- 259 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Aegean'ın Hikayesi
Denizlerin bir bütün olduğu kıtaların henüz keşfedilmediği zamanın tekinde Aegean adında bir denizci varmış. Bu denizci gittiği her limanda öteki gemileri kıskanırmış. Kıskançlığını söylemez, kendi gemisinin ihtişamını öteki denizcilere anlatıp kibirlenirmiş. Önüne konulan her şeyi yer kimseye bir lokma bırakmaz, gittiği seferlerde hakkı olmayanı dahi yağmalarmış. Bir sefere gitti mi 3 mevsim tembellik edermiş. Limanda gördüğü tüm hanımlara, evliymiş ya da çocukmuş fark etmeksizin şehvet duyarmış. Biri kendisini uyarmaya kalkıştığında, öfkeyle karşısındakine saldırırmış.
Denizci Aegean yine tayfasına iş buyurup Kaptan Köşkünde tembellik ettiği bir öğle uykusunda çok etkilendiği bir rüya görmüş. Rüyasında bir melek kendi suretinde bir maske takıyormuş. Maskeyi çıkarıp Aegean’a uzatmış. Maskenin alın kısmında yedi tane "P" harfi yazılımıymış. Melek, "Peccatum... Peccatum... Peccatum... Peccatum... Peccatum... Peccatum... Peccatum..." demiş. Aegean elbette bu kelimenin anlamını biliyormuş. Günah. Meleğin yedi kez bu kelimeyi tekrarlaması ise yedi büyük günahı delil ediyormuş. Yattığı yerden kalkıp pek sık kullanmadığı çalışma masasına geçmiş. Bu yedi büyük günahı düşünmeye başlamış. Kıskançlık, kibir, oburluk, açgözlülük, tembellik, öfke ve en zehirlisi şehvet. Hepsine sahip olduğu yüzüne tokat gibi çarpmış. Bu tokat Aegean’ı dehşete düşürmüş. Limanın karşısında çok sık uğradığı hana gitmiş. Saatlerce içmiş. Nihayetinde hanın sahibi Aegean’a derdinin ne olduğunu neden bu kadar içtiğini sormuş. Denizci alkolün de etkisiyle rüyasını anlatmış. Han sahibi, rüyasında gördüğü meleğin Araf Dağı Meleği olduğunu anlamış. Hana gelip giden ziyaretçiler söz edermiş bu dağdan ve hikâyesinden. Aegean’a bu dağın hikâyesini anlatmış. Günahlarından arınmak isteyen kimseler Araf Dağı’nın tepesine tırmanmalıymış. Her katta bir günahı silinirmiş. Aegean bu dağın nerede olduğunu sormuş. Han sahibi bildikleriyle bir harita çizmeye çalışmış. Dağ ismi bilinmeyen bir denizin ortasında, kimselerin ayak basmadığı bir adanın tam orta yerindeymiş.
Aegean gemiyi hazırlayıp yola çıkmış. Tayfasından kimseyi yanına almamış. Üç gün geçmiş ve beş gün daha geçmiş. Gündüz geceyi doğurmuş, ay güneşi uyutmuş... Nihayetinde Aegean, adayı bulmuş. Dağı, uzaktan görebiliyormuş. Dağa ulaşabilmek için günlerce aç ve susuz yürümüş. Dağın önünde Araf Dağı Meleği’ni gördüğünü sanmış. Öyle ihtişamlı bir tahtın üzerinde oturuyormuş ki kıskandığını hissetmiş. Tam o anda açlıktan gözü kararmış ve ayağı kayıp yokuştan aşağı yuvarlanmaya başlamış. Yuvarlanırken bir dal gözlerine girmiş. Gözleri kör olmuş. Düşerken belini de incitmiş. İki büklüm ve kör kalmış. Öfkeye kapılamamış bile. İçten içe bunları hak ettiğini biliyormuş. Her şeye rağmen dağa tırmanmaya kararlıymış. Kör gözüyle kendine değnek aramış. Kalınca iki dal bulmuş. Birinin yeteceğini düşünmüş ve tekini almış. Kavurucu sıcakta dağın tepesine doğru yürümeye başlamış. Susuzluktan, sıcaktan ve gözlerinin ağrısından dayanamıyormuş ama tepeye çıkmaktan vazgeçmemiş. Dağın tepesine vardığında meleğin sesini işitmiş, "Günahlarının hepsini alt ettin denizci. Bundan böyle süt kadar aksın!" demiş. Meleğin son sözleriyle ada çekilmeye başlamış ve Aegean denizle bütünleşmiş...
Han sahibi aylarca Aegean’ı beklemiş. Aegean’ın tayfası han sahibine her gün Aegean’ı sorarlarmış. Han sahibi, denizcinin dönmeyeceğini anladığında Aegean’ın tayfasına demiş ki, "Aegean’ı Ege yuttu."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.