- 702 Okunma
- 4 Yorum
- 5 Beğeni
İnsana benzeyen öykü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
eşya, esnemekten, taşınmaktan, oradan oraya itilip kakılmaktan salondaki iki insanla aynı talihi paylaştığını bilir de anlamaz bir duruşla yeniye karşı durgun, neşeye karşı suskun bir havanın sonucu olarak olan bitenin tanığıydı. masadaki cam sürahinin ağzı suyun bıraktığı karbonattan bir tabaka ile kaplanmıştı. belki tortu bırakmak yorgun bir mizacın belirtisiydi. bilinir ki bazen bir evin biriktirdiği bir yerde kimliği olur.
-insan ölüm korkusuyla kendini sevmekten vazgeçmemeli, nasılsa bugün varım yarın yokum diye olacak iş değil, geçicilik varlığın eksiği değil kusuru değil, hatta övgüye mazhar bir durum. bu bir elmayı nasılsa çürüyecek diye beğenmememek, yemeye layık görmemek gibi bir şey. halbuki hayatın yüzü ne olursa olsun hazza dönük.
pencerenin önünde elli yaşına yeni basmış kollarını doladığı göğsünden ayırdı ragıp, sanki o sıra bir serçe ürküp uçtu. lacivert gömleğinin cebini şöyle bir yokladı, sigaradan kalma bir alışkanlıktı. bu sefer sandalyede oturanın yüzüne bakarak konuştu,
-lütfen azıcık dikkatini ver, mesela ölümden bahsetmek ifademi değiştiriyor mu? nereden bileyim ben belki yüzüm düşüyordur, anlattığıma zerre kadar inanmıyorumdur da, yapmacıktan bilmiş bilmiş sanki gerçek fikrimmiş gibi konuşuyorumdur. böyle konular hakkında konuşmak pek ilgini çekmiyor biliyorum. hele şu kendini sevme meselesiyle içten içe alay ediyorsun. ilacın yedek anahtarı olsa sevinen psikolog olurdu demiştin geçen gün, bir de, balinanın kanadı çıksa ilk kuzular uçmaya kalkardı mı neydi o?en iyisi bir çay koyayım, iyi gider şimdi, yemeği fazla kaçırdım zaten.
biri daha yenice bir şey demiş gibi başını gazeteden ayırdı. gazeteyi elinden masaya koyarken, yeşil örtü azıcık kırıştı, bunu fark etti mi yoksa mahsus mu öyle bıraktı bilinmez ama savrukluğuyla nasılsa birazdan çayı içip bardaği hemen koltuğun ayağına bir nöbetçi gibi yerleştirecekti.
-yaşlandı iyice. neredeyse sessizliğini ölçemez oldum,eskiden turşu bidonu gibi öylece olmayı sırasının gelmesini bekler ağzının kapağını açınca lezzetli bir söz çıkacağı belli olurdu. çala kalem konuşan aynı kişi mi? sanmam. durduk yerde münakaşaya girecek değilim. geçen hafta şirkete denetime gelen müfettişle atışmam yetmiyormuş gibi, sanki kadın efendinin sarf ettiği o söz kümesi, o kargacık burgacık seslerin arasından birazını çözdüğüm bir ufacık anlam iskeleti arasında az bir soluk az biraz canlı bir şeyler aradım da ne oldu? elimde avucum bir boşluğa kapandı. neymiş müfettiş hanımın meslek hayatı boyunca karşılaştığı yegane saygısızlığın sorumlusu benmişim. denetimin nasıl yapılması gerektiğini nasıl söylermişim. bir iz üzerinden giderken gözden kaçan çerin çöpün ileride kötü kokuya, izbeliğe, mezbereliğe neden olduğunu bir ben mi biliyorum acaba?
aniden hüzünlendi, bu o kadar çabuk olmuştu ki mutfaktan seslenen ragıp’ın çayın yanına bir şey ister misin sorusuna cevap veremeyecek kadar halsiz bıraktı. ukala, kibirli ya da ona benzer bir tanıma uyduğunun başkalarınca söylenmese bile öyle anlaşılır olduğunu biliyordu. oysa şimdi müfettişle giriştiği anlaşmazlığı anımsamak için bile yorgun hissediyordu. az sonra tepsiyle içeri girecek ve bir gülümseme eşliğinde gazeteyi okuduysan alayım diyecekti. ragıp için düşündüklerini eski bir alışkanlığına bağladı.
mükemmeliyetçi insan bir biçimde zihinsel olarak intihar eder, çünkü her neyse o olmamıştır.
akşam film sıkıcı olunca, birinin aklı bir kadına ve onun on yıl önce bir pazar günü, belediye parkında yürürlerken söylediklerine gitti.
"seni sevdiğimi zannediyorsun, halbuki nefret ediyorum senden. sana bağimliliğimdan ölesiye tiksiniyorum. yazacağın birkaç kelime için beklediğim saatlerden, kafamın içini bir zift gibi kaplamış sen fikrinden kurtulmak için çırpınıyorum. seni özlediğimi sanıyorsun, halbuki ben seninle geçen aylara rağmen zerre kadar özlemiyorum seni, buluşmamızı bir sınav olarak görüyorum, senin memnuniyetini değerlendirmek adına seni ne kadar sevdiğimi ispat edeceğim bir gösteri yalnızca. "
zil çaldı.
YORUMLAR
yazıyı bitirdikten sonra -ki bazen keskin ifadelerde hazır sırası gelmişken -dönüp özüme bakmama ve kendimle hesaplaşmama vesile olan bir yazı. tabi böyle kuru kuru dudak arasından 'bir yazı' deyip; kulağa yavan ve sıradan bi tabirmiş gibi algılanacak bu uygunsuz ifadeyi de böylesine basit bir cümle içinde tıkıştırıp kullanarak geçiştirmek de en son isteyeceğim şey...
çünkü bu yazı bir yazı değil sadece, çok çok daha fazlası...anlamların içinde anlamların, sorguların içinde sorguların, hesaplaşmaların içinde hesaplaşmaların birbirini kovaladığı ve dört koldan etrafının sarıldığı yaman bir yazı...
hiç beklediğim bir anda beni ters köşe edip hazırlıksız yakalayan, afallatan, bi süre kendime gelmemi ve normal ayarlarıma dönmemi zorlayan yazıları seviyorum.
e seni okumayı da ayrı seviyorum Parlain. epeydir yoksun. denk gelemedik bi türlü. cümlelerle paslaşıp paslarımızı şöyle adamakıllı üstümüzden atamadık.
iyi oldu iyi...arada gel böyle...sars beni, silkele...ölü toprağımı ve tozumu kaldır.
sevgiyle...
p.s: ben yorumu akşam yazmıştım ama niyeyse bi hata oluştu ve gelemedi yorum, tehirde kaldı...bütün uğraşlarıma rağmen bi daha giriş yapamadım...
Parlain m
Teşekkür ederim. Sitede bazen sorun oluyor, elektrik kesiliyor herhalde.
Jüli d
Seni okudum ve gülenin duvarına dokundum. Daha İyiyim.
Selam
Öykün çok iyi. Senin adına çok seviniyorum.
Parlain m
İlacın yedek anahtarı kaybolsa anahtarcısı psikolog olurdu.
Teşekkür ederim, selam.
Benlik koşar o yana, ben koşarım bu yana.
İnsan farklı güçlerin etkisinde "iyi" edimlerle yükümlü bir "merkez" varlık.
Renkten renge gimesin de ne?
Bu iyi de Gökten zembille inmiyor.
Hayat programını baz alarak "sen" oluşturuyorsun .
Rus kitaplığında edebiyatın önemli bileşkesi, eskiler "teati" derdi.
Bakışınız güzel.
Buluşlarınız hayranlık uyandırıyor.
İnanın iş olsun diye değil, gerçekten.
😊
Afedersiniz yemekten az daha alayım.
Çok saygımla Üstadım.
Parlain m
Teşekkür ederim saygımla Deniz Tayanç.