0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
306
Okunma
“KENDİ KENDİME , YATAĞIMDA UZUN UZUN DÜŞÜNDÜM: HAYRİ İRDAL ,DEDİM, ÇOK ŞEY GÖRDÜN,GEÇİRDİN. YAŞIN ANCAK ALTMIŞ OLDUĞU HALDE BİRKAÇ İNSANIN ÖMRÜNÜ BİRDEN YAŞADIN.”
AHMET HAMDİ TANPINAR, SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Bu sabah, yatağımda gözümü açmadım. Hastanede uzayan ağır, acı hava ile soluduğum saatlerden sonra sabahın öncesine sıkışan iki, üç saatte sızdığım köşeden kalktım. Ama düşündüm: Dün yaşandı ve bitti, geriye sarıp yeniden yaşamam mümkün değil! Hayatın anlam ve değeri dün, bugün ve yarın zaman üçgeni arasındaki salınımda saklı. Kimi hızla tükettiğimiz zamanlar varken diğer taraftan hızla geçsin zaman diye olabildiğince ısrarcı olduğumuz dönemleri vardır hayatımızın.Tıpkı şimdi olduğu gibi. Tıpkı bu yaşadığımız altı günün sonunda olduğu gibi.
Ben şu 58 yaşımda kendi yaşadığım acıları ajandamdan okuyacağım. Eksik kalanları olacaktır. Her okuyanın da kendince ekleyeceği kim bilir ne “acıları” olacaktır?!
Gediz depreminin olduğu 1970 yılında, Konya’daki evimizde, gece annemin beni kucaklayıp da bahçeye çıkarttığında beş yaşındaydım. Çocukça korkuma sonradan anlam yüklemiştim.
Yine 1970 li yıllarda bir gece mahallemizde göğe yükselen alevlerle bir apartmanın yanışı çocukluğumun pek çok yılında gecelerde en büyük korkum, acım olmuştu.
Sonra aynı yıllar, babamı, bilmeden, gelmeyeceği bir yere gönderdiğimizi düşündüğüm günlerdi. Sessiz içime ağladığım ve korktuğum günlerde, sonradan ameliyat için gittiği yerden geldiğinde, göğüs kafesinin sağ yanında çok uzun bir neşter ve dikiş izleri vardı. Onun ardından, hastalığın sebebi olduğu düşünülen, ailemizin üyesi Çıta adlı kedimizi yavruları ile hiç tanımadığımız insanlara teslim ettik. Ardından bütün aile gözyaşı döktük.
Yavru vatan Kıbrıs’ta, kardeşlerimizin zulüm gördüğü 1974 yılının karartma gecelerini yaşadığımda, dokuz yaşında idim. Akdeniz’in karşı yakasında kanımız akıyordu, canımız yanıyordu. O kanı durdurmak için uzattığımız eli engelleyemeyenler 1980 li yıllara kadar ülke olarak bize acı dolu yıllar hazırladı.
Kardeşin kardeşi kurşunladığı, daha doğrusu kurşunlatıldığı yetmişlerin son beş yılı. Ülkemiz kan, barutun gölgesinde pek çok aydınını, gencini, yazarını, sanatçısını kaybetti. Hele o yılların acısı, bir kama gibi saplıdır döşümüzde.
Kim derki 1980 karanlığında takılıp düştüğümüz merdivenler, çarptığımız duvarlar, canımızı acıtmadı? Hemen her ailede bir şekilde acı oturdu hayatın ortasına. Bir nesil gençliği, canlı, cansız gömdük de yürüdük o yıllarda.
Deprem hiç yakamızı bırakmadı! Bin dokuz yüz doksanlı yıllarda Erzincan, Dinar, Bingöl, Adana-Ceyhan ve korkunç Gölcük-Kocaeli, Düzce depremleri. Çok yıkıldık, çok öldük, çok acıdı! ”Kimse var mı?” çağrısı ne acılıdır!
Yine o yıllarda başlamış ve iyice azmış olan ve günümüze kadar gelen terör belası hepsinden daha çok acıttı canımızı. Yıllarca çok canımız yandı, üzüldük, gözyaşı döktük ülkece. Atalarımızdan teslim aldığımız şanlı bayrağın gölgesine sığındık, acılarımız ile daha güçlendik. Kolay değil 1980-2023, elliyi aşkın yıl, ülkemizin, insanımızın geleceğine, canına, malına kastedildi. Çok canımız yandı çok! O elli yıl, iki yüz elli yılımızı kaybettirdi.
Şerefle vatan görevi yaptığım 1991 yılında Şırnak, Görmeç’te taburumuzun bir bölük askerinin ve köyün üzerine düşen çığ yüze yakın Mehmet’imiz ve insanımızı bizden kopardı. Bu çığ gibi, memleketin değişik yerlerinde büyüklü küçüklü çığlar ile yine onlarca insanı yitirdik.
Kirli ellerin insanımızı, aydınımızı Sivas’ta yakarak katlettiği, asker, gazeteci ve aydınımızın katledildiği yıllar yine doksanlı yıllardı. Canımızdan can koptu, acılara garkolduk! Bu karanlık , bu acı bir başkadır!
İki binli yıllarda yine sarsıldık, düştük, yaralandık. Sultandağı, Bingöl, Van, Elazığ, Bingöl depremleri canımızı çok acıttı. Kimleri bıraktık arkada, ne hatıralar kaldı avuçlarımızda gözyaşı ile.
-”Kimse var mı?”
Cumhuriyetimizin temellerine tahrip kalıpları konulup ta sonra kalbimize hançer saplanırken o hain elleri tutup kırdık. Yine kanadık içimize. Gazi meclisi, kahraman ordusu ve vatandaşı ile bir oldu bu millet. Yaramızı sardık, acımızla yaşamayı öğrendik, ama dimdik durduk. Kardeş hançerinin acısı başkaymış! Daha acısı, keşke kardeşten hain çıkmasıydı!
Dünyada yüzyılda bir gelecek acıları yaşayacağımızı nereden bilirdik!? Önce tüm dünyayı kasıp kavuran Covit-19 pandemisi. Dünyada milyonu ve ülkemizde yüz bini bulan insanın öldüğü salgında “kapalı, kısıtlı günler”e hatırlayın ne acılar sığdırdık! Biz hekimler tuttuğumuz ellerin avuçlarımızdan kayıp gittiği o pandemi günlerinin acı hatıralı ile yaşıyoruz hala. Çare olmadığımız genç, yaşlı insanlarımızın ayrı ayrı hatıraları ile adeta acılardan nakış işledik yüreğimize. Çok yorulduk, çok üzüldük! Çok canımız yandı.
O gece, 6 Şubat 2023 sabaha karşı ve aynı günde Maraş, Hatay başta olmak üzere 11 ilde yaşadığımız “asrın afeti” denilen korkunç 7,7 ve 7,6 lık depremler şu an tarifte zorlandığımız, hala ve hatta duyumsamaya henüz tam başlayamadığımız çok çok büyük bir acıyı getirdi ülkemize. Altı gündür gözlerim ile gördüklerim, kulaklarım ile duyduklarım içime çok derinime akan bir acı oldu. Saat 04.17 de sarsıntı ile uyandığım o gece karanlığı hiç bitmeyecek gibi. Yine başımıza yıkıldı kendi ellerimiz ile ördüğümüz duvarlar, altında kaldık!
“İçiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir.” diyor F.Garcia Lorca.
Evet! Acımız içimize akacak usul usul.
Başka acıları dindirmek için biz gibiler susacağız!
Acımızı ifade etmeden, acı dindireceğiz.
Gün o gün.
Burası “Acılardan Ders Alma Enstitüsü"!
DR HARUN ÖZMEN