörleri söker. Beş on metre gittikten sonra tekrar bağırarak traktörü durdurur ve yine aşağı iner reflektörleri söker. Bu olay köyün yoluna varana kadar devam eder. Yanındakiler Karaların İsmail’in alışılmamış bu hareketine anlam veremezler. Birazda İsmail’in hırçınlığı ve huysuzluğu yüzünden olacak ki reflektörleri niye söktüğünü sormaya cesaret edemezler.
Ertesi gün İsmail homurdanarak köy meydanına iner. Amacı bu renkli reflektörler hakkında bir fikir edinmektir. Birazda milletin lakayt davranışı yüzünden ağzı bozulmuştur. Kaptırmıştır kendisini bir kere dünkü yaşadıklarına. Köy meydanına, anlaşılmaz derecede bozuk bir ağızla küfür ederek gelir ve yoldan söktüğü reflektörleri aylardır bir türlü aydınlanmayan karanlık ahırın direklerine çaktığını, ama yolda yanan bu reflektörlerin ahırda işe yaramadığını söyler.
Buna şaşıran meydandakiler gülmemek için kendilerini zor tutarlar içlerinden yaşlı olan Hasan dayı İsmail’e yaklaşarak elini omzuna koyar ve “Oğul sen onu bir gece daha dene” der. “Belki bu sefer umduğunu bulursun”. İsmail bir an akıl edemez bir türlü, reflektörlerin karşıdan gelen ışığı yansıttığını. İşin farkına da varır ama ne yapsın düşmüştür bir kere ahalinin diline. Ne yapsın Karaların İsmail, akşam gaz lambası, sabah gaz lambası bırak inekleri karakaçanın bile yüzüne hasret kalmıştır. Elektrik hizmetlerinin ulaşmadığı bu köyde âleme gülünç olmuştur bir kere, artık gece gündüz dillenir dillerde.
Kaynak: Ahmet ÖZTEK/ BÖTÇENIM HİKÂYELERİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.