- 248 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tepki
Uzun zaman önce düşünce hastalığına kapıldım. Psikiyatri buna hastalık diyor fakat ben buna sorgulayan insanın doğalı demeyi tercih ediyorum. Benim gibi insanların bir engeli iş bulmakta zorluk çekmek yahut bulduğu işte devamlılığı sürdürememek oluyor. Bir süredir işsizim ve sabahları kahve – sigara eşliğinde düşünüyorum. Her sabah olduğu gibi yine bir sabah erken saatte soğuk nescafe ve sigara almak için dışarı çıktım. Kahveyi aldığım dükkan bir Şans Oyunları Dükkanın yanındaydı. Şans Oyunları Dükkanın önü ise her zamanki gibi kalabalıktı. Onlarca insan, genellikle yoksul ve düşkünler, sayısal loto - at yarışı - futbol maçları gibi bahis oyunlarına para yatırıyordu. Ben pek fazla kazanıp da zengin olanını görmedim çünkü dükkandaki insanlar hep aynı yüzlerdi. Sabahın o vaktinde bile dükkanın önünde oyun oynamak isteyen insanlar birikirdi. Fatma’yı ilk kez orada gördüm. Gözlük camlarından biri hafif kırık, üstü başı bakımlı olmayan, 50’lilerinin ortasında orta boylu zayıfça bir kadındı. Pis ellerini çöpe daldırıp bir şeyler arıyordu. Önceleri çöpe elini daldıran bu kadının çöpten su şişesi, sigara gibi başka bir şeyler aradığını düşündüm. Fakat dikkatlice baktığımda oynanmış ve ikramiye çıkmayıp da atılan kazı kazanları çöpten topladığını fark ettim. Birileri bir yanlışlık yapıp da ikramiyeyi gözden kaçırmış olabilir mi diye kontrol ediyordur düşüncesi bariz ortadaydı çünkü bütün oynanmış kazı kazanlar Fatma tarafından özenle kontrol ediliyordu.
Merakımı daha da gidermek için ona yaklaşmak istedim. İlk önce şans oyunları dükkanından 20 liralık bir kazı kazan alıp kazımaya başladım, Fatma etrafımda huzursuzca dolanıyor bir an önce kazı kazanın akıbetinin ne olacağını merak ediyordu: kazı kazanı çöpe mi atacaktım yoksa dükkana gidip de ikramiyemi mi alacaktım. İşleri yavaştan alıyor bir yandan da kazı kazanın mantığını anlamaya çalışıyordum. Herhangi bir ikramiyeyi kazanmak için kazanılan alanda, örneğin araba ya da ev simgesi çıkıyorsa, diğer kazanılacak alanlarda da araba ya da ev simgesinin çıkması gerekiyordu. Ancak iki simgeyi aynı kartta bulan kişiler simgenin altında yazan para miktarını kazanabiliyordu. Kazı kazanımda bir şey çıkmadı, ben de onu buruşturup çöpe attım ve alelacele gidip 30’ar liralık kazan kazanlardan 2 tane daha aldım. Fatma’yı unutmuştum bile, dışarıdaki köhne masanın en ücra köşesinde bir yere tünemiş elimdeki 1 lirayla kazı kazanı hunharca kazımaya çalışırken yakaladım kendimi. Ne yapıyordum ben? Fatma’ya yaklaşıp onun hikayesini öğrenmektense bu küçük kumar oyuna dalmıştım. Neyse ki aldığım 2 kazı kazandan birini henüz oynamamıştım. Bu, Fatma’ya yaklaşmak için iyi bir fırsattı. Kendimi toparladım, oynadığım kazı kazandan yine bir şey çıkmamıştı ki onu buruşturup cebime attım. Fatma’nın yanına gittim, oynanmamış kazı kazanı Fatma’ya doğru uzatıp: ‘Al bunu oyna, hiç oynanmamış.’ dedim. Fatma gözlük camlarının üstünden bana baktı, şaşırmış daha doğrusu ürkmüştü sanki. Fatma’ya elimdeki oynanmamış kazı kazanı uzatırken ona milyonların kapısını açabilme umudunu taşıyan bir Tanrı gibi hissettim kendimi ve bir an için bu yaptığımdan çok utandım. Ancak Fatma’nın oynanıp çöpe atılmış değil de; hiç oynanmamış, üstü altın sarısı simle doldurulmuş bu kağıt parçasını alıp almaması bana Fatma’nın ve benim, hayatın neresinde durduğumuzla ilgili ipucu verecekti. Fatma belki de onunla dalga geçileceği fikrine sahip, belki de gerçekten hür iradesiyle ‘Git başımdan!’ dedi. Bir anda dizlerimin bağı çözüldü çünkü tanımak istediğim, hoşlandığım kadınlara da bunu yapıyordum: bir anda onlara patavatsızca sorular sorup tanışmak istiyordum. Fatma’nın verdiği tepki hoşlandığım kadınların bana verdiği tepkiyle neredeyse aynı olduğu için rahatladım ve derin bir soluk aldım.
Fatma ya kazı kazanı alsaydı? O zaman ne hissedecek ne yapacaktım? Arkama bakmadan çekip gidecek miydim yoksa Fatma’nın kazı kazı oynamasını mı bekleyecektim. Muhtemelen uzak bir noktada durup ona görünmemeye çalışarak onu gözetleyecektim. Tıpkı hoşlandığım kadınlarla aramda ördüğüm gibi saydam bir duvar örecektim. Ne onlara dokunmaya cesaret edebilmek ne de uzaklaşmalarına izin vermek gibi. Belki de sabahın 8’inde güne soğuk Nescafe ve sigarayla başlayan benle, çöpten oynanmış kazı kazanları kontrol eden Fatma ile aramızdaki benzerlik işte bu delibozuk hayata verdiğimiz tuhaf tepkiydi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.