- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Sesimi Duyan Var mı
SESİMİ DUYAN VAR MI?
Karanlığın hırçın sesiyle inleyen yer gök, kadını oradan oraya savuruyordu uykunun en tatlı yerinde. Daha ne olduğunu bilmeden çaresizce odada amaçsızca koşturuyorken ne yapacağını bilmeden telefonu eline aldı; fakat yazacaklarını yazamıyor, arayacağı numaraları arayamıyordu. Hâlâ sarsıntılar devam etmekteydi. Belki 15 dakika belki de yarım saat oldu dinmek bilmedi sonsuz işkence. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Evi terk etmeye bile gücü yokken sanki bir mıknatıs çekiyordu. Uyuşmuştu olduğu yerde öylece.
Aslında hepi topu 1 dakika 27 saniye içinde olanlar; binanın 4. Katından son bir gürültü ile, çocukluğundan bildiği duaları okurken enkaz altında kaldığını anladı. Şu an kimsesiz ve yalnız bırakılmış gibi hissediyordu. Ortalığı toz bulutu sardı. Nefes bile alamıyordu. Koyulaşan karanlığın ardından sessizlik çökmüştü bu yaslı kente. Bir tek ışık hüzmesi bile yoktu. Şoka girmiş, elini, kolunu, ayaklarını oynatamıyordu. Bedenini kesinlikle hareket ettiremiyordu. Kapana sıkılmış gibiydi. “İmdaaaat!” diye haykırıyor, yanıt alamıyordu. Kimseler duymuyordu onu. Yalnızdı o akşam evde. Kimseden çıt yok. Ölü bir şehrin içinde gibiydi şu an. Çaresiz yüreği ile seher vaktinde: “Allahım, yalnızların yoldaşısın yardım et ne olur. Beni böyle bir başıma bırakma Allahım; dayanma gücü ver bana ne olur ya Rabbim.
Uzunca bir zaman düşündü. Elindeki telefonu fark edince mesaj yazmak istedi ellerini hareket ettiremiyordu. Bir süre, -kendini zorlasa bile- telefonun ışığına bakamıyordu. toz kaçmış gözlerini kısarak yavaşça, “elbet bir okuyan olur”, yardım ekiplerine haber verirler göçük altından çıkarırlar.” Diyerek tuşlara bastı. Dışarıdan uğultu şeklinde gürültüler geliyordu. Saatine baktı. Onca zaman geçmiş, zorla bir mesaj gönderebilmişti. Bulunduğu yer karanlıktı ve göz gözü görmüyordu. Kendini zorlamasına karşın gözlerini açamıyordu. Sarsıntılar durmaksızın devam ediyordu. Sanki her seferinde üzerine yeni bir yük biniyordu. Zaman ilerledikçe biraz daha mezarın içine gömülmüş gibi dibe çöktüğünü hissetti. Üşüyor, elleri ayakları tutmuyordu. Nefessiz kalmıştı nerdeyse; oksijen yetersizdi demek. O an ölüm korkusu sardı bedenini. Şu kısacık ömründeki olumlu, olumsuz ne yaşadıysa kare kare gözlerinin önünden geçmeye başladı. Tüm sevdikleri dikildi önüne, “gitmeden önce bize de sarıl” der gibiydiler. Gözleri doldu. Hıçkırıklarını tutamıyordu. Sol elini bükerek gözyaşlarını silmeye çalıştı. Düşündükçe nefesi daralır gibiydi.
Aklına akşam gökyüzünün alev topu gibi oluşu geldi. Ve arada bir ziyaretine gelen Karaca adını verdiği sokak kedisi depremden yarım saat önce odanın kapısını tırmalayarak çıkmak istemiş ve içeriye girince garip hareketler yaptarak dolanmıştı odada. O da şaşırmıştı bu duruma. Meğer bunların hepsinin bir nedeni varmış. Deprem sinsi yüzünü göstermişti gecenin bir yarısı. Aslında uzmanlar haftalar öncesinden televizyon programlarında duyurularda bulunmuşlardı. “Doğu Anadolu fay hattında deprem bekleniyor kırılmalar olabilir.” diyerek. Söylentileri İnternette de bazı paylaşımları görmüştü. “Neden önemsemiyoruz biz bu haberleri milletçe?” diye düşünüyordu. Sonra bir an uyku gibi daldı artçı sarsıntı ile kendine geldi… Havasız, diri diri mezarında umutla umutsuzluk arasında gelgitler yaşıyordu. Pamuk ipliğine bağlı hayatının öyküsü buraya kadarmış. Derinlerden ağlama sesi geliyordu hemen o an kendi gerçeğine geri döndü. Bir çığlık sesi ile feryat içinde acı çekiyordu birisi. İçi eziliyordu; farklı farklı nidalarda idi bu ağıtlar. Anlaşılan çok ölenler vardı. Sesler kulağına net bir şekilde gelmeye başlamıştı. Üşüyordu bütün vücudu yaprak gibi titriyordu. Üzerinde bir pijama çorapları da yoktu çıplak ayaklarını hissetmiyordu. Bir araç sesi duydu insanlar konuşuyordu: “Akşam oldu enkaz altından çok az kişiyi çıkarabildik” diyorlardı. Zamanın nasıl geçtiğini o da anlamamıştı. Demek ki 90 saat boyunca göçük altında hareketsiz, aç, susuz, duruyordu. İlaçlarını aksatmadan içmesi gerekiyordu. Ama maalesef ilaçları da yanında yoktu. İğneyle kuyu kazar gibi kurtarma ekipleri çalışıyor olmalıydı dışarıda. Arada bir “Sesimi duyan var mı?” diye haykırıyorlardı. Bir kaç defa seslense de sesini duyuramadı. Bayağı bir zaman sonra birisi fark etti. “Seni buradan çıkaracağız korkma!” dediler. Bekledi öylece uykusu gelmişti, susamıştı da, en önemlisi korkuyordu, ölmekten. Orada havasızlıktan donarak ölmek, terk edilme korkusu içini yakıyordu. Yine birisi daha anlatıyordu dışarıda: “10 ilde şiddetli deprem olmuş.” Hayal meyal o konuşmaları duydu ve ağlamaya başladı. Her şey bitti anlamsızlaşıverdi; yeniden film şeridi gibi geçti hayatı gözlerinin önünden kızdıkları, kırıldıkları, yaşadıkları ve istemeden kırdıkları. İyice yorgun düşmüştü artık.
Hiç beklemediği halde yüzüne kısık bir ışık huzmesi değdiğinde sıcak bir ses geldi. Anne şefkati gibi: “Senin için geldik yalnız değilsin, sakın korkmayın.” Dediler. Buz tutmuş bedeni o an ısınmaya başladı. İnce ince betonu fazla kırmadan açmaları gerekiyordu. İlk önce arama kurtarma köpekleri fark etmiş sonra emin olmak için termal kameralar ile anlamışlardı canlı olup olmadığını; bu bekleyişle birlikte zaman da ilerliyordu dayanma gücü giderek azalıyordu. Çok soğuktu kıpırdamadan beton tozu içinde susuz, nefessiz kalan cansız bir bedene dönüşecek düşüncesi nerede ise çıldırtacaktı. İnsanın ölümünü beklemesi kadar zor bir şey yokmuş bu geçen sürede imkansızlığa sürüklenirken düşünceler beynini kemiriyordu. Çünkü kurtarma ekipleri daha çok çalışmaları gerektiğini söylemişlerdi. Uzun vakit geçmesi direncini kırıyordu. Hangi yanı ile tutunacaktı hayata kimsesi kalmamıştı ne olacaktı bundan sonrası? Dünyadan habersiz bütün bağları kopmuştu. Bir el mesafesinde olduklarını söylediler ama ışıktan ve sesten başka bir şey göremiyordu. Yerinden kıpırdayamıyordu sonra bir el uzandı yavaşça çok titizlikle çalışıyorlardı kurtarma ekipleri yukarıya doğru sarsmadan çekip çıkardılar. 120 saat sonra enkazdan çıkarır çıkarmaz boynuna boyunluk takmışlardı. Vakit kaybetmeden hemen termal battaniye ile üzerini örttüler gözleri kapanıyordu. Üşümüş tatlı bir uyku ile ısınacakmış gibi duruyordu. Sıcak sobanın yanı başında duruyor gibiydi o an “Sakın uyuma!, biraz daha dayan! ” dediler. Sürekli sorular soruyorlardı sedyeye yatırana kadar konuşma terapisi devam ediyordu. Ağlıyordu çaresiz, yapayalnız öksüz bir çocuktan farkı yoktu. Neden ağladığını bilmiyordu; kurtulma sevincinden mi, yoksa yaşadıklarından mı? “ Herkes bir can daha kurtuldu. Mucize!” diyordu. Alkışlar eşliğinde ambulansa tedavi için sedye ile yatırılıp hastaneye gittiğinde ise oradaki 20 günlük mucize bebek depremden 60 saat sonra canlı olarak kurulması mutluluklarını ikiye katlamıştı. Avucunda annesinin bir tutam saçı hatırlamasa da ona hatıra kalacaktı. İyi ki bu ülkede doğmuştu herkes akraba, arkadaş, dosttu, kardeş, anne, baba oldu. Oradakiler acıyan yaraları sarmaya gelmişti. Ruhunun aldığı yaraları elbet zaman saracaktı. Biliyordu, bu pek de kolay olamayacaktı. Bunu bir kez daha anlamıştı o toza bulaşmış gözyaşlarını dökerken; yalnız değildi artık.
Ne badireler atlatmıştı bu ülkenin değerli insanları ama gene de ayağa kalkmasını bilmişlerdi. Yine de kalkarlardı, bundan hiç kuşkusu yoktu. Yeter ki kötüler önlerini kesmesin, onlara gölge etmesinlerdi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.