- 305 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şiir Gibi Adam
Bir yaz akşamıydı, balkona yayılmış hem kahvemi içiyor, hem de hayâl dünyamda seyahat ediyordum ki çalan telefon sesiyle gerçek dünyaya hızla transfer oldum.
-Alo, efendim.
-Diyne menim şair oğlum Şehriyar / Bir ömürdür gam üstüne gam galar.
Uzun yıllardır duymadığım bu sesi, hemen tanımıştım. Karşılık vermeme fırsat bırakmadan devam etti:
“Kaybolup gidiyor sürgünler birer ikişer
Sürgünler şehrinin karanlık sokaklarında…
Kimileri daha çok genç
Umutları var aldığına uzaklarda
Kimilerinin beyaz güller açmış şakaklarında
Kimilerine taze umutlar yeşerirken
Kimileri için bir salâ okunuyor
Sürgünler şehrinin şafaklarında…”
-Ağabey merhaba, sürpriz oldu.
-Dinle…
Dinliyorum. O Davudî ve her zaman etrafa neşe saçan ses, şiirdeki kelimelere göre ayarlanmış melodik ritim misâli; bir hüzünlü, bir hiddetli, bir küskün…
“Şu eski binanın sütunları
Sütun bacaklı dilberler misali ayakta
Dimdik…
Ökçeleri sağlam basıyor zemine
Meydan okuyor arsız zamanın
Devranına demine…
Dibine çöken şu yaşlı adam
Avurtları çökmüş
Toprağı çöken kör kuyulardan mülhem
Saç sakal rüzgârın eşliğinde raks ediyor
Karışmış birbirine
Alabildiğine…
Sanki hayatın kördüğümü
Üst baş desen pejmürde
Duyguları namütenahi
Düşünceleri bin bir yerde
Ne kimseler onu dinler
Ne de kimselere ulaşır onun sesi
Arsız yerkürenin masum abidesi!..”
(SÜRGÜNLER ŞEHRİ adlı şiirimden bölümlerdi bu okudukları.)
-Uzun zamandır görüşmüyoruz ama hayretlere muciptir.Nereden bildin benim yaşlı ve perişan hâlimi de bu kadar ustaca tasvir ettin be oğlum? Hem, şair yönün var mıydı senin? Şehriyar’lığa mı soyundun?
-Estağfurullah ağabey, sen o kadar yaşlı değilsin bi kere, bu bir. Şehriyar’lığa soyunmak benim ne haddime, bu da iki. Estikçe karalıyoruz birkaç mısra… Hem, anlıyorum ki internet dünyasıyla da haşır neşir olmuşsun. Nerden buldun şiiri, nasıl ulaştın bana?
-Bilirsin, ben inatçı adamımdır. Bir şeyi istersem onu mutlaka başarırım. Özlemiştim seni, bulmak istedim ve buldum. Nasıl bulduğumu boş ver…
Gerisi bildiğiniz hâl hatır sormalar, geçmişi yâd etmeler…
Uygun bir zamanda buluşmak üzere anlaşarak telefonda vedalaştık…
***
Şair değildi ama şiir gibi adamdı…
Bencileyin Kars’ın bir köyünde doğmuş, küçük yaşta ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmişlerden biriydi. Ailece, sonraları göç edenler gibi varoşlara yerleşmek yerine, şehrin en merkezi semtlerinden birinde küçük bir apartman dairesi almışlar ve çocuklarını da en iyi okullarda okutmak için gayret etmişlerdi…
Kabataş Lisesini bitirmişti şiir gibi adam. Sonra da İTÜ inşaat…
Yerine ve adamına göre bir İstanbul beyefendisiydi. Türkçesi su gibi akıcı ve duruydu. Kelimelerini hep özenle seçerek konuştuğunu sanırdınız, oysa o hep nazik, hep saygılı, hep mütevazı ama tevazuun altına sakladığı bir bilge kişiliğe sâhipti…
Yerine ve adamına göre bir İstanbul bitirimiydi. Aksanını eğip büker, şoför ağzıyla muhatabını makaraya sarar, kelimelerle döverdi…
Hoş sohbetti. Ummanlar enginliğinde şiir bilgisi vardı. Terkib-i Bend’i, Terci-i Bend’i eksiksiz ezbere okurdu. Neyzen Tevfik’ten, Şair Eşref’ten, Tevfik Fikret’ten, Mehmet Akif’ten, Namık Kemal’den hicivlerle süslediği sohbetleri, ehl-i kemâl ve ehl-i kelâma lezzet verirdi…
Zaman ve zemin mefhumu tanımazdı. Her meclise, her kişiye uyar, her damağa farklı şerbetler verirdi. Her kesimden insana söyleyeceği sözü, anlatacağı bir hikâyesi ya da bir kıssadan hissesi olurdu mutlaka…
Câhile nâdana pek yüz vermez, çok bilmişleri kırıp incitmeden sözleriyle döver, inceden ayar verirdi…
Âşk ve meşk meclisinde Şems ve Mevlâna, bilgeler deminde Sâdî Şirazî, mey meclisinde Hayyam gibiydi… Sözün dürr-ü yektası, bilginin umman-ı deryasıydı…
İyi derecede Fransızca ve İngilizce bilirdi. Başkaları gibi cümlelerinin arasına bu dillerden birkaç kelime sokuşturup hava basmaz, tam tersine öyle yapanlardan nefret ederdi. Buna mukabil, Osmanlıcayı bihakkın bilir, sözlerinin arasına hep bir iki kelime serpiştirir, anlamayan olursa ona da sabırla açıklardı…
Hazır cevap bir adamdı…
Dış kapıya yaslanmış, ayak üstü düşünüyor bir seferinde. Pek hoşlanmadığı bir iş arkadaşımız:
“Abi, ne bekliyon ya burada?”
“Godot’yu bekliyorum”
“Godoş da kim abi ya?”
“Baban olsa gerek”
Hiçbir lâfın altında kalmazdı… Çok konuşana: “Dehan-ı kebirin dürr yerine tükürük saçıyor” derdi…
Orta boyu, mavi gözleri, hep gülen dolgun yüzü, sevecenliği, babancanlığı ile etrafına neşe saçardı…
Hiç kimseye haksızlık etmez, hak ve adalet duygusundan asla ayrılmaz, kul hakkı yemez, gönül kırmamak için azami gayret sarf ederdi…
En kızgın zamanlarında dahi, yüreğinin sevgi dolu olduğunu bir küçük tebessümle göstermeyi ihmal etmezdi…
Bir bilge, bir söz ustası, bir gönül adamıydı şiir gibi adam…
***
Dün gene bir salâ okundu sürgünler şehrinin şafaklarında…
Altmış sekiz yaşındaki şiir gibi adam, sustu dün sabaha karşı…
İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn…
Cahit Kılıç
İstanbul, 03 Nisan 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.