- 568 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
DİN GÜNÜ
"Maliki Yevmiddiyn."
Din gününün sahibi, sadece Allah’tır.
İyilerin iyiliklerinin, kötülerin kötülüklerinin tam karşılığının verileceği gündür: Din günü, Kur’an’da yer alan Zilzal Suresi’nin 4-8. ayetlerinde şöyle tanımlanmaktadır:
“O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır.
O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.
Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.
Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.”
Ahiretin penceresinden baktığımızda dünya hayatının sadece bir gölgelik olduğunu fehmederiz.
Dünya hayatının bir günlük olduğunu sık sık dile getiririz her konuşmamızda.
Ahiret hayatına istinaden, uhrevî hayatın bir günü bin yıla eşittir.
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şöyle buyurur: “Dünyanın bir günü, âhiretin bin yılından daha hayırlıdır.
Zira kazanç ve kayıp keyfiyetleri bu dünyaya âittir.
Âhirette artık kurtuluşa kavuşturacak bir şey yapma imkânı yoktur.”
Kısacık bir zaman da Cenneti kazanmak, vermiş olduğu canı, Allah yolunda harcamak büyük bir sorumluluktur.
Yaradana sırtını dayadığında insanın yükü hafifleyecektir.
Sırtımızı döndüğümüzde ise, bütün felaketler ve acılar bizi bulacaktır.
Akli dengemiz bozulacak, üstesinden gelemeyince hata üstüne hataya düşeceğiz, içinden çıkılmaz bir hâl alacaktır hayatımız...
Düşünsenize emanet olan canımız varlığımız hepsi Allah’ın...
O ne diyor bize; Size emanet olarak vermiş olduğum nimetlerin ebedi sahibi olabilirsiniz..
Bunun karşılığında sizden küçük bir isteğim var.
"Allah sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.”
(Ahzab; 32.33)
Bu ayete göre insan günahkar ve kirli midir?
Diye bir soru yöneltebilirsiniz.
Evet her insan beşerdir, iyilik ve kötülük tohumları ile birlikte doğar.
Temizlik imandandır.
İman edenlerin ruhen, kalben ve bedenen temizlendikleri bildirilir.
Salât bir çok manaya gelirken, başında namaz için kullanılır.
Namaz; Abdest aldığımızda bedeni temizler, kıyama durduğumuz da aklımızı temizler, rukuye vardığımızda, zurriyetimizi temizler.
Secdeye kapandığımızda nefsimizi temizler.
Çünkü iki kaşın arası alın, secdeye gelmeli. Böylelikle nefsin arzuları dize gelir ve gem vurulur.
Tapılacak yegane varlığın Allah olduğu bilincine varır, akıl, kalp ve gönül...
Allah’ın huzurunda eğilmek, insanlar karşısında dimdik, dosdoğru olmak içindir.
Hakk’ın huzurunda vav gibi olmak, Halkın içinde Elif gibi dimdik ayakta durabilmek.
Ahiretin penceresinden baktığımızda, her iki dünya arasında mutlu huzurlu bir hayat sürmek çok daha kolay geliyor insana.
Mutlu son ve sonsuz mutluluk bizlerin elinde...
Diyelim çok zor bir hayatınız var, derdinizin, borcunuzun haddi hesabı yok.
Bunların sadece bir gün süreceğini bildiğiniz için bir rahatlama geliyor insana, geçecek bitecek umuduyla hayata daha bir sıcak bakıyorsunuz.
Psikolojik olarak beynimiz buna kendini hazırlıyor, sabretmeyi öğretiyor.
Bir de tam tersini düşünelim, zenginiz, sağlığımız yerinde ve mutluyuz ...
Bu nimetlerin de bir gün elimizden gideceğini düşünür isek fani olana bel bağlamayız, daha çok iyilikte bulunur, yoksula yetime ikram ederiz.
Yani her halükarda hepsi gelip geçici bunu avantaja çevirmek bizim elimizde.
Bunun için inanmak gerekir, başarılı olmanın birinci kuralı nasıl inanmak ise, inançlı olmakta, dinin kuralı, hayatın öznesidir.
İnanmak manevî bir ihtiyaç, yemek içmek kadar gereklidir.
İnsanoğlu tutunmadan yaşayamaz...
Zaten yaratılış itibariyle henüz embriyo iken rahime tutunmaya çalışır.
İnsan ’olmak olgunlaşmak’ için bir çok evrelerden geçiyor.
Dokuz ay süre zarfında karanlık bir dünyada hayat mücadelesi veriyor.
Dünya hayatına göre kısa ama zorlu bir mücadele.
Anne o bebeğin dünyasını içinde taşıyor.
Fiziksel olarak bütün uzuvları bu karanlık dünyada ana rahminde gelişiyor, tamamlanıyor.
Artık o bebek için yeni bir hayat başlıyor, ışıklı bir dünyaya doğuyor.
Doğduktan sonra gelişmesi büyümesi devam ediyor, bu sefer, sadece anne sütü değil, aynı zamanda bir çok tatlar lezzetler keşfedebiliyor.
Anne ile olan bağı bir süre sonra biter, çünkü kendi kendini artık idare edebilecek yaşa konuma gelir.
Fakat yinede manevi olarak, tutunmaya, güvenmeye ihtiyaç duyar.
Aksi takdirde kendini uçsuz bucaksız bir boşlukta asılı kalıyormuş gibi her an düşme korkusu yaşar.
Bunun için bir arayış içine giriyor insanlar.
Bazen bu arayışta kendini kaybediyor, yanlış yollara yanlış insanlara kapılabiliyor.
Anne karnı dar ve karanlık olsada kendini güvende hissettiriyordur.
Şimdi koskoca boşlukta tutunmadan nasıl yapabilir?
Hayat şartları olsun, ruhsal açlık olsun, insanı her zaman güvence sığınak aramaya iter.
Bunu ister bilinçli olarak yapsın ister bilinçsiz mutlaka sığınmaya ihtiyaç duyacaktır.
Ne yazık ki, tutunduklarımız bazen çürük dallar- yollar olabiliyor.
Sağlam bir dal-yol nasıl bulunur, sürekli olarak bunun peşinde koşarız.
Kimi akli iradesi ile, doğrusunu bulur, kimisi öğütlerle yola gelir.
Kimi de kendi tercihiyle yanlış olanı seçer, ve sonuçlarına da razı olur.
İnsanın üç evreden geçtiği düşünülürse eğer, bir tohum misali önce ana rahmine düşer, büyür gelişir, fidelenme için başka topraklara mekanlara ihtiyacı vardır.
Ana kucağından baba ocağına düşer.
Evliliğin meyvesi olur.
Sürekli dönen dünya çarkında bu hep böyle devam edegelir.
Görünüşte herşey yerli yerince bir düzen içinde yürümektedir hayatlarımız.
Her bireye birer aile tayin edilmiş, akrabalık bağları oluşturulmuş.
Yaratılan bir candan, yeni canlar yaratılmış.
Fiziksel yönüyle insanların üremesi çoğalması bu yönde devam ediyor.
Yeri gelmişken bunu söylemeden geçemeyeceğim.
Geçmiş zaman, hocamıza bir sual yöneltmiştim.
Bize hâk ile batıl konusunu anlatıyordu.
Hakk ile Batılın kitabın sağı ve solu olarak örnek vermiş, dünya ise bu kitabın ortasıdır demişti.
Hakk ile Batılın içiçe karışık hâlde olduğunu söylemişti.
Peki hocam madem Hakikat perde arkası ise, gerçekler orada gizliyse, neden bir çiçek su vermediğimiz için kuruyor, evlenmeden neden bir kadın anne olamıyor?
Gibi sorular yöneltmiştim.
Öncelikle çok teşekkür etti bana, biliyor musun dedi, aynı soruları ben de sormuştum yıllar önce kendime.
Zaten sormayan sorgulamayan beyin, çalışmıyor hükmündedir.
İnsan yaratıldı ve başı boş bırakılmadı.
İsteyerek veyahutta istemeyerek yaşantısının bir bedeli karşılığı elbette vardır.
Din, insanların hayat tarzı ve yaşama şekli olarak değerlendirmiş olursak eğer, zaten, ayette bu görüşün delili mahiyetindedir.
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." Kâfirûn suresi 6 ayet.
Her insanın inancı görüşü farklıdır.
Hakikat olan ise, indirilen dini yaşamaktır.
Hakk’tan gelen din, indirilen din.
İnsanların türettiği, ürettiği din ise uydurulan din, yani gerçekle ilgisi olmayan hurafe dinlerdir.
Dünya hayatı Hak ile Batılın iç içe olduğu bir yaşam biçimidir.
Biz insana düşen, aklî irademiz ve kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim sayesinde hakkı batıldan ayırmaktayız.
’Oku’ emrine binaen, okuyan insan, gerçeği görür, ilim karanlığa ışık tutarak bize gideceğimiz yolu tarif eder, ’işte burası güvenli, buradan devam et’ der.
Okumak, kalbi yumuşatır ve ruhu inceltir.
Olayları daha iyi anlama kavrama yeteneği verir.
Ama nasıl okuma bu, tabiki kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırarak.
"Allah’tan başka sığınacak bir dost bulamazsınız."
Kehf;27
Dünya hayatını, okuyabilen insanların, hesap gününde din gününde veremeyeceği bir hesabı yoktur.
Dersine iyi çalışan öğrencilerin sınavdan, kaçmadığı, korkmadığı gibi...
İyilere çıksın yolunuz, muhabbetle selamlıyorum!
Necla Polat Hasbutcu ✍️
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.