- 481 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Büyük Gündem
“Büyük Gündem” Üzerine Derkenar
“Büyük Gündem” Yazar Mehmet Özger Bey’in, Zarif Yayınları aracılığıyla, 2022 tarihinde okurlarıyla buluşturduğu eseri. Yirmi beş yazının yer aldığı kitap, yüz altı sayfa hacmindedir. Kapı, mesafe, ilkeler, insan, bedel, sanat, hakikat, mitler, dil, zaman olgusu, melankoli, ölüm, aşk gibi birçok konu içeriklerde ele alınmaktadır. Örneğin, "Kapı" konusunda, Kuran’ın kapısı, Fettah, fetih, cennetin sekiz kapısı, sarayların kırk kapısı, şehirlerin yedi kapısı, birine kapı olmak, kapının ardı gurbet, şehirdeki kapımız gibi birçok olguyla içerik nakış nakış işlenmektedir. Yazılanları daha çok fikir yazıları ile beraber deneme yazım türüne yakın olduğunu görmekteyiz.
Yazılarda yer bulan konular, hem tersten, hem de madalyonun diğer yüzünden okunmaya çalışılmıştır. Bunu bir hikâye üzerinden ele alırsak; Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar: "Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?" Doktor, "Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?" der. Adam, "Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan daha büyüktür. "Hayır," der doktor, "normal bir insan küvetin tıpasını çeker." (sayfa 58) Aynen burada olduğu gibi gerçek doğrular sadece şıklar içerisinde değildir. Şıkların dışında da doğruları aramak gerekir.
Hz. Âdem’in dünyaya gelişiyle başlayan bir serüvendir yaşadıklarımız. “Mitoloji üzerine çalışanlar bu tip temel mitlere köken mitleri derler. Nostalji bağlamında düşünürsek cennetten kovulmak bir köken mitidir” (sayfa 99) İslam medeniyetinin yanında, devlet ve millet olguları da aynı çerçeveden ele alınmaktadır. Heidegger’in “Dünyaya fırlatılmışlık” benzetme karşısındaki, “eşrefi mahlûkat” anlayışımızın karşılaştırması yapılır. Bununla beraber milletin kendine özgü felsefesi olması arzulanır. Kendi felsefesi olmayan bir milletin dünyaya ufuk olma imkânının olmayacağına dikkat çekilir. Gelecek dünyaya yönelik, yapay zekâ, transhümanizm, posthümanizm, think thank, cemaatler, sosyal medya, trol, gibi birçok konu masaya yatırılır ve inancımızın öğretileriyle beraber kritik edilir. Tüketim katedralleri olarak isimlendirilen alışveriş merkezleri, modern tabir edilen insanın zaafları, yanlış bakış açılarını da bunlara ekleyebiliriz. Her yeni şeye kıymet addeden bir anlayışlara eleştiriler sıralanır. Bu anlayış yaşlılara “eski”, çocuklara “yeni” damgasını vurarak, yaşlıları atıl konuma taşır, çocukları ise yüceltir. Her ne olursa olsun insan, hem nisyan hem de ünsiyet üzerine yol almaktadır. Her türden çabaya rağmen zaaflarıyla, yetersizlikleriyle bir şekilde insanlık yolunu alacaktır.
Burada ilgimi en çok çeken, derinlikli “Eros ’un Istırabı’ndan Fuzuli’nin Istırabına” yazısıdır. “Eros ’un Istırabı, kitabında Chul Han’ın Eros miti üzerinden kapitalizm, neolibaralizm gibi günümüz insanı sömüren ideolojileri, tüketim kültürünün insan hayatının her boyutunu nasıl etkilediği ele alınmaktadır. Chul Han’ın bu eserinde vurguladığı tüketim kültürünün pasif bir parçası olan kişinin, etkin bir özne olamayışı ve kapitalist sistemin önüne sürdüğü zokayı yutarak nesneleşmesidir” (sayfa 77) denmektedir. İvan İllich, “Okulsuz Toplum” da kapitalizmin kişileri tüketim kültürüne ve söz konusu yaşam biçimine itenlerin eskinin din adamlarının yerini tutan öğretmen, doktor vs. olduklarından bahisler vardır (sayfa 73) Bu çerçevede, Descartes’in, Kartezyen felsefesine de gönderme de bulunulur.
Bunlarla beraber, bilim, Tanrı, metafizik gibi konular hakkında da etraflıca açılımlarda bulunulur. Fikr-i sabit haline gelen her türlü kalıp düşünce sorgulamadan geçirilmesi gerektiğinin altı çizilir. Düşünceyi öğrenmek gerektiği vurgulanır. Bu konular hakkındaki yaklaşımları elbette ki yazarın kendi fikri ve muvazenesi çerçevesinde olmaktadır. “Bilime kutsallık atfeden modern insan, bilimin yanılabileceği ve yanıltabileceği gerçeğini göremez” (sayfa 18) diyerek, yazar bu konunun açılımına şöyle devam eder: “Eski kavimlerde görülen putlardan pekte bir farkı yoktur bilimin” (sayfa 18) diyerek bu çarpıtılmış bilim anlayışına eleştirisini daha bir üst perdeden yapar. Hz. Ali’ye isnat edilen; “ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” sözünün derinliğinde, kapalılığında ve anlayanın niyetine göre şekillendiği bu anlayışta, okurla hasbihal içerisinde olunmaktadır.
Yazar, anlatımlarını; sinema ve filmler üzerinden de ele almaktadır. Aşkın Yolculuğu (Yunus Emre dizisi), Dekalog filmi (Polonyalı yönetmen Kieslowski’nin, Hz. Musa’ya inen on emri baz aldığı filmi), Dövüş Kulübü (“ihtiyacımız olmayan şeyleri alabilmek için nefret ettiğimiz işleri yaparız” mesajının verildiği film), Tarkovski, nostalji filmi, Yönetmen Berkman, Kim Ki Duk’in İlkbahar Yaz Sonbahar Kış İlkbahar adlı kült filmi gibi örnekleyebilirim. Mesela, Dekalog filminin ilk bölümünde, “ateist baba, buz pateni yapmak için izin isteyen oğluna meteoroloji değerlerine bakıp modern bilimin büyük dâhisi bilgisayar üzerinden yaptığı hesaplamalarla buzun kırılmayacağı sonucuna varır ama buz kırılır ve çocuk ölür. Babanın inandığı pozitivist bilim ve rasyonel akıl öngörü kabiliyetine sahip değildir. Şeklinde gelişir ve sonuç olarak Tanrı dışında hiç kimseyi/ hiçbir şeyi ilah kabul etmeyeceksin" (sayfa 17) anlayışıyla Hz. Musa’ya inen ilk emre bir göndermede bulunulur. Yine aynı Dekalog filminin ilk bölümünde verilen mesaj nettir, şu şekilde; “bilimi mutlaklaştırıp Tanrı’ya ortak koşarsanız hüsrana uğrarsınız” (sayfa 18)
Yazar, eleştirilerini daha çok çağımızın seküler anlayışları üzerinden yapar. Neolibaralizm, kapitalizm, sosyalizm gibi birçok anlayış bu eleştirilerden nasibini alır. Batı fikriyatında olan Godot ile İslamiyet’teki Hızır anlayışını karşılaştırır. Godot’u bekleyenlerin zamanı öldürdüklerinden bahseder. Ve hayatlarını “Paris Sıkıntısı” olarak yaşadıklarından ve Sisifon denen hastalığa tutulduklarından bahisler vardır. Godot’un bir kurmaca olduğundan, Hızır’ın ise hep diri olduğundan bahsedilir. Ve devamında Hızır’ı hep bekleyeceğimize vurgu yapılır. İnancımızda, metafizik anlayışta yer edinmiş olan bereket, hikmet, kader, nasip ve başka bir taraftan aşk gibi birçok kavrama; pozitivist bilim ve rasyonel akıl, cevaplar verememektedir. Hatta çoğu psikolog ve nörolog, aşka; bir hastalık damgası vurarak mevzuyu kapama yoluna gitmektedir. Bilim iyidir, güzeldir ama kutsallaştırma boyutuna taşınınca işin rengi değişmektedir. Mesela, bir İbrani atasözünde şöyle denmektedir; “Tanrı’yı güldürmek istiyorsan ona planlarından söz et” Bu bahsi bura da sonlandıralım devamını “Büyük Gündem” kitabına havale edelim. Bizim gönül coğrafyamız dışı medeniyetlerin değerlerini hep eleştiri odağında tutmaz elbette yazar. Felsefi boyutuyla bu değerlerin öğretilerini de insanlığın ortak öğretileri olarak görür ve övgüsünü de yapar. Mesela Aristo’nun okulun giriş kapısına “Kendini bil” yazısını yazdırdığından bahseder. Bizde ki “edep ya hu” anlayışımızla ne kadar paralel bir anlayış değil mi?
İktidarlar ve hâkim olan güçler ister devlet bünyesinde olsun ister sistem bünyesinde olsun hep kendilerine uyumlu, sömürebilecekleri, tüketime endeksli bireyler isterler ve isteklerine kavuşmada da çok zorluk çekmezler. Çünkü insanların zaaflarından nemalanırlar, sürü psikolojisini kendilerine bir ambalaj telakki ederler. “Epistemolojik ve ontolojik olarak iktidar/lar ile farklı kulvarda hareket etmektedirler. İktidar/lar düzene uyumlu bireyler yetiştirmek isterler” (sayfa 65) dediği gibi ayrıca yazar, birçok olguyu tersten de okumaktadır. Bu durum, düşünürün muhalif kişiliğinde, öngörülerindeki geniş perspektifte ele alınır. Bu tezlerini, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç başta olmak üzere, Yunus Emre, Şeyh Galip, Pir Sultan, İkinci Abdülhamid, Nurettin Topçu, Fethi Gemuhluoğlu, Tanpınar, Ahmet Haşim, İsmet Özel, Yahya kemal, Fuat Sezgin, Nuri Pakdil, Aristo, Oscar Wilde, Bergson, David Le Breton, Heidegger, Tolstoy, George Orwell, Chul Han, İvan İllich, Francis Bacon gibi ismini sayamadığım birçok değerin fikirleri üzerinden ele almaktadır. Mesela, Tolstoy’un dediği gibi; “tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir” (sayfa 21) Bu sözü, “Terk Etmenin Retoriği” yazısını destekleyici bir açılımda, farklı boyutlarıyla ele alınıp işlendiğini görmekteyiz.
Çok beğendiğim, etkilendiğim birkaç sözü, yazı bölümünü buraya taşımak istiyorum izninizle.
“Hindistan’da doğan çocuklar sürekli yılanlarla yüz yüze kalacakları için doğduklarında ağızlarına azıcık zehir akıtırlarmış. Bu sayede çocukları yılanların zehrinden korurlarmış" (sayfa 15)
“Zamanı yaratan ve ona ayar veren tek varlık Allah’tır” (sayfa 51)
“Düşünmek için durmak gerekir” (İsmet Özel, sayfa 57)
“Kirli sermayenin ilkesi olmaz” (Nuri Pakdil –sayfa 59)
“Herkes gibi olmak olmayacak bir şey/ Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey” (Sezai Karakoç, sayfa 60 )
“Ağlayabilesiydiniz anlayabilirdiniz” (Necip Fazıl – Reis Bey – sayfa 79)
“Eskiden bozulan ampulü bile kırmadan atın derlerdi. Bozuk ampule merhametle bakıştır bu (sayfa 80)
“Aramaktan amaç bulmak değildir, yolda olmaktır” (sayfa 97)
Çağımız, bir melankoli çağı olarak adlandırılır ve melankolinin belirtileri olan, hayatla olan ilişkileri kesmek, durgunluk, kendi içine kapanmak ve en önemlisi de gelecekten beklentileri yitirilmesi gibi birçok hastalıklar bu anlayışların baş müsebbibi olarak görülür. Bütün bu anlayışlar inancımız perspektifinde ele alınır. “Bir ahiret düşüncemiz ve cennet fikrimiz varsa ölüm bile bize ağır gelmeyecektir” (sayfa 21) Anlayışıyla, ön kabulüyle birçok hastalıklı anlayışların üzerine bir çizik atılır adeta. Yazar’ın, Sezai Karakoç’un “Metafizik Gerilim Şartı” anlayışındaki metafizik bir hız/hareket, büyük atılımların öncülü olabilir, açılımıyla konunun ele alındığını görüyoruz. Bu içerikler de yazarın; Üstat Sezai Karakoç’un fikirlerini, anlayışını ele aldığı çalışmalarının ve kitabının da olduğunu öğreniyoruz. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi düşünürlerimizin, yazarlarımızın “bir hareket medeniyeti olan İslam” perspektifinde bir düşünce geliştirdikleri muhakkak. “İslam’ın; hareket, hicret ve ceht” medeniyetinin olarak ele alınmasıdır bu anlayış. Müslümanların çok çalışması, üretmesi, çok okuması üzerine nakşedilmiş bir hareket. Çalışmayı kutsallaştırmayan bir boyuttur bu tabi ki de. “Boş değirmen metaforundaki kendi kendini yiyen, bitiren anlayışlardan uzak kalınması gerektiğinin vurgularının yapıldığı hareket. İnşirah Suresinde Allah; “Bir işi bitirince hemen diğerine başla” Ayetiyle beraber, “insan boş değirmen olmamak için sürekli kendisine yeni uğraşlar bulmalıdır” (sayfa 29) Şeklinde derinlemesine ve geniş bir perspektifte yol alan bir kaynak.
Hayatın geçiciliğine, dünyaya ve insanlara dair derinlemesine mülahazalarda, fikir jimnastiğinde bulunulur. “Dünya ile mesafeli bir ilişki kuramaz isek sonumuz hüsran olur” (sayfa 14) Hz. Mevlana’nın kabak hikâyesindeki uç bir noktada ele aldığı gibi dünya ile mesafeyi koruma gerekliliğine özellikle vurguda bulunulur. “Dünyanın zararlı tarafına maruz kalınırsa, bireysel ve toplumsal hastalıklar ortaya çıkar” (sayfa 15) Tespitine katılmamak mümkün değil. Bu anlatımlarına bizim kültürümüzden ve insanlığın diğer kültürlerinden verilen örneklerle, alıntılarla konu anlatımı daha da genişletilir. Mesela, Dostoyevski, “Yer Altından Notlar” kitabında, “insan, mükemmel bir dünya tasarımına sahip olsa dahi onu bir şekilde bozar ve sorunlu hale getirir” (sayfa 17) demektedir. Tabi ki de bu anlatımların hepsi bir konu çerçevesinde ve bütünlüğünde ele alınmaktadır. Kitabın son kısmı da aşk üzerine ayrılmıştır. “Aşksız göz kördür, aşk bir nazardır, aşksız yaşayan bir ömür insanın sırtında kamburdur” Şeklindeki anlayışlardır bunlar. Başka bir mülahaza da şu şekildedir. “Aşk var oluşun bir cüzüdür, metafizik bir kanattır. O Kanat olmasa uzakları göremezsin, o kanat olmasa yükseklere çıkamazsın” (sayfa 105) Yunus’un dediği gibi “Aşk gelecek cümle eksikler biter” İyi okumalar.
İlkay Coşkun
Yolcu Dergisi
Sayı 107, Yaz 2023