- 615 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
KANARA KÖPEKLERİ -2
Adliyenin nezaretine girmeden pantolonunun bel kısmına bir paket sigara zula etmişti, Alperen. İçeri girer girmez tanıdık var mı diye etrataftaki on beş yirmi kişiyi süzdükten sonra;
-Selamın Aleyküm, çakmak var mı?
Diyerek zulasındaki paketi çıkarttı. İki tanesini ayırıp, kalanını dağıttı. Beyaz şapkalı, elli yaşlarındaki adamı gözü ısırıyordu bir yerlerden. Beyaz şapkasını, yıllar önce, nezaretlerdeki, hapishanelerdeki "gara" betonların üstüne erken donan alçılar dökülüp de kalebodurlar döşenirken giymekten vazgeçtiği iskarpinlerini atıp, yerine giymeye başladığı beyaz Nike’ları ile tamamlamıştı, beyaz t-shirtü ise tatlı bir eşlikçi idi, fitilli fitilli. Nike aslında zafer tanrısı idi, ve çok hızlı koşardı. Murat da hırsızlık yaparken baya hızlı koşardı, 48 yıla ve kalp problemlerine rağmen... Ama görünen o ki, bir süre kapalı cezaevinin kalebodurlarında, küçük adımlar ve büyük hayallerle voltalar atacaktı, gıcır gıcır, gacır gucur. Nike gıcırdaması... İnce bedeni, dışarıda çok hareket etmekten, içeride ise kısıtlı Nike gıcırdamasından ötürü kalbini bozmuştu. 1988 yılından itibaren parça parça 20 yıl ceza yatmıştı Murat, 1995’ten sonraki cezaları ise yüzündeki falçata iziyle yatmak zorunda kalmıştı. Ganimet paylaşımı esnasında çizmişlerdi Murat’ı, o da ganimetten zırnık vermemişti sonra. Taşla bayıltıp "yol almıştı" bıçağa karşılık. Hırsızlık, gasp, uyuşturucu, tehdit, hakaret, yaralama... Hiç de fena sicili yoktu hani.
Alperen içerideki herkesi kesti şöyle bir. İkinci sigarasını içerken... Her şey ölecek, diye düşündü. Her şey çürüyecek. Peki ya çürüme de ölecek miydi? Çürüme ölürse nasıl çürürdü? Burada gördüğüm her şey, demir parmaklıklar, mahkumlar, ifade verip gidecekler, polisler, iş yurdu görevlileri, duvarlar, hepsi ama hepsi atomdan ibaret bir yanılsama, hepsi çürüyecek. Hepsi ölecek! Peki çürümenin ölmesi? Çürümenin de bir gün öleceğini ve kendine has üslubu ile çürüyeceğini bilerek katlanabilirdi bundan sonraki yaşayacaklarına...
Murat da İş yurtlarında çalışan açık cezaevi mahkumuna baskı yapmış, bir paket daha sigara alacaktı ancak normal paketin üç dört katı bir parayı da rüşvet gibi vermesi gerektiğini bildiğinden para topluyordu. Adliyenin nezaretinin iki ucuna gidip, iki uçtan da paralar alırken yine gacır gucurdu... Alperen ile göz göze geldiler, adam;
-Sen sigara dağıttın kardeş, sen verme para...
- Önemli değil Abi, iki paket alsın.
Dedi ve İki Yüz TL uzattı... Sonra bir köşeye çekildi ve düşünmeye başladı... Murat da arkasındaki aynı mahalleden çocuklara döndü;
-Şşş, alo, sen sendekini ver, sen de sendekini ver... Zaten kantin yapamazsınız bir süre!
***
2008 yılıydı, bir yaz öğlen öncesi sözleştiği arkadaşıyla buluşacaktı Alperen. Arkadaşının adı Sinan’dı. Sinan ise Alperen’den daha uzun, daha kalıplı, vurduğunu deviren, kavgadan dövüşten sakınmayan, pek kimseye saygı duymayan ama Alperen’e saygıyı hiç eksik etmeyen bir gençti. Beyaz tenli, kumral saçları vardı. Gözlerinin altındaki morluklar olmasa semiz yüzü temiz bile sayılırdı. Ablası gitar çalar, keman çalar, resim yapar ve toplumca o zamanlar marjinal bulunurdu. Sinan ise marjinalliği sokaklarda bulurdu. Isırgan otu koparıp tüm arkadaşlarını haşlamalar, insanların kafasında beyzbol sopası kırmalar, elektrik akımını kesmeden bakır kablolar çalmalar ilk akla gelen marjinallikleriydi Sinan’ın... Sinan 20, Alperen 22 yaşındaydı o zamanlar. Bu saygı Alperen’in keskin zekasından ileri gelirdi. Isırganı herkese sürmüştü mesela Alperen hariç. Alperen ise kenardan, esrarlı kahkahalara boğulmuştu tüm bunlar olurken. Sinan bilirdi ki Alperen ya genç ölecek ya da büyüyecek. Kimsenin cesaret edemeyeceği işleri yapacaktı. Beraber kavga da ettiler, hırsızlık da yaptılar, madde de kullandılar, yaramazlıklarını da birlikte büyüttüler yani... Küçükken bakır çalarlarken, büyüyünce toplu bir para transferini "bombaladılar." Bu işten de alınlarının akıyla çıkıp aylarca o parayı yediler. Para hala bitmemişti. Bugün de o paradan gün yüzüne biraz çıkarıp içecekler, gezecekler, kadınlarla buluşacaklar ya da başka bir şehre araba süreceklerdi amaçsız. Ortak yaptıkları bu işte, Sinan’ın fiziksel gücü, Alperen’in kıvrak zekası ve cürretkar sürücülüğünün terkibi kullanılmıştı...
Nasıl ki Sinan Alperen’in büyüyeceğini ya da erken öleceğini biliyorsa, Alperen de Sinan’ın bir gün evlenip aile, çocuk, görünürde uslu, bastırmalarla dolu bir hayatı yaşayacağını biliyordu. Alperen Sinan’ı cesaretli bulurdu. Sinan ise Alperen’i hem cesaretli hem de zeki. İşte büyümek ya da erken ölmek için gereken zeka ve cesaret dengesinin kendisinde olmadığını iyi bilirdi. Adamıyordu kendisini bu yaşama, bir geçiş olarak görüyordu. Alperen ise öyle değildi, idealleri vardı... Sinan’ın kadınlarla arası pek iyi değilken, Alperen’de durum tam tersi idi. Bu yüzden gasp ettikleri parayı ezerken ara sıra yapacakları konusunda zıtlıklar yaşarlardı. On - on beş gün sonra bir anlaşma yapmışlardı. Belirli günler kadınlarla buluşulacak, belirli günler de içilecek, sadece içilecekti. Bugün günlerden içme günüydü... Adlarından da anlaşılacağı üzere birisi sağcı bir aileden, diğeri solcu bir aileden geliyordu. Sağ taraf kadınlarla içmek isterken, sol taraf sadece dostu ile içmek istiyordu... Kadınlarla içilen günler beyaz tenli Sinan kıpkırmızı oluyor, Alperen’in takıldığı kadının getirdiği kadın ile doğru dürüst hiçbir şey konuşamıyor, Alperen ise zaten esmerken kadınlar gelince iyice kararıyor ve ortamda ne kadar kadın varsa Alperen’e hasta oluyorlardı. Esmer sevseler de sarışın sevseler de... Tende sarışın seven genç kadınlar da zaten tüm genç kadınlar gibi ruhta esmer olanı severlerdi. Alperen’in hem teni hem de ruhu esmerdi. Sinan, Alperen’i kıskanmıyor ama kadınlarla geçen saatlerden çok ama çok sıkılıyor, başka bir kimliğe büründüğü için de yaramazlıklarını rahatça yapamıyor, argo da istediği konudan da konuşamıyordu...
Alperen, bir kot, şık bir casual ayakkabı, düz siyah bir t-shirt giyinmiş biçimde arabasının kapısını açtı. Direksiyona oturunca da kapaklı telefonunu çıkarıp Sinan’ı aradı. Sinan telefonda O’na bir sürprizi olduğunu söyledi. İniyorum kapının önüne çıktıysan diye de ekledi... Evleri yakındı. 6-7 dakika sonra özensizce giyinmiş, akşamdan kalma Sinan’ı yan koltukta buldu Alperen;
-Uyumadın mı lan sen?
- 2-3 saat. Kafam açılınca uyandım. Tekrar içsem tekrar uyurdum ama içmedim. Bir arkadaş geldi...
- Ben içtim vallahi. Kalkınca güzel bir kahvaltı, duş, sonrasında da oturup porno izleyerek içtim. Sesi kıstım ama. Müzik açıktı.
-Cenabetsin yani? İçtiğini de söylemene gerek yok, gözlerin kedi a*cığı gibi olmuş.
-Sen sanki değilsin a*ına koduğum. Hadi torpido gözünü aç, orada sigara var, yak da içerken bana nasıl gusül abdesti aldığını anlat a*cık.
Sinan torpido gözünü açtı. Her zamanki gibi arabanın kullanma kılavuzunun arkasındaki boşluğa zula edilmiş sarılı sigarayı buldu. Eline alıp işçilikte kusur aradı. Bulamayınca da sigaranın kalın kafa kısmının etrafını yaktı. Ucunu çıkardı ve ateşledi. Alperen’e uzattı.
- Tamam. Ağza su, burna su, iğne deliği kalmayacak şekilde tüm vücuda su. Bunları biliyoruz a*ına koyayım. Niyet etmeyi de biliyoruz. Umurumda değil. Ama başka bir şey var; ben otuzbiri duştan sonra çekmiyorum senin gibi. Önce çekiyorum.
- Düşte bile olsa saygı gerekir. Bu kadına da değil, kendine saygı. Sen nereden bileceksin kıyamet abazası... Saygıyı da s*ktir et... Biliyorsun suya girince kafan açılır ve karşına gözlerim kedi a*cığı gibi gelemem.
- Benim bize başka bir sürprizim var. S*ktir et bu sudan meseleleri. Bir arkadaş geldi demiştim ya...
-Ee.
- O bunu bıraktı...
Elinde iki şişe tutuyordu Sinan o hınzır gülümsemesiyle ve ihtiras dolu gözleriyle. Şişenin üstünde "Rivotril" yazıyordu. Sokak jargonunda buna "Roche" diyorlardı. Birden fazla alarak, abuse edilerek kullanılırdı sokaklarda. Bir de üstüne içki içilirse, aman Allahım...
-Sinan o boku içmeyeceğim. Sen içersen de yanında durmayacağım.
- Kardeş! Senin için saatlerce kokain içmeden ne dediğini bilmeyen kadınlara katlanıyorum. Sen içerilerde sevişirken ben salonda öyle halının desenlerini izliyorum. Çünkü onlarla paylaşacak kadar sığ şeyler bulamıyorum, anlıyor musun? Yanlarında kendim de olamıyorum. Ürkmesinler diye.
-Senin ürkmenden daha iyi değil mi onların ürkmesi?
- Ben onlarla hiç diyaloğa girmek istemiyorum. Fahişelere varım ama kaşarlara yokum. Böyle olmasına rağmen sen sevdiğin için de sürükleniyorum peşinden. Dalga içmesek dakika duramam sen içeride kadınlarla halvet olurken.
- Yani Sinan, yani?
-Bunu seninle içmek istiyorum.
-En son içtiğimizde olanları hatırlıyor musun? Hatırlamıyorsun. Başkalarından dinledik. İşte sorun da bu...
- Ne yapalım Alperen. Hayattan bir kaç günlüğüne de olsa kaçış.
- E atalım kafamıza, tamamen kaçalım?
-Orada ne olduğunu bilsek atardık. Bilinmez... Şundan bir kaç tane atalım, hadi. En fazla ne olabilir ki? Ya birilerini döveriz, ya bizi döverler, yine bir kaç kişiden özür dileriz tölere ederlerse mahalle de... En fazla bu...
-İçki içelim dersen üstüne s*kerim seni ama...
-Tamam. Söz.
***
Alperen gözünü açtığında hiç tanımadığı birisi kendisini dürtüyordu.
-Kardeş kalk, sayıma geldiler...
Kalktı, odacığından çıktı, sıraya girdi, gardiyanlar saydı ve gittiler. O esnada karşısında duran Sinan’ı izliyordu. Sayım bittikten sonra Sinan arkasını dönüp tekrar yattığı odaya gitti. Alperen sadece bakakaldı... Sonra peşinden gittiğinde, Sinan’ın alt yataklardan birisinde yüz üstü yattığını görüp, kıçına bir tekme atarak;
-Kalk a..na k..duğum kalk, bir de alt yatak kapmış, neredeyiz kalk da bir bak...
-Immmmm...
-Kalksana lan s..ik!
Kalktıklarında iki üç saat ne yaptıklarını anlamaya çalıştılar. Düşündüler düşündüler hatırlayamadılar. Etraftakilere sordular, gardiyanların çok sert olduğunu, bir şey sormamaları gerektiğini bir kaç gün içerisinde de bunun cevabını gelen evraklarda alabileceklerini anlayınca düşünmeyi bıraktılar.
Merak içerisinde geçen bir kaç günün ardından, tutuklanma tutanakları gelmişti. Bir kişiyi dövmüşler, ikisinden birisi de adamı kalçasından bıçaklamış. Ancak ne müşteki biliyor kimin bıçakladığını ne de Alperen ve Sinan. Olay da Önder Abinin tekel bayisinde olmuş. Tüm mahalle duyacak yine... Çuval ağızlı herif için güzel malzeme. Ağzı büzzük olup büzüşüp de kabız olasıca. Şimdi tüm mahalle onları konuşuyordur. Tutanağı okur okumaz ikisi de Sinan söze giriş yaptı;
-Sen çok uyardın, ben dinlemedim. Bu suçu ben üstleneceğim, sen de ilk mahkemede çıkıp gideceksin... Ayırmaya çalışırken adam sana da vurdu, sen de bir kaç tane vurdun, bıçağı çeken de, vuran da, mevzuyu başlatan da benim... De içkiyi nasıl içtik biz?
İçkiyi ise arkadaşları Matiz Gökhan getirmişti tabi ki. Onlar da Gökhan’ın ağzına avuç avuç Rivotril tıktılar ama Gökhan şimdi nerede, hiçbir fikirleri yoktu...
Adilce bir anlaşmaydı. Dedikleri gibi de oldu. Yaklaşık bir buçuk ay sonra Alperen çıktı. Sinan kaldı. Alperen adamı bulup, adama para yedirip şikayetinden vazgeçirdi. Sinan’ın yattığı da göz önünde bulundurularak dört beş ay ile bitirmiş oldu bu işin cezasını.
Öyle işte. Alperen ilk kez böyle girmişti cezaevine yirmi iki yaşında. O zamandan bu zamana bir çok kez girdi çıktı. Devlet affetti, o yine gitti birilerini vurdu. Şimdi de Babasını çapraz ateşe alıp bir mermi bile isabet ettiremeyen beceriksiz adamların başını vurmuştu ve bunun cezası yargıtay tarafından onanmış, gelmiş, onu infaz etmek için yine gidiyordu... Yargıtay, hakimin verdiği öldürmeye teşebbüs kanaatini olduğu gibi kabul etmişti!
***
Artık öyle alışmıştı ki tüm bunlara Alperen. Koğuşa girerken kulaklarında Aldırma Gönül filan çalmıyor, zaten pek de aldırmıyordu. Çıkacaktı, yine girecekti, yine girecekti, yine çıkacaktı... Tek düşündüğü şey, pandemi esnasında zaten sekteye uğrayan cafesinin durumu olmuştu. Bir de kumral nişanlısı. Her evlenmeye karar verdiklerinde, bir cezası onanıp geldiği için evlenemedikleri o vefalı nişanlısı, Buse. Tam bir ev hanımıydı. Alperen’i her girdiğinde bekler, çıktığında başka kadınlarla günlük gecelik takıldığını bilse de bunlara göz yumar, bu yüzyılda kalmamış bir ilişki biçimini sürdürürlerdi. Alperen de onu çok severdi. Bu kumral kızda Alperen’e karşı, "düzeltme iç güdüsünden" ve "korunma iç güdüsünden" daha fazlası vardı... Garip bir bağlılıkla severdi O’nu. İsterse bir gün birini öldürüp müebbet alsın, yine de evlenecekti Alperen ile...
Bir gün birlikte tarot falı baktırmaya gittiler. O sırada Alperen, bu son yaptığı icraatten dolayı aranıyordu. Her gün bir hat değiştiriyor, her gün araması gereken kişileri farklı bir hattan arıyordu. Karşı taraf bir aya yakın komada kalmış bir çete üyesi olduğu için, artık infaz büro değil, organize şubenin yetki alanına girmişti. Organize şube her renk, her marka araçla dolaşırdı. Yeri geldiğinde ambulansları bile olurdu. Alperen iyice paronayaklaşmış, her gün araba ve her gün hat, her gün günlük kiralık ev değiştiriyordu. Teslim olmamasının sebebi ise hala Babasını güvende hissetmeyişiydi. O dışarıdayken Babasına bir daha yaklaşmaları, bilirlerdi ki ölümleri olurdu karşı tarafın.
Organize şubenin baş komiseri ise atanalı aylar olmuştu, ama şehirdeki tüm çeteleri ve kirli bağlantıları çözmüştü. Elinden gelmeyen bazı tutuklamalar, dokunmaması gereken adamlar, girmemesi gereken alanlar... Alperen’in vurduğu adamların da siyasi bağlantılarını ve ne kadar leş adamlar olduğunu biliyordu. Tam randımanla koşmuyordu peşinden bu yüzden de Alperen’in. Ama almak zorundaydı. Arada Babasına haber bırakıyor, Cafe’nin camına notlar yapıştırıyor, fakat bir kere dışında telefonla da olsa konuşamamıştı Alperen ile... Eh, Alperen de şehrin emniyetince tanınan bir adamdı artık.
Tam tarot falı açılırken Buse’nin telefonu çaldı. 0505 kodu ile başlayan bir numara. Falcıya "pardon" dedi, ekranı Alperen’e çevirdi. Alperen gözleriyle onay verince açtı hoparlöre vererek. Baş komiser kendisini tanıtınca, Alperen hoparlörden diafona, Buse’nin elinden de kendi eline aldı telefonu, kendisine bırakılan notlara da istinaden;
-Buyurun Komiserim, Alperen ben...
- Seni almamız gerekiyor Alperen. Keşke kendi kendine gelsen de ben de kelepçesiz götürsem seni adliyeye.
-Teslim olmam Komiserim. Yani şu anda teslim falan olmam.
- E oğlum ne istiyorsun? Peşinde mi koşalım?
-Fal baktırıyorum komiserim, bi’ yarım saate arasanız?
- Lan sen benimle t**ak mı geçiyon?
-Yoo, valla fal baktırıyoruz, tarot. Özel bir desteymiş bu. Bi’ dünya da para verdim.
- Saf mısın oğlum, kesilmiş 15 yıl var falında, ben söyleyeyim sana. Hadi gel teslim ol.
-Olmam.
- O niye?
-Fala iyi bakamadınız. İki kişiyi daha vuracağım...
- Biri Turgut?
-Diğeri de Furkan...
- Lan oğlum ben sana ne diyeyim... Sana biraz daha müsaade. Sonra bulur alırım Alperen. Hiç ummadığın bir anda. Yap yapacaklarını, al tesbihini, tak kol saatini, hazırla çantanı, kendin gel. Delikanlılık da bir yere kadar...
***
Tüm bunları düşünürken, nezarette kalan üç beş kişiyi de götürecek araç hazırdı kapıda. Murat yine gacır gucur sağa sola Nike’ları ile. Poşaların Hasan son talimatlarını veriyor cep telefonundan. Hiç uyanmamış bir adam, ince nezaret sırasında hala uyuyor, bir tanesi de kaybolan şarj cihazı için kapıya arıza çıkarıyordu, "sizin polisleriniz çaldı şarj aletimi getirmezlerse mümkün değil çıkmam, narkotikler yaptı, tesbihimi de yedi zaten i*neler..." Adliyenin nezarethanesinin masa başı polisleri yumuşak huylu adamlardı... Görmezden gelirlerdi bir çok şeyi. Bir diğeri ise üstünde kalan "lyrica" hapları öğütmenin peşinde, susuz biçimde gırtlağı şişe ine tek tek yutuyordu bir şarjör ilacı...
Sonra kapı açıldı ve sıraya girdiler. Tek tek birbirine kelepçelenip, nezaretten adliyenin koridorlarına polisler eşliğinde çıkıyorlardı. Alperen, Murat ile birbirine kelepçelendi. Tam kapıya çıktıklarında ise Annesi ve Buse’yi gördü. Yine ağlayan gözlerle...
Murat’ı görmeye gelen kimse yoktu. Zaten yaşlı bir annesi vardı, kardeşleri işte, yeğeni ise bilgisayar başında online oyundaydı. Çoktan unutmuştu bile Amcasının sabah yediği şafak baskınını... Zaten Atıf Bey mahallesinde her gün bir tanesi olurdu bu baskınlardan. Alışıktı yani...
Tam onlara yönelecek oldu bir kez daha sarılmak için Annesine, Nişanlısına ise Annesinin yanında sarılmazdı... Görüşlere de beraber giderlerdi müstakbel gelin ve kayın valide. O esnada adliye memuru çekiştirdi Alperen’i... Organize Şube’nin Baş Komiseri de oradaydı. Hemen lafa karıştı;
- Bırak Erdi Çocuğu, sarılsın annesine...
YORUMLAR
Sayın abim merhaba,
Anlatınıza konu olan olaylar bana hiç yabancı gelmedi. Ucundan kıyısından tanıdık, yaşanabilir ve gerçekçi geldi.
İnsan kendi yaşamının başrolünü oynar değil mi güzel abim. Ama bu rol oynamada senaryo çok önemlidir kiminin senaryosu çamur kimininki pırlanta…hadi gel de çamurda pırlantayı oyna da göreyim.
Ben pek televizyona bakmam vaktim yok çünkü vaktim yok derken işim gücüm başımdan aşkın durumu değil hani takıldığım alan farklı anladın mı ondan yani. Dündü galiba bir sokak kavgasında on beş on altı yaşlarında bir çocuk motosikletle kaçarken arkadan kurşunu yemiş, düştü yere. Çevreden yardımına koştular vurulan çocuğun ama hemen sonra aynı yaşlarda herhalde kavga ettikleri akranı koşup gelip yerdeki yaralı çocuğun kafasına tekme attı. Donup kaldım güzel abim… Çocuk daha sonra yaşamını yitirmiş zaten.
Hani dedim ya çamurda pırlantayı oynayamazsınız, diye. Şimdi güzel abim bak haddim olmayarak şöyle bir örnek vereyim. Bir ağaç düşün fidan olsun…bunu nereye dikerler? Bitkinin türüne uygun olarak uygun toprak, gübre, güneş, dikme biçimi, can suyu, ön budama vs. Bak abim ne çok özen gösterildi değil mi?
Ne için yapıldı bunlar? Yararlanmak için…iyi de abim dayım emmim çocuktan daha iyi yaralanacak canlı mı var bu dünyada.
Hani Atamız demiş ya “gençler gelecek sizlere emanet” diye. Peki biz ne yapıyoruz abim. Çocuklara, bitkiye sağladığımız ortamı sağlamadığımız gibi senin yazı misali çirkin ortamlar hazırlıyoruz. Hem onlar gitti gümbürtüye, hem de onlardan normal şartlarda ortaya çıkacak belki de einsteinler gitmiş oldu gümbürtüye, nasıl anlatabildim mi ayıkdın mı abim...
Potansiyel zeka israf edilir mi değeli amcam benim. Tıs tıs tıs… abim kursa bakma bazen konuşurken de böyle takılıyorum, kekeme değilim ama psikolojik anladın mı…millet yanlış anlıyor.
Yani abim bir fidan kadar değeri yok mu bu insanların da farklı senaryo yaşatarak heder ediyorlar her yaşamın başrol oyuncusunu…insan bu.
Çok uzadı güzel abim eyvallah! Unautmadan söyleyim yazıda ki ayakkabıda pek afiliymiş yani, yalamak lazım temiz tutmak için…anadın mı?
Konsantre Karanlık Madde
Nike Amerikan malı biliyorsun, malum ayakkabı yalayıcılar Amerikan malını şapır şupur, salyalı sümüklü yalarlar, biliyorsun...