- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Pazar sayfası
Cam ne kadar buğuluysa, dışarısı o kadar soğuk, içerisi o derece sıcaktı bilinende.
O oysa daha bu sabah kendimi dışarda gibi hissediyordum. Taksim’de küçük bir otel odasında kulağımı tırmalayan o sesin yorucu telafuzuyla bana bir şeyler söylemesiyle uyandım. Güçlükle açtığım gözlerimin önünden bir tomar para komidinin üzerine doğru düşüyordu. Bir taraftan o "bir kaç gün ortalarda görünmemek gerekiyor, sen başının çaresine bakarsın otelin borcunu kapadım. Burda kalmaya devam edebilirsin. Ya da Neriman’a git sen bilirsin ama başını camdan çıkardığını duymayayım. O kibarcığını bulma hayallerine de kapılma yokluğumda seni kim çekip çıkardı düştüğün çukurdan unutma! " diye nutuk atıyordu. Başımı öne anladım vaziyetinde salladım. Sonra dalmışım kapının kapanışıyla bir daha uyandım.
Yılan gibi kıvrılırken üzerimden birden attığım yorgandan çıkardığım çıplak bedenimi bir havluya sararken manzaraya karşı bir sigara yakıp, onun söylediklerini anımsamaya çalışıyordum. Ayağa kalktığımda bacak aralarımdan akan kalıntıları midemi bulandırıyordu. Otelin bir penceresi köşe başından tüm sokağı görüyordu. Sabahın bu saati insanların telaşını burdan izlemeyi seviyordum. Cam buğuluydu. Hava buz. Dışarda ki soğuğu iliklerime kadar hissediyordum. Neydi? "seni o düştüğün çukurdan kim çıkardı unutma" demişti. "çukur" bir o çocuğunu tanımadan önce namussumla fakirlik çekmemin tanımıydı sanırım. Varlığı bile canını sıktığı halde bazı insanların hayatında olmaya devam etmesi katlanılmaz bir şeydi. Üstelik sana dokunup istemeye istemeye onunla birlikte olmanda cabası. Mecburiyet denen şey kimleri, kimlerle yan yana getiriyordu ki, beni onla getirmesi şaşılacak bir şey değildi.
Yağmur başlamıştı. Köşeyi koşarak dönen insanlar sanki kötü bir şeyden kaçar gibi kaçıyordu. Kızıl saçlarımla oynarken aklıma gelmişti "kibarcık" onları kırmızı gül buketine benzetmişti. Kır düğününde karşılaşmış, merdivenlerde çarpışarak tanışmıştık akşam boyunca konuşup bazen tenha bir yerlere kaçıp davetlilerden gizli kafayı bulmuştuk onunla. Sonra bir ara parmağına doladığı bir saç telime "kırmızı bir gül buldum" demişti bende o kafayla "hani nerde" diyerek yere eğilme çalışmış çekişen saçımın parmağında olmasını fark edip gülümsemiştim. Ne kadar masumdum o gün. Tüm masumluğumla karşısındaydım. Öyle kibardı ki, ona olan zaafımın farkına vardığı halde bundan faydalanma teşebbüsünde bulunmadı. Sonra...
Sonrası yoktu. Sonrası gelmedi. Peşinden kalkıp buralara kadar geldim. Belki bir ihtimal karşılaşırız diyerek. Okul bahaneydi. Ama cesarettide benim için. Ama ne var ki, okul harcını yatırmak için girdiğim işlerde hep talihsizlik yaşadım. Sonun bir arkadaşımla birlikte girdiğim barda bu o. Çocuğuyla tanıştım. Önce arkadaşça yaklaştı. Sonra her işime koşarak güven bulutları topladı. Şimdi o bulutlardan karlar yağıyor. Buzlarında üşüyorum. İnsanların elleri ya da ayakları üşür ya, göğsümü ısıtamıyorum. Bir gün onun gelip yaslanacağını umduğum göğsümü sarıp, sarmasam da, ne fayda. Artık onunla karşılaşmaya ne cesaretim var ne gururum. Öyle kirledim ki, öyle amacından saptı ki, bu aşk arayışı, gelse de bir gün kendimi ona layık hissetmiyorum.
Üşümüştüm daha çok. Ama herşeye rağmen iyi olan bir şey vardı ki, o. Çocuğu gitmişti en azından bir süre. Bunun verdiği mutlulukla güzel hareketli bir müzik açıp, kuveti doldurup, sıcak bir banyo yapmaya karar verdim.
Nedense her ne kadar yıkansamda kendimi temiz hissetmiyorum. Belki bu yüzden çıkınca üstüme bir şişe parfümü boca ediyorum. Ama o aşırı parfüm kokusunu ve ağır kokuları sevmezdi. Nedense bugün sadece biraz papatya kokusu sürmek istedim. Saçlarımı onunla tanıştığım günki gibi topladım, yarı topuz, yarı salıktı kızıl güller.
Bugünü kendime ayırmak istedim. Ben değilmişim gibi. Aslında içimdeki ben gibi. Üniversite yıllarımda gittiğim bir kitap kafe vardı, kahvaltıdan sonra oraya gidip biraz kitap okumak istedim. Ama aklım ve gözlerim birbirinden bağımsız yerlerde olduğu için sadece kahvemi yudumlayıp hep aynı sayfaya bakıp içimden onunla konuşuyordum.
"Bugün pazar...
Sevgilim eğer beni duysaydın, seninle karşılaşmanın hayalini birçok defa, ne şekillerde kurduğumu anlatırdım. Bunlardan çoğu komik hayeller olsa da, içlerinden birini seçip öyle karşıma çıkmanı isterdim. Çünkü düşünmediğim bir yerde aniden karşımda belirmenin bana verdiği heyecan ve korkuyu düşünemezsin. Sana komik gelecek ama dağınık olduğum zamanlar varsa da, bir karşılaşma ihtimalimiz o gün olmasın diye dua ederdim. Ama öyle çok hayal kurmuşluğum var ki, muhtemelen sen bunlardan birini beğenip seçerdin değil mi? Seçerdin, isterdim seçmeni. Ama şimdi değil. Şimdi istemiyorum sevgilim. Buna ne hakkım ne yüzüm var lütfen karşıma çıkma! "
İçimden kendi kendime konuşurken gülüşen bir genç bir çifti işittim, gülerek dönüp baktım ki, yüreğime yıldırım düştü sanki! Ona benziyordu adam. Hayır! Evet oydu! İşte o! Hemen elimde ki kitapla yüzümü kapadım ve birden ayaklandım. Böyle daha çok dikkat çekmiştim sanki, ikiside susmuştu arkamı dönerken. Neden sustular! Gitmem lazımdı. Biri vardı yanında! Olmasa ne olacaktı ah! Aptal kafam. Alt katta kasada hızlıca okuduğum kitabın parasını ödeyip kapıdan çıkacaktım ki, kapının önüne geldiğimde arkamdan bir el kolumdan tuttu...
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.