- 517 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Ocağın Batmaya...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gerçek bir köy kahvehanesi öyküsü
Ölmüşlerin hatırasına hürmeten kişi isimlerini ve yer adlarını hayali olarak değiştiriyorum. Bunun dışında anlatacağım her şey aynen olduğu gibi yaşanmıştır. Ortaokul 2 veya 3 diye hatırlıyorum. Almanya’da yaşayan amcam istekte bulunarak dedem ve babaannemi 6 aylığına kendi yanına götürdü. Bütün yaz tatillerini köyde geçirmiş birisi olarak bu yıl gidemeyecek olmak can sıkıcıydı. Bir süre sonra halamın köye geçtiğini duyduğumda alelacele eşyalarını toplayıp önce otobüsle ilçeye geçip oradan da köy dolmuşuna bindim. Bozkurt köyünden bir amcanın bir bana dönerek Türkçe bir yanındaki köylüsüne dönüp Çeçence konuşarak yaptığı muhabbetin ardından kavşakta akasya ağacının yanında inmesiyle birlikte az bir süre daha devam eden yolculuğu tamamladım.
Aradan birkaç gün geçti geçmedi Azmi abi bizim eve geldi, hoşbeş edip konuştuktan sonra bana “Köyleri gezeceğim sen de benimle beraber gelmek ister misin” diye sordu.
Azmi abi yıllar önce ilçe merkezinde beyaz eşya tamir servisi üzerine bir işyeri açmış, yıllarca orayı işletmiş ama kumara ve alkole olan düşkünlüğü nedeniyle hiçbir zaman istediği kazancı elinde tutmayı başaramamıştı. Nihayet bir önceki yıl işlerini de yürütemez duruma düşmüştü. O kötü alışkanlıklar olmasa belki de çok iyi bir maddi duruma sahip olabilecekti. Bunları anlatmakla yanlış mı yapıyorum diye bir rahatsızlık duymadan söyleyebiliyorum çünkü kendisi de açıkça her yerde anlatırdı kumar oynadığını içki içtiğini. Zaten bilmeyen de yoktu, kendisi de gizleme gereği duymazdı. Yaptığının iyi bir şey olmadığının da farkında olurdu zaman zaman, kurtulabilmek için bir iki kere girişimde bulunduğunu da biliyorum. Bu yüzden bunları anlatmakta herhangi bir mahsur görmüyorum. Buna karşın son derece kibar bir insandı. İstanbul Türkçesine yakın bir dil ile konuşurdu köy yerinde kolay kolay rastlanmayacak bir biçimde. Kimsenin kalbini kırmazdı, konuşmalarında karşısındakinin canını sıkabilecek bir şey söylediğini fark ettiği anda sözlerini geri toparlar nazik bir biçimde gönül alırdı. Sabahları midesi ekşidiği için karbonat yutardı. Bir parmak uzunluğunda karbonat satılırdı tek kullanımlık, onlardan taşırdı yanında. Bir ucundan açar kafasını geriye iter ağzına boşaltırdı karbonatı. Aslında sabah kalkar kalkmaz aç karnına bir bardak zehir gibi demli çay ile sigarayı içmese belki de buna gerek kalmayacaktı.
Bir önceki yazın sonuna doğru dükkanı kapatıp kışı işsiz geçirdiği için tamir eşyalarını ve özellikle buzdolaplarına gaz basmaya yarayan makinayı Anadol marka arabasının arkasına yerleştirmiş, böylece köyleri günübirlik gezerek para kazanmaya çalışacaktı. “Ağzı laf yapan birine ihtiyacım var” dedi bana, “girdiğimiz köylerde insanlara niye geldiğimizi anlatacağız, gerekirse anons yaptıracağız” diye bitirdi cümlesini.
Böylece benim de, farkında olmayarak halk kültürünü bizim köyün dışındaki başka yerlerde gözlemleme ve işitme fırsatı edineceğim ilk gezilerim başlamış oluyordu. O zamanlar bu durumun ve öneminin farkında değildim tabiki. Önce köyümüze en yakın olan Yücealan köyünden başladık. Köyün girişine asılan tabelada "Hoşgeldiniz" yazıyordu. Azmi abi neşeyle "Hoşbulduuuuk!!" dedi arabayla tabelanın yanından geçerken. Ve böylece oradaki işimiz bittikten sonra çemberleri genişleterek daha ileri köylere doğru gitmeye başladık. Emlek yöresinde adım atmadığım köy kalmayacaktı…
Gerçekten de girdiğimiz köylerde anons imkanı varsa köy odalarından, muhtarlıklardan, camilerden hoparlörden duyuru yaptırıyorduk, yoksa biraz bağırıyorduk “tamirci geldi” diye… İnsanlar başımıza toplanıyordu, o zamanlar köyler kalabalıktı. En sık yaptığımız iş buzdolabına gaz basmaktı Bunun dışında yayık makineleri başta olmak üzere diğer tamir işlerini de yapıyordu Azmi abi. Hakkını vermek gerekir iyi bir ustaydı, elinden her iş geliyordu.
Hem para kazanıyordu Azmi abi, hem artık hangi öğüne denk gelirse yemeğe davet ediyorlardı ille birileri çıkıyordu bizi sofraya buyur eden. Varsa ağaçlardan meyve koparmamızı söylüyorlardı, bostanlardan salatalık domates veriyorlardı.
Böylece köy köy gezdik, dağ başlarındaki en küçük mezralara kadar bile gittik. Tepelerden yokuş aşağı inerken Anadol marka arabanın kontağını kapatıp benzin yakmasın diye kendi haline bırakıyordu aracı. İlk defa o zaman fark ettim bütün köyler birbirinin aynısı değildi (o zamanlar için söylüyorum) her birinin farklı bir kültürü vardı, her köyde farklı bir dünyanın kapıları açılıyordu. Anlatılanları dinliyordum, insanların kendi başlarından geçen öykülere birinci ağızdan tanıklık ediyordum. Geziye başladığımızın üçüncü veya dördüncü günüydü Alacaviran köyüne gittik ve orada köy ahalisinin tamir işlerine baktıktan sonra bir tepenin başında bulunan bir kahvehaneye girdik. Dinlenip çay içtikten sonra, çıkmaya yakın kahvehaneci yanımıza gelerek masaya oturdu. Azmi abiye döndü ”Akşam yine iş var köyde, gelebilir misin?” dedi O da “Tamam bir iki köy daha gezelim, ben Deniz’i eve bıraktıktan sonra geri dönerim” dedi. Böylece ilginç bir biçimde her iki üç günde bir Alacaviran köyüne tekrar uğramaya başladık.
Bu şekilde bir yaz boyunca gezdik. Yazın sonuna doğru bir akşam yine eve döndüğümüzde Azmi abi, bizim bahçenin girişindeki alacanın (basit tahta kapı) önünde beni bıraktı. Yürüyerek eve doğru gittim, kapının önüne vardığımda dedemin dönmüş olduğunu gördüm.
Hoş geldiniz, ne yaptınız ettiniz muhabbetleri bittikten sonra dedem bana döndü; “Azmi ile geziyormuşsun öyle mi?” diye sordu. “Evet dede, köylere tamir işlerine gidiyoruz. Ben de ona yardımcı oluyorum” dedim. “Nasıl iyi kazanıyor mu?” dedi “Vallaha dede, çok iyi para var bu işte” dedim. Dedem biraz suskun kaldıktan sonra “Aman sakın ha onun aklına uymayasın” dedi. Şaşırdım. “Ne aklıymış dede?” diye sordum. Anlamadığımı görünce eliyle boşver gibisinden bir hareket yaptı. Yine biraz sustuktan sonra “Nerede o şimdi? Çağır da yanıma gelsin, bir konuşayım” dedi. “Alacaviran köyünde iş varmış, tekrar oraya gidecekti, yola çıkmıştır. Şimdi bulamam yani” diye yanıtladım.
Dedem kafayı kaldırdı, yüzüme tuhaf tuhaf baktıktan sonra; “Ocağın batmaya… Oğlum o iş başka iş” dedi. “Ne işiymiş dede” diye sordum. “Anlamadın mı bunca zamandır? Gidip kumar oynuyor işte” dedi. Dedemin bu sözü üzerine zihnim aydınlandı. Akşamları da gelebilirim dediğim de beni niye götürmemek için türlü çeşitli bahaneler ürettiğini şimdi anlıyordum. Gündüzleri kazandığı parayı iki üç günde bir gidip akşamları orada kaybedip geri dönüyordu anlaşılan. İçki de içilirdi elbette ki...
Aradan çok zaman geçti. Azmi abi öleli yıllar oluyordu. Yüksekokulda göreve başladığımın ikinci veya üçüncü yılında yeni gelen öğrencilerle dönemin başında tanışırken “Memleketiniz neresi? Nereden geliyorsunuz?” diye sorduğumda herkes kendini tek tek tanıtırken geldiği şehri veya ilçeyi söylerken, erkek öğrencilerden birisi “Memleketim burası, Alacaviran köyünden geliyorum” dedi. İlginç bir tesadüf… “İyi bilirim oraları” diyerek başladığımız kısa söyleşinin içinde “Babam kahvehaneci, hocam” dedi. Gülümsedim, “Tepenin başındaki mi? Diye sorduğumda “Evet” diyerek yanıtladı. Öğrencilerle tanışma faslı bittikten sonra derse başladım. Sınıfın içinde gezinerek 5-10 dakika kadar ders anlattıktan sonra, herkes kafayı eğmiş söylediklerimi deftere not alırken, arkadan öğrencinin yanına doğru yaklaşıp kulağına doğru eğildim. “Baban kumar oynatmaya devam ediyor mu?” dedim. Öğrencinin gözleri şaşkınlıktan faltaşı gibi açılarak bana doğru baktı. Ne diyeceğini bilemedi. Ben anladım, sen nereden biliyorsun diye sormak istiyordu ama olmuyordu. Sessizce fısıldayarak “Uzun hikaye, sadece meraktan soruyorum” dedim. “Hayır hocam, birkaç sene önce emekli oldu, kahvehaneyi de kapattı” dedi.
Zaten artık köyler tamamen boşalıyordu, insanlar ilçeden ve en yakın şehirlerden başlayarak daha ötesinde büyük kentlere göçüyordu. Evlere giren televizyonların ardından ceplere giren telefonlarla birlikte sözlü gelenek çökmüştü. Nesilden nesile aktarılan hikayeler, efsaneler, masallar bir sonraki kuşağı anlatılmaz ve onlar tarafından da dinlenilmez hale gelmişti. Çocuklar sokak oyunlarını bırakıp bilgisayarların başına oturuyordu artık köylerde bile. Yaklaşık 10’ar yıl arayla farklı iki vesile ile bu kez çapını genişleterek Şarkışla’nın bütün köylerini iki kez, ayıca Gemerek ve Altınyayla’nın köylerinin önemli bir kısmını, Yıldızeli’nin yakın köylerini, hatta yakın şehirlerdeki komşu köyleri gezerek gördüm. Teknoloji bir yandan çok fayda sağlarken bizlere diğer yandan kültürel anlamda çok şeyler alıp götürdü.
Ben elimden geleni yaptım duyduklarımı hatırladıklarımı derleyebildiklerimi yazıya geçirmeye çalıştım.
© Deniz Karakurt - "Anılar" kitabı
YORUMLAR
Hocam başım döndü zaman çizgisi üstünde dolaşmaktan.
Gemerek, Altınyayla..
Akla üşüşenler...
Tamirci yardımcısı...
Ve rengi solmuş bir Anadol macerası.
Köylerin her birinin ayrı dünyalar oluşu.
Bir çok.
Pek çok şey...
Öykü dedin mi..
Hocam çok teşekkür ederim.
Çok saygımla Hocam.