- 207 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLARIMIZ.
Her insan doğar, büyür ve ölür; doğmak ile ölmek arasında geçen sürede de hem ruhsal hem de bedensel olarak değişimlerden geçer. Saçımız uzar, boyumuz uzar, olgunlaştıkça düşüncelerimiz değişir, eskiden üzüldüğüm şeylere artık gülmeye başlarız. Nasıl her binanın bir temeli varsa çeşitli değişimlerden geçtiğimiz sürecin temeli de çocukluğumuzdur.
Çocukluk dönemi, bir insanın tüm karakterini, kişiliğini ayakta tutan temeldir. Yetişkinler olarak bu dönemin önemini bilmekle beraber, aslında bilmiyoruz ya da bildiklerimizi uygulayamıyoruz. Bunun neden ise, çocukluğu hafife almamız. Boyları bizden kısa, hayal dünyaları uçsuz bucaksız, yaşam tecrübeleri bir yetişkine göre daha az olduğu için onlara “Çocuk işte…” deyip geçiyoruz. Hele ki bizim isteğimiz dışında bir şey yapsınlar… Upuzun boyumuz, kocaman cüssemizle bir dev gibi karşılarına geçiyor, kaşlarımızı çatıp öfkeli bir şekilde parmağımızı sallıyoruz. Keyfimiz yerindeyse onlarla biraz oynuyor, yerinde değilse başımızdan savıyoruz. İyi mi yapıyoruz? Hayır. Peki, neden bunu yapıyoruz? Büyük ihtimalle, gereksiz bir ego ve bencillik yüzünden. Bütün gün gerek iş hayatında gerek sosyal hayatta ruhumuzu sinir ve stresle doldurup günün sonunda aklının bir şeye eremeyeceğini düşündüğümüz çocuklara öfkemizi kusuyoruz. Onların iyiliğini de düşünüyoruz elbet, ama bunu yaparken bile onları bir “birey” olarak değil, birer robot olarak görüyoruz. Ne zaman yemek yiyeceğine, ne zaman oyun oynayacağına, ne zaman uyuyacağına, ne zaman gülüp ne zaman ağlayacağına karar vermeye çalışıyoruz. Elbette ki çocukların hayatlarında onların sağlıkları ve gelişimleri için kural olmalı, ancak bu kurallar içerisinde onların da, onları olumsuz etkileyeceğini düşünmediğimiz, isteklerine yer vermemiz gerek. Böyle yaparak aslında çocuğa korkunç bir kelime gibi gelen “kural” kavramını daha sevimlileştirmiş oluyor, çocuğu bu kurallara uymaya teşvik ediyoruz. Burada asıl üzerinde durulması gerekilen nokta, çocuğu sırf “çocuk” olduğu için küçümsememeyi öğrenebilmek ve onların küçücük omuzlarına boylarından büyük sorumluluklar yüklemekten kaçınabilmektir. Onların bir yetişkin gibi davranmasını beklemek yerine neden biz onlarla birlikte içimizdeki çocuğun ortaya çıkmasına izin vermiyoruz ki? Neden “Çocuklaşma!” diye kızıyoruz birbirimize? Neden bir çocuk gibi hayal kurmaktan korkuyoruz? Hayat boyumuz uzadıkça, yaşımız arttıkça daha çok sorumluluk yükler bizlere, ama ancak içimizde bir yerlerde o küçük çocuk hep aynı kalır. Bu nedenle, bir çocukla iletişim kurarken sadece bir yetişkin olarak değil, içimizdeki o çocuğu aklımızda tutarak yaklaşmalı, hayata birazcık da onların gözünden bakabilmeye çalışmalıyız. Bunu yapmalıyız ki insanlığın temeli olan çocuklar daha sağlam, daha özgür, daha anlayışlı ve daha sevgi dolu olabilsin. Bugün bizlere ait bu gezegen, yarın daha mutlu yetişkinlere kalabilsin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.