- 432 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
HAYRETTİN YAZICI
Değerli Edebiyat Hocamız Ayşegül NAİR kendi deyimi ile bizim edebiyat camiasında biraz daha fazla tanınmamızı sağlayacak bir girişimde bulunacağını söyledi, ben de kabul ettim. Aşağıda okuyacaklarınız bu çalışmanın ürünüdür. Ben bazı sıfatlandırmalardan rahatsızlığımı belirtsem de hocam böyle kalmasını istedi. Hocama teşekkürlerimle...
SAYFA;1
TÜRK ŞİİRİNDE KEŞFEDİLEMEMİŞ BİR HAZİNE
HAYRETTİN YAZICI
Önsöz
Özet
Abstract
Giriş
1.Şiir Nedir, Şair Kimdir?
2. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirine Genel Bir Bakış
3. Hayrettin Yazıcı Kimdir?
3.1. Yazıcının Biyografisi
4. Hayrettin Yazıcı İle Bir Söyleşi
4.1. Kendisi Hakkında Söyledikleri
5. Şiirlerine Genel Bir Bakış
5.1. Şiirlerinde İşlediği Konular
6. Hayrettin Yazıcı’nın Şiirlerindeki Kendine Has Söyleyişler
7. Hayrettin Yazıcı’nın Şiirlerinde Bakir Mazmunlar ve Söz Sanatları
8. Şairin Dili, Türkçesi ve Dil Milliyetçisi Oluşu
9. Çıkardığı Kitaplar Üzerine Bir Değerlendirme
Sonuç
ÖNSÖZ
Şiir en eski edebiyat türlerinden biridir. Şiirin çeşitli tanımları yapılmış ancak şiirin tanımlanamayacağı görüşüne varılmıştır. Yine de şiirin ritme ve imgeye dayanan, kendine özgü dili ve söyleyişi olan estetik, yaratıcı bir söz sanatı olduğu hususunda birleşilmektedir.
Türkçede şiir için “koşuk, yır, özün” gibi sözcükler kullanılmışsa da günümüzde “koşuk, nazım” karşılığı kullanılmaktadır. Genel anlamda ise şiir sözcüğü tercih edilmektedir. Şiir, edebî türlerin en eskisi olup duygu, düşünce ve hayalleri etkili biçimde anlatmanın bir yolu olarak kullanılmıştır. Şiirin en önemli özelliği, özel bir anlatım diline sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu özel dil, şiir dilidir ve gündelik dilden farklı bir yapıya sahiptir. Şiiri diğer edebî türlerden farklı kılan sembol ve mecazlara dayalı bir anlatım dili, ahenkli bir ses, akış ve duygu yoğunluğudur. Her dönemin kendine özgü bir sesi, söyleyişi ve dünyaya bakış tarzı vardır. Şiir de tarih içinde farklı dönemlerde, farklı özellikler göstermiştir. İslamiyet öncesinde Türk şiiri, dinî törenlerde söylenen şiirlere kadar uzanmaktadır. İslamiyet’in kabulüyle birlikte aruz vezniyle yazılan ve kendine özgü bir mazmunlar dünyası olan Divan şiiri, uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Ona paralel olarak hece vezniyle yazılan ve halk zevkine hitap eden halk şiiri de devam etmiştir. Bu akımlardan başka İslamiyet’le birlikte tasavvuf düşüncesinin de Türk şiirine önemli etkileri olmuştur. Divan şiiri, Tanzimat Dönemi’nden itibaren yerini daha farklı şiir anlayışlarına bırakmıştır. Batılı şiir anlayış ve akımlarının etkisiyle yeni nazım şekilleriyle şiirler yazılmıştır. Bu süreçte, şiirin içeriğinde önemli değişiklikler yaşanmıştır. Milli Edebiyat Dönemi’nde hece vezni, sade Türkçeyle söyleyiş ve millî konular şiire hâkim olmuştur. Bu şiir eğilimi Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam etmiştir. 1940’larda şiirin dili yine değişir ve sıradan insanın dertleri şiire taşınır. Gündelik konuşma diline dayanan bu yöneliş, imgeci şiiri anlayışı ile etkisini kaybeder. Türk şiiri günümüze kadar çok farklı ses ve söyleyişlere sahne olmuştur.
Şiirimize önemli hizmetler vermiş, damgasını vurmuş şairlerimize göre şiirin tanımlarına bakacak olursak;
“… Şiirin nesirle de olabileceğini sananlar aymazlık içindedirler. Şiir, ancak ölçü ve kafiyeyle oluşur. Şiir musikinin kızkardeşidir, âletsiz söylenemez. Olağanüstü güzel bir nesri olan Victor Hugo, nesre “fukara şiiri” derdi. Şüphesiz Hugo’nun bu sözü de böylesine birçok sözleri gibi aşırıdır; biraz kendi zararına olarak da söylenmiş; yalnız, nesri şiirden tam olarak ayırma bakımından doğrudur.” Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim. Şiirde “nefes” ve “ses” iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru (borusu), kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir. Şiir duygusunu dil haline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, dize güya duygunun ta kendisi imiş gibi okuyucuda içten bir sanı uyandırmak. İşte bunu özlüyorum.” (Yahya Kemal Beyatlı, Yedigün, 1935)
“Aruzda, ozanın kendi ahenginden başka bir mihanikî ahenk de vardır. Bu mihanikî ahenk, ahenk denmeğe değer mi? Bu, ahenk değil, vezindir. Bence ahenk veznin sustuğu yerde başlar.” (Yahya Kemal Beyatlı, “Vezirler”, Edebiyata Dair, 1971)
Cahit Sıtkı Tarancı’ya Göre Şiir;
“Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük, insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değil ki. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeysi şiirde belli olur. Şu var ki, sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yanyana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek. Mallarme’nin “şiir, sözcükler dinidir” demesi bundandır. Şiir, böylece hüner ve marifet işi oluyor. Öyledir de. Ata binmek, ok atmak, elbise dikmek, kundura yapmak hatta boyamak ne ise, şiir de odur; yani ustalık ve uzmanlık işi. En zengin malzeme, kötü bir ozanın elinde berbat olup gider, tıpkı çok iyi bir İngiliz kumaşının kötü bir terzi elinde çarçur olup gitmesi gibi. Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas sorunudur. Makasdar olmak gerek.”
Suut Kemal Yetkin’e Göre Şiir
“ Hepimiz biliyoruz ki, nesri de, şiiri de sözcüklerle yazarız. Sözcükler her ikisinin de öğeleridir. O halde nasıl oluyor da, insanların birbiriyle anlaşmasını sağlayan gündelik sözcükler, bazı dizelerde bu özelliği kaybederek büyüleniyor, bizi şiirin saf iklimine götürüyor?
Şiir havasının her şeyden önce, sözcüklerin seslerinden doğduğunu kabul etmemeğe olanak yoktur. Yalnız şu var ki, nesir içinde yer alan sözcüklerin sesleri, şiiri kuran sözcüklerin sesleri değildir. Sözcüklerin, konuşurken, yazarken duyulan sesleri, şiir olan dizelerin yapısında, sırrı bilinmeyen bir düzen içinde kaynaştıkları zaman, başkalaşırlar, bir özellik kazanırlar. İşte bu özel ses, bizi şiir dünyasına çağıran sestir.
Fransız ozanlarından Mallarme, anlamdan kurtulmuş, yalnız ses olmuş bir, şiir kuruntusundaydı. Bu uğurda ömrünü tüketti. Ama onun en güzel şiirleri, anlama yüz çevirmemiş olanlar arasındadır. Zaten ses, şiirliğini kaybetmeden anlama yüz çeviremez de.
Bu bakımdan, hiçbir anlam taşımayan sözcüklerle şiir yazmaya kalkışan Lettrisme (Letrizm) tarafçıları daha başlangıçta şiiri yok etmekle işe koyulmuşlardır. Şiir, ne tek başına anlamdan, ne de tek başına söyleyişten doğmaktadır. Zaten ikisini birbirinden ayırt etmek de olası değildir. Çünkü şiirde, dizeler içinde yerlerini alan sözcüklerin yarattığı sesten ayrı bir anlam yoktur. Bir şiirin sesi ve anlamı, bedenle ruh gibidir, o kadar kaynaşmışlardır. Böyle olunca, saf ve gerçek şiirlerde söylenilen ancak bir türlü söylenir; yani söylenmiş olduğu gibi söylenir. Oysa buna karşılık, bir düşünceyi nesir diliyle türlü biçimlerde söyleyebiliriz. Canınız kahve mi istiyor, bunu türlü türlü söyleyebilirsiniz, anlam birdir. Şiire gelince, iş değişir. Şiir olan bir dizede sözcüklerin yerlerini değiştirdiniz mi, şiirden iz bile kalmaz. Fuzuli‘nin:
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, devletli sultânım dizesini okurken, ozan gibi, içimizin derin bir sevgi, büyük bir saygı ile titrediğini duyarız.
İşte şiir bu titreyiştir. Şimdi sözcüklerin yerlerini değiştirerek şöyle okuyunuz: “Efendim, sevdiğim, devletli sultânım, gözüm, canım” Vezin bozulmamış ama şiir yok olup gitmiştir? Çünkü yerleri değişmekle, birbiriyle uyuşan sözcükler ayrı düşmüş, şiir akımı kesilmiştir. Böylece, içi titreten şiir şoku kalmamıştır.
Bu gerçeği, bir nesri türlü şekillerle hatırlayıp tekrar edebildiğimiz halde, bir şiiri ancak yazılmış olduğu biçimde hatırlamamız da gösterir. Durum bu olunca, yani söyleyiş değişir değişmez, şiirden bir eser kalmazsa, yabancı bir dilde yazılmış bir şiiri başka bir dile çevirmek olanağı var mıdır? Daha geçenlerde Fransız Akademisi üyeliğine seçilen Jean Cocteau: “Bir şiir hiçbir dile çevrilemez, yazılmış olduğu dile bile” diyerek bu olanaksızlığa dokunmuştu.” (Suut Kemal Yetkin, Günlerin Götürdüğü, 1965)
Ahmet Haşim’e Göre Şiir;
“ Ozan ne bir gerçek habercisi, ne bir belâgatlı insan, ne de bir yasa koyucudur. Ozanın dili “nesir” gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Nesirde üslûbun oluşması için zorunlu olan öğelerin hiçbiri şiir için söz konusu olamaz. Şiir ile nesir, bu bakımdan, birbiriyle bağlılık ve ilişkisi olmayan, ayrı düzenlere bağlı, ayrı alanlarda, ayrı boyutlar ve biçimler üzerine yükselen ayrı iki yapıdır… Denebilir ki, şiir, nesre çevrilemeyen nazımdır.
Şiirde her şeyden önce önemli olan şey, sözcüğün anlamı değil, cümledeki söyleniş değeridir. Ozanın amacı, her sözcüğün cümledeki yerini, öbür sözcüklerle değme ve çarpışmalardan doğacak tatlı, gizli, uçan ya da sert sese göre saptamak ve türlü türlü sözcük ahenklerini, dizenin genel gidişine uydurarak, dalgalı ve akıcı, karanlık ya da aydınlık, ağır ya da hızlı duygulara, sözcüklerin anlamı üstüne, dizenin musiki dalgalanmalarından, sınırsız ve etkili bir anlatım bulmaktır.
Sözcük değişmeleri ve ahenk kaygıları arasında anlam karanlıklaşırsa, ruh, ahengin tadıyla onun yerini doldurur. Zaten “anlam”, ahengin telkinlerinden başka nedir? Şiirde, konu, ozan için ancak şakımaya ve hayale dalmaya bir bahanedir.”
ÖZET
Şiirin net bir tanımı yapılamasa da, okuyucuda heyecan uyandırması, estetik değerler taşıması, âhenkli olması, özgün olması gerektiği konusunda tüm uzmanlar hemfikirdir. Bilhassa şairin “kendine has” sözler söylemesi, o güne dek duyulmamışı duyurması mühimdir. Yeni mazmunlar icat etmeyen ve özgün anlamlara önem vermeyen kişi şair değil ancak nâzımdır. Bu nedenlerden her manzume şiir ve her nâzım da şair sayılmaz. Dili sade kullanma ve fesahat, mazmunlarda yenilik, teşbihlerde doğallık, yüzyılın en büyük şiir ustalarını doğurmuştur.
Artık şiir, hayatımızda eskisi kadar yer tutmuyor. Bu nedenle de bugünün dünyasından yakınıyoruz. Nedeniyse açık: Daha iyi bir dünyanın yolu şiirden geçiyor. Şiirden geçerken de elbette ki eften püften şiirlerden söz etmiyoruz. Sanat değeri taşıyan, estetik, okuduğunuz zaman sizi başka dünyalara taşıyan kaliteli şiirden söz etmekteyiz. Günümüzde artık şiirin tıkandığı, orijinal söylemlerin bulunamadığı kısır bir süreçten geçiyoruz. 50 yıllık yaşamımda, 30 yıl süren edebiyat öğretmenliğim boyunca şiir en büyük aşkım olmuştur. Çok şiir okudum, çok şiir ezberledim, çok şiir inceledim. Biraz da yazdım. Ne var ki Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirini incelerken artık çok da başarılı şairler yetişmediğini görerek üzüldüm. Belki yanılıyordum, temennim budur.
Bir gün internette tesadüfen Hayrettin Yazıcı’nın şiirlerine rastlayana kadar… Bir şiirini okuduğumda ilk etapta ismini göremedim. Edebiyatımızdaki meşhur şairlerimizden birine ait olmalı. Gözümden kaçmış diye düşündüm. Zira şiir gibi bir şiirle karşı karşıyaydım. Köşe taşı şairlerimizden birine ait olmalı, adını yazmayı unutmuş olmalılar. Birinci şiiri diğerleri izledi. Hepsi birbirinden değerli ve mükemmeldi. Araştırmalarım sonucu bu güzel şiirlerin Hayrettin YAZICI isimli bir beyefendiye ait olduğunu öğrendim. Her gün medyadan şiirlerini takibe başladım. Hislerim beni yanıltmamıştı. Türk şiirinde keşfedilmemiş gizli bir hazine bulmuştum. Çok güzel şiir yazamam ancak kariyerimi eski Türk şiiri üzerine yaptım. Şiirin hasından anlarım. Ya da Bedri Rahmi’nin dediği gibi;
“Zifiri karanlıkta gelse şiirin hasını /Ayak sesinden tanırım.”
Gerçekten ayak sesleri, şiir gibi şiirin geldiğini anlatıyordu. Bu sesleri duymamak şairimize büyük bir haksızlık, gerçek bir vefasızlık olacaktı. Kendisiyle tanıştım, şiirlerini, şairlik yönünü tanıtmak istediğimi belirttim. Kırmadı sağ olsun.
Makalemizde şairimizin biyografisini verdikten sonra kendisiyle yaptığımız bir söyleşiyi aktardık. Kendisini kendi ifadelerinden dinledikten sonra şiirlerinde işlediği konulara, kendisine has söyleyişlere değindik. Türkçenin başarılı kullanışı ayrıca dikkatimizi çektiği için bir başlık da bu konuya ayırdık. Çıkarmış olduğu kitapları tanıttık, şiirleri kadar güçlü nesir yönüne de kısaca temas ettik. Şiirlerinde derin bir soluk hissettiğimiz Hayrettin Yazıcı hocamız, bir makaleyle anlatılamayacak yetkinliğe sahiptir. Üzerinde lisans hatta yüksek lisans tezi hazırlanmalıdır. Biz sadece kayıp gitmeden bir kutup yıldızına dikkatleri çekmeyi hedefledik. Şiirleri, Türk şiirine yeni bir ses, derin bir nefes getirecektir. Güzel ve başarılı şiirlerinin akademisyenlerce incelenmesi, Türk şiirine kazandırılması, en büyük temennimizdir.
Anahtar Sözcükler: Şiir, özgün şiir, biyografi, Hayrettin YAZICI
ABSTRACT
Although a clear definition of poetry cannot be made, all experts agree that it should arouse excitement in the reader, carry aesthetic values, be harmonious and original. In particular, it is important for the poet to say "unique" words and to announce the unheard of until that day. A person who does not invent new metaphors and does not attach importance to original meanings is not a poet, but a poet. For these reasons, not every verse is a poem and not every verse is a poet. Simple use of language and fluency, innovation in mazmuns, naturalness in similes gave birth to the greatest poets of the century.
Poetry no longer has a place in our lives as much as it used to. That’s why we complain about today’s world. The reason is clear:
The way to a better world is through poetry. While we are talking about poetry, of course, we are not talking about smashing poems. We are talking about quality poetry that carries artistic value, aesthetics, and transports you to other worlds when you read it. Today, we are going through a vicious process where poetry is blocked and original discourses cannot be found. In my 50 years of life, during my 30 years of teaching literature, poetry has been my greatest love. I read a lot of poetry, memorized a lot of poems, studied a lot of poetry. I wrote a little too. However, while examining the Turkish Poetry of the Republican Period, I was saddened to see that there were no more successful poets. Maybe I was wrong, this is my hope.
Until one day, I stumbled upon Hayrettin Yazıcı’s poems on the internet by chance. When I read a poem, I couldn’t see its name at first. It must belong to one of our famous poets in our literature. I thought I had overlooked it. Because I was faced with a poem like poetry. The cornerstone must belong to one of our poets, they must have forgotten to write his name. The first poem was followed by the others. All of them were precious and perfect. As a result of my research, I learned that these beautiful poems belong to a gentleman named Hayrettin YAZICI. I started to follow his poems in the media every day. My feelings were not deceiving me. I had found an undiscovered hidden treasure in Turkish poetry. I can’t write very good poetry, but I made my career on old Turkish poetry. I can understand the essence of the poem. Or as Bedri Rahmi said;
“If it comes in pitch dark, I can recognize the poet’s voice / by the sound of his footsteps.” Indeed, the footsteps were telling that poetry was coming, like poetry. Not hearing these voices would be a great injustice to our poet, a real disloyalty. I met him, he said that I wanted to introduce his poems and his poetic side. Thank goodness it didn’t break. In our article, after giving the biography of our poet, we quoted an interview we had with him. After listening to him from his own expressions, we touched on the subjects he dealt with in his poems and his idiosyncratic expressions. Since the successful use of Turkish has also attracted our attention, we have allocated a title to this subject. We introduced the books he has published and briefly touched upon his strong prose aspect as well as his poems.
Our teacher Hayrettin Yazıcı, whose poems we feel a deep breath, has a competence that cannot be explained with an article. An undergraduate or even a master’s thesis should be prepared on it. We just aimed to draw attention to a pole star without slipping away. His poems will bring a new voice and breath to Turkish poetry. It is our greatest wish that his beautiful and successful poems are examined by academicians and brought into Turkish poetry.
Keywords: Poetry, original poetry, biography, Hayrettin YAZICI
GİRİŞ
1.Şiir Nedir, Şair Kimdir?
Şâir, en basit tanımıyla şiir yazan veya söyleyen kimsedir. Şair sözcüğü, Arapçadan dilimize geçmiştir. Bu sözcüğe doğaüstü güçlere sahip hatta meczup, kâhin gibi anlamlar da eklenmiştir. Sanatın tüm milletlerin tarihindeki en temel, en eski, yaygın, estetik ve en asli türlerinden biri şiirdir. Var oluşundan günümüze, insan için en sıcak, en etkili lirik bir söz sanatıdır. “Şiir nedir? Şair kimdir?” “Şiirle şair arasında nasıl bir ilişki vardır?” sorularını açıklamak, sadece pozitif bilimlere has bir özelliktir. Sanat, laboratuvara sokulamaz bir olgudur. Bu yüzden şiirin, şairin ve ikisi arasındaki ilişkinin tanımını yapmak zordur.
Montaigne şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:
“Şiirin orta hallicesi beylik ölçülerle, sanat bilgisi ile yargılanabilir; ama şiirin iyisi olağanı aşan kuralların ve aklın üstündedir. Onun güzelliğini sağlam ve olgun bir görüşle fark eden, bir şimşeğin parıltısı kadar görebilir ancak. O güzellik aklımızı işletmez, başımızdan alır, allak bullak eder.’”
Aristo’dan ünümüze kadar pek çok filozof, estetikçi, edebiyat bilimcisi ve sanatkâr şiirin tarifini yapmış ama ortak bir noktaya varamamışlardır. Şiirin tarifini ansiklopedik bilgiden çok çeşitli sanatçı, düşünür ve şairimizden almak gerekecektir. Şiir anlayışları çağlara, topluma, felsefi temellere, yaşanılan hayata ve insanlara göre farklılık göstermektedir. Şiir dil içinde ayrı bir dildir. Şiir bir bakıma sözcüklerle güzel biçimler kurma sanatıdır. Şiirde önemli olan, sözcükleri en iyi şekilde kullanmaktır. Mallarme; “Şiir kelimeler dinidir.” demiştir. Şiirin gerçek özelliği duyurup duygulandırmasında, ürpertip düşündürmesinde aranmalıdır. Şiir bizi içinde bulunduğumuz ruh hâlinden alarak başka bir ruh hâline götürebilmeli, zihnimizi allak bullak etmelidir. Şiir, kuşkusuz sürekli bir çalışma gerektirir. Bir şiirin nasıl yazılacağı konusunda elbette elimizde hazır formüller bulunmamaktadır. Bu konuda hazırlanmış belli ölçüler de yoktur çünkü her şair ayrı bir değerdir ve ayrı bir “poetika” üretmektedir. Şiir yazmak, kolay bir uğraş olarak görüldüğü sürece, ortaya çıkacak yapıtlar da o derece şiirden uzak olacaktır.
Şiirde önemli olan söylenenler değil, söylenenin nasıl anlatıldığıdır. Şiirde asıl olan sanattır. Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrılmaktadır. “Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez; hatta yazılmış göründüğü dile bile.” (Jean Cocteau.)
Şiir sözcüklerle hayal imge yaratma işidir. Ses ve uyak şiirin vazgeçilmez öğelerindendir. Yahya Kemal Beyatlı bu konuda; “. Şiir bir nağmedir. Şiirde nefes ve ses iki unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmazsa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.” demektedir.
Şimdi asıl sorumuza gelelim: Tanımı bile yapılamayan, hatta mucizevi sayılan şiiri yazan, vücuda getiren şair kimdir? Birçok özelliği içinde barındıran, herkesin yazamadığı ama hemen herkesin sevdiği şiir olgusunu hayata geçiren, ona can veren “şair” kimdir? Basit tanımıyla şiir yazan ve söyleyen kişidir. Düşünen, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul ve saygı görmüş kişidir. Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayandır. Şairin dili, diğer edebiyat türlerinin dilinden üstün ve zahmet vericidir. Şairler, kullandıkları dilin inceliklerini iyi bilmek, milli kültürünü tanımak, geçmişteki şiiri iyi tanımak zorundadır. Evrensel ve milli kültürü hazmetmiş olmalıdır.
Devamlı bir araştırma ve deneme içerisinde olmalı, mısralarındaki duygu, düşünce ve hayalleri daha etkileyici anlatılabileceği endişesi içinde hareket etmelidir. Şair bir yandan da toplumun vicdanıdır, çağının tanığı olmak zorundadır. Şairin ruhunda hep başkaldırı vardır. Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi:
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. “
Sorgulayan, eleştiren, bir tavrı olmalıdır şairin. Mehmet Âkif gibi haksızlığa karşı koymalı, toplumun sesi olmalıdır. Şair; hayata dair bakışını, izlenimini, hislerini şiire döken kişidir. Şiiri hayatının merkezine oturtan kişidir. Dinleyenin ruhunu başka bir âleme götürecek kadar kuvvetli bir sanatkârdır. Gerçek şair, çok şiir yazmayı değil, hafızalarda yer bırakmayı amaçlar.
Şair kimdir sorusuna Hasan Ali Yücel şunları söylemektedir:
“Şair, bir avcıdır. Meçhuller ormanında hakikatin seraplarını kovalar. Zekâsını yontarak yaptığı okunu avına atar; bu keskin ok, boşluklarda vızıldar; fakat çıktığı yerin çekme kuvvetinden büsbütün kurtulamaz; geri döner ve yumuşak, sıcak bir yere saplanır. Burası bir kalp ve o kalbin sahibi de şairdir.”
Oktay Akbal bir deneme yazısında şairlik hakkında aynen şunları söylüyor:
“Şairlik heveslilerinin ilk başta yapacakları şey, kendinden önce neler yazılmış, hangi gerekçelerle, itmelerle, duygulanmalarla, düşüncelerle yazılmış bunları bilmek ve incelemektir.” Ve ekliyor: “Şair diye ortaya atılmak bir yürekliliktir, saygı duymalı bu yürekliliğe. Öte yandan biraz da acımalı bu yürekliliği gösterenlere, hele böylelerinin çiziktirdikleri şiirle ilgisiz şeylerse.”
Robert Suares ise şu görüştedir:
“Her isteyen şair olamaz. Şair olmak için mısralar sıralamak yetmez. Şairlik az kimsenin nasibine düşen bir altınca duygudur.”
Şair ile şiir arasındaki ilişki de çok mühimdir. Her şiir şairinden izler taşımaktadır. Aralarında yoğun bir ilişki vardır. Bir şiiri yaratıcısından ayrı düşünme imkânı yoktur. Bir şiire göz gezdirdiğimizde içinde bir yerlerde şairini de görebiliriz. Şairin yaşam tarzı, hayat anlayışı, sanatı, duyguları, her zaman şiirinde vardır. Bu nedenledir ki şair bizzat görmeli, yaşamalı, tatmalıdır. O zaman gerçek ve samimi şiir ortaya çıkmaktadır.
Kanaatimizce şair kimdir sorusuna da şiir gibi net bir cevap verilemese de öncelikle şairin farklı bir kimliği olması elzemdir. Şair sıradan bir insanın gördüğü gibi görmez, onun baktığı gibi bakmaz dünyaya. Bizim görmediğimizi görür, duymadığımızı duyurur ve söyleyemediğimizi dile getirir. Şiirin ve şairin çok özel bir dili vardır. Şair ne kadar kendine has söylemler bulabiliyorsa o kadar şairdir.
Dil, imge, bakir söyleyişler, ruh, hissiyat ve özel duyguları şiirinde topladığı için Hayrettin YAZICI makalemize konu oldu. Yani kanaatimizce hocamız “şair” olma vasfını kazanmış, bunu ispatlamıştır. Bir edebiyat uzmanı olarak biz de şiirlerinden yola çıkıp bu şairimizi edebiyat dünyasına tanıtmak istedik. Çeşitli şiirlerini yorumlayarak şairimizin ruh dünyasını, şiir anlayışını gün ışığına çıkarmaya çalıştık. Kendisi Türk şiirinde yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda şairimizin bazı şiirleriyle tanışma fırsatı bulanlar hocamızın yeteneğini onaylayacaktır düşüncesindeyiz. En azından başarılı bir kalemi edebiyat dünyasına tanıtmış olmanın mutluluğu ve gururu bize yetecektir. Hayrettin Yazıcı’nın şiir yazmaya devam etmesi de en büyük temennimizdir.
2. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirine Genel Bir Bakış
Cumhuriyet’in ilanından 2. Dünya Savaşı’na kadar süren yıllar, Türk şiiri açısından önemli bir dönemdir. Edebiyat tarihi için kısa sayılacak yaklaşık yirmi yıllık bu süreçte; değişimler, yeni eğilim ve hareketler meydana gelmiş, şiirimiz o güne kadar hiç karşılaşmadığı yeni ve zengin yaklaşımlara tanık olmuştur. Böylece günümüz modern Türk şiirinin temelleri de bir bakıma bu yıllarda atılmıştır. Şiirimizin köşe taşı diyebileceğimiz usta ve güçlü şairler bu dönemde yetişmiştir. Yani akımlar, şiir anlayışı, edebiyat hareketleri, özgünlükler açısından da verimli bir dönemdir.
Edebiyat ve tarih arasında sıkı bir ilgi vardır. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin ilk yıllarına bu açıdan bakmak gerekir. Millî Mücadele yeni bitmiş, Cumhuriyet kurulmuş ve yurt sevgisi ön plana geçtiğinden “Memleket Edebiyatı” adı verilen bir edebiyat ve şiir doğmuştur. Bilhassa ilk yıllarda şiirlerde kahramanlık, vatan ve millet sevgisi, Atatürk’ü, cumhuriyeti öven şiirler yazılır. Nesirde de durum çok farklı değildir. Kurtuluş Savaşı’nı anlatan çok sayıda roman ve hikâye yazılmıştır. Dikkat edilirse Türk Edebiyatı’nın Devirleri şema halinde çizilirken Tanzimat, Servet- i Fünûn ve Fecr- i Âti ’den sonra Cumhuriyet Dönemi başlığı altında inceleyeceğimiz dönem; “ Millî Mücadele Dönemi Türk Edebiyatı “ adını alır. Ardından Millî Edebiyat Dönemi gelir ve nihayet Günümüz Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri başlar. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiir’indeki pek çok akım, grup, fikir ayrılığı bulunan şairlerin belki de tek ortak yönü ise hepsinin Batıya yönelmiş olmasıdır. Çünkü artık devlet olarak Batı medeniyeti örnek alınmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumla tarih ve sosyoloji yakından bağlantılıdır.
Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı ve Şiiri ’ni 1923’ten 1940’lı yıllara ve günümüze kadar etkileyen düşünce akımları olarak başta Atatürkçülük olmak üzere, Milliyetçilik, Sosyalizm ve İslamcılık olarak sayabiliriz. 1923 -- 1940 yılları arasında Türk şiirinde etkili olan sanat, edebiyat ve şiir akımları olarak bu devrin ilk yıllarında etkili olan Millî Edebiyat akımı başta olmak üzere Yedi Meşaleciler onları takip eden ilk edebi topluluktur ve şiir anlayışlarını ortaya koyan bir “poetika” yayınlamaları açısından önem arz ederler. 1940 sonrası Toplumcu Gerçekçiler, Garipçiler (Birinci Yeniler), Hisarcılar, Maviciler, İkinci Yeniler, Yeni İslâmî Akım, Yeni Gelenekçi Akım, Üçüncü Yeniler, Yeni Bütüncüler, ortaya çıkmış diğer akımlardır.
3. Hayrettin Yazıcı Kimdir?
1958 yılında Bayburt’un Söğütlü köyünde doğmuştur. Hayırlara vesile olsun diye adını babaannesi "Hayrettin" koymuştur. Kendi tabiriyle kaderine uygun bir soy isim miras kalmıştır: "Yazıcı". Kitaba ve kaleme dost bir aileye mensup olması, ona göre soy ismini anlamlı kılmaktadır. Ortaokulu Bayburt vakıflar talebe yurdunda, liseyi Aksaray Koçaş Tarım Meslek Lisesinde okudu. Adı geçen okulu 1976 yılında bitirip aynı yıl Kayseri Teknik Ziraat Müdürlüğünde genç bir teknisyen olarak göreve başlamıştır. Mesleğinin devamı niteliğinde yüksekokul “Seracılık” ve Açık Öğretim İşletme okumuş, uzun süre “Arıcılık Kursları” vermiştir. Erzurum Tekman, Tortum; Samsun Bafra ve halen Bursa Karacabey’de görev yaparak emekli olmuştur. Asıl mesleği ziraat olmasına rağmen, kendisini edebiyat aşığı olarak nitelemekte, şairlik ve yazarlığı da başarıyla sürdürmektedir. Kırk İlmek” “Paslı Çivi” isimli kitapları olan yazarımıza göre Kırk İlmek; “Kendimce, hayatı yeniden dokumanın adıdır. Henüz basılmamış eserlerini; “Henüz kitaplaşmamış araştırma yazılarım, şiirlerim ve kitabın hacmini aşan denemelerim, ömrümüz olursa sırasını beklemekteler.” Şeklinde ifade etmektedir. Bir kızı, üç oğlu ve onların güzel meyveleri beş torun sahibi şairimizin yazma çalışmaları devam etmektedir.
4. Hayrettin Yazıcı İle Bir Söyleşi
--Bir Şiir Üstadıyla Şiir Üzerine Söyleşi--
Hayrettin YAZICI hocamıza şiirle ilgili düşüncelerini sorduk:
1. Bugüne dek şiirin net bir tanımı yapılamamış ama sizce şiir nedir?
-- Aslında herkes şiirin bir tanımı yok derken aynı zamanda herkes de kendince bir tanım yapıyor şiire. Şiir diye bir şey var ve ben buna inanıyorum. Aynı zamanda yazsın, yazmasın, her insanın da bir şiir yanının olduğuna inanıyorum. Bir şeyi bizim görmüyor olmamız onun yokluğu anlamına gelmiyor. Bence şiir ruhumuzun düğümsüz yanından çıkan özgür bir sesleniş. Şiir bu yüzü ile birçok halimizde vardır. Örneğin bir ağacı hortumla da, başka vasıtayla da sularsınız, suyunu alır. Ancak yağmurla her şeyin sulanması başka bir şeydir. Yağmur adını sayamayacağımız kadar onca nimeti ile gelir ve her zaman sudan fazla bir şeydir, şiirse sözden… Erkek de oynar, kadın da, ama kadın oyuna erkekten daha fazla ve farklı adını koyamadığımız bir fazlalık katar ve bu hepimizin hoşuna giden ve oyundan fazla bir şeydir. Şiir, tam da bu adını koyamadığımız fazlalık alanda gerçekleşir. Ve şiirin bendeki bir tanımı da, acıların adını koymaktır. Adı konulmamış acılar yok hükmündedir. Bir başka yüzü ile şiir bir taşınmaktır. Objektif dünyadan, sübjektif bir dünyaya taşınmak da denebilir. Bu taşınmak ne kadar yoğun gerçekleşirse, şiir o denli güçlü doğar ve gelişir.
2.Bir şiirde mutlaka bulunması gereken nedir sizce?
-- Şiirin temel birimi kelimedir. Aklımızdan ve ruhumuzdan ve gönlümüzden geçen her mefhumu karşılayacak kelimemiz olması lazım. Bu ne kadar çok olursa şiir o denli güçlü, güzel ve hareket kabiliyeti, savurma gücü yüksek olur. Şiir biraz savrulmaktır. Bunun içinde şair en gebe, hareketliliği en yüksek kelimeleri seçme kabiliyetine sahip olmalıdır.
3.Aruz, hece, serbest... En çok hangi ölçüyü beğeniyorsunuz? Ya da hangisinde kendinizi başarılı buluyorsunuz?
--Aruzun her anlamda görevini tamamladığını düşünüyorum. Biz bütün lügatleri yutsak da, bir Fuzûlî, Şeyh Galip şiiri yazamayız. Bu beceriksizliğimizden değil. Mekân, zaman, insan, dil, hatta coğrafya değişmiştir. Bu kadar değişimin olduğu yerde, iyi bir taklitten bile söz edilemez. Aruz şiiri; enine-boyuna; derinliğine ve yüksekliğine her alanı bir tür sonuna kadar kullanarak devrini tamamlamıştır, yani kovulmamıştır.
Hece milli veznimiz olması nedeniyle yaşamak, yaşatılmak zorundadır, ama bu çok iyi hece şiirleri yazılacak anlamına gelmiyor. Hece şiiri de ciddi bir sarsıntı geçirmektedir, bağlıları çok olsa da. Hepimiz biliyoruz ki, bugün, dünkü kadar güçlü temsilciler artık yoktur. Bu hece şiirinin zevali içinde çanların çaldığı anlamına geliyor. Çünkü burada da, zaman, mekân, insan, dil değişmeye devam ediyor, hatta hayatın hızı da… Bu doğal olarak duygularımızı ve şiirin biçimini de doğrudan etkiliyor, ben çok seviyor olsam da. Acaba hecenin son temsilcileri biz miyiz diye endişem var. Yazılma anlamında olmasa bile okunma anlamında böyle. Serbest şiiri de çok seviyor olsam da, ben şiire hece şirinden geldiğimden doğal bir bağ var aramızda hece şiiri ile. Bu doğal olarak şiir biçimimi de etkiliyor kuşkusuz. Önümüzdeki zamanda şahsi görüşüm, serbest şiirin, iyi yazılır, kötü yazılır bilmem ama yaygınlık kazanma açısından şansı ve yolu daha açık.
4.İlham perisine inanır mısınız? Daha çok ne zaman şiir yazma isteği duyuyorsunuz?
--Şiir perisi var mı, yok mu bilmem, ancak şiir beni yaz demedikçe, isteğe bağlı yazılacak bir şey değil. İmkânsız mı? Hayır değildir, ama tattan ve tuzdan yoksun olur perisiz şiir. Ben buna şiir iklimimiz diyorum. Eğer şiirin ikliminde iseniz bir günde birkaç şiir bile yazabilirsiniz. Değilseniz bir mısra bile bulmak, kurmak meseledir. Bu iklim uzun yahut kısa sürebilir. Benim şiirlerimin ilk mısraları çoğu zaman yürürken kendiliğinden oluşur ve bende şiirin serbest mi, hece mi olacağını o ilk mısra belirler. O nereye götürürse ardına takılıp giderim. Akşam ve sabah saatleri benim için önemlidir.
5.Sade ama güçlü bir diliniz var. Türkçeyi çok başarılı kullanıyorsunuz. İyi bir okur olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
--Evet, iyi bir okurum bunu yüksek perdeden söylemem mümkün, ancak o denli de disiplinsizim. Trafik kuralları beni sıkar kazalara neden olsa da. Ben özgürlüğüne çok düşkün biriyim ve kendimin de kendimle oynamasından hoşlanmıyorum. Okumak benim için dünyanın en keyifli işidir, hiçbir şey ile pazarlığa sokmam. Okumak dünyanın en değerli şeyidir ve bugün halen buna inanmaya devam ediyorum.
Böyle derken, ne için okuduğumuzu da kesinlikle bilmeliyiz. Yani bir seçim endişemiz olmalı ve bir ve ya birçok hedefimiz… Çünkü okuma ve yazın dünyası çok çaplı ve geniş bir dünya. Arada kaybolmamalıyız…
6.Ayrım yapmak zor tabi ama örnek aldığınız ya da çok beğendiğiniz şairlerimiz kimler?
--Beğenilerim şairden daha çok şiir üzerindedir. Çünkü iyi şairlerin de çok kötü şiirleri olduğunu biliyorum, kötü şairlerin bazen iyi şiirleri olduğu gibi. Şairden daha çok şiir odaklı bakıyorum. Bu da sabit bir şey değil, her devir ve dönemde beğeniler değişir. Bizim geçirdiğimiz değişimin bunun böyle olmasında payı büyüktür. Bizim kuşağın beğenileri çok gerçekçi değildir şiir adına, çünkü hepsi biraz ideoloji kokar, şiir ondan sonra gelir. Burada da gerçek bir beğeniden söz etmek çok gerçekçi değildir, ama illaki önemsediğimiz her devirde birkaç şair vardır.
7.Şiirlerinizde bir konu sınırlaması var mı? Sanırım her konuda yazıyorsunuz.
--Evet, evet, şiir her konuya müdahil olduğu gibi, her konuyu da kendisine müdahil yapabilir, böyle bir kabiliyeti var şiirin. Ben şairlerin toplumların sinir uçlarını oluşturduklarına inanırım. Bir tür tansiyon aleti gibi. Arı nasıl tabiatta tansiyon görevi görüyorsa, toplumlar içinde şairler öyledir. Bu en erken etkilenme ve etkileme anlamına geliyor. Elbette hassasiyetlerim var ama illa da ben şunun şairiyim diyemem, çünkü az sonra şiirlerimi okur hani ya diyebilirsiniz. Hayatın bendeki iz düşümlerini şiir yolu ile açığa vuruyorum, doğrusu benim için bu.
8.Yazıp bitirdikten sonra geriye dönüp tekrar değiştirdiğiniz şiirler oluyor mu?
--Elbette olur bu ayıp değil, gerekli bir şey ama ben bunu çok az yaparım, şiirimin duyguları incinecekmiş gibi gelir bana. Bu düzeltmeler daha çok teknik diyebileceğimiz anlamdadır. Şiirin duyguları ile oynamam insanların duyguları ile oynanmaması gerektiği gibi.
9.Şiir yazmak bir yetenek mi yoksa emek ve çalışma da gerektiriyor mu?
--Şunu unutmamalı; hayatta emeksiz yemek yoktur. Varsa eğer orada bir yolsuzluk var demektir. İyi bir şair olmak için az değil, bilinmesi gereken çok şey var, bu da ancak çalışmak ve kafa yormakla olur. Tabi yaratılışınızın, büyüdüğünüz çevrenin, buna yatkın olması ve sizi besliyor olması daha kolay ve erken yol almanızı sağlar, sizi büyük şair yapmasa da. Filozofi bir alt yapı iyi bir şairin de habercisidir.
10. Günümüzde şiire ilgiyi yeterli buluyor musunuz? Şiir biraz öksüz mü sizce?
--Hiçbir zaman yeterli olmadı. Bu bir yeterlilikten ziyade seçimdir. Bazıları seçer, diğerleri seçmez. Ancak toplumsal anlamda herkes her gün bir yüzü ile farkında olarak yahut olmayarak şiirle birliktedir. Resmi anlamda, yani şairler bakımından kesimlerden, kısımlardan söz edebiliriz. Edebi anlamda gerçek şiirle toplumun, dün de, bugün de çok fazla işi olmamıştır. Vardı demek edebiyat çevrelerinin hüsnü kuruntusudur. Halk şiirin bir yüzü ile tanışık ve barışıktır, geneli ile uğraşmaz, sıkılır. Türk Milleti asker bir millet olduğu gibi, şair bir millettir sözü bu bahis alanımızın dışında kalan bir şey.
11. Şiir yazmaya yeni başlamış, bu işe meraklı gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
--Dillerini, yani Türkçe ’yi çok ciddiye alsın ve çok sevsinler ki, şiiri de sevebilsinler. Şiiri sevmek ve sevebilmek, dili sevmekle başlayan bir şey. Cümleleri, kelimeleri sevsinler kuşları sever gibi, şiiri de kaçınılmaz olarak seveceklerdir. Sevince de yazmayı deneyecekler çaresiz. İnsan sevdiği şeyden uzak kalamaz…
12. Bir Necip Fazıl, Yahya Kemal, Faruk Nafiz gibi köşe taşı şairler yetişecek mi? Bu pencereden bakınca Türk şiirini nerede görüyorsunuz?
--Eskilerin deyimi ile el cevap yetişmeyecek. Yukarıda da söyledim ya, her şey değişirken zaman içinde, şiirin değişmemesi imkânsızdır. Yukarıda söylediğim nedenlerden dolayı iyi taklitçileri bile olmaz. Farklı bir düzlemde elbet de iyi şairler çıka bilir, çıkacaktır ama onlara benzeme anlamında olmaz bu. Tamamen bambaşka birileri olacak bunlar. Onları anlamayacaklar anlamına gelmez bu, anlayacaklar ama onlar gibi yazmayacaklar, çünkü yazamazlar… Başka yol, yöntem ve biçimde yazacaklar…
13. Basılmış bazı kitaplarınız da var. Onlar için ne söylemek istersiniz?
--Kitaplarım demeliyim artık. 1997 yılında “Ateşle Gülüm Sulanır” ismi ile kendi imkânlarımla bir şiir kitabı çıkartmış ve kitap çıkartmanın keyfini tatmıştım. Aradan kaç yıl geçmiş yirmi altı mı? Elimde her zaman kitaplık malzemeler olmuştur. Bu geçen zaman içinde birçok hamle de yaptım değişik yıllarda ama nasip bu güneymiş. Çok gecikmiş ve bunalmış olmalıyım ki, birine tahammül edemeyip, biri deneme “Kırk İlmek” diğeri “Paslı Çivi” şiir olmak üzere iki kitabımı aynı anda bastırdım. Gelen tepkilere bakınca da iyi bir şey yaptığımı düşünüyorum. Bunlar, kafamda, beynimde, önümde bir takoz gibi duruyorlardı ve bunlardan bir an önce kurtulup hür olmak istiyordum yeni niyetlerim ve çabalarım için.
14.Sonuç olarak şiir sevgisi üzerine neler söylemek istersiniz?
--Sevgi içinizde bir nüve tutmuşsa, yolunuzun şiirden geçmemesi imkânsız gibi bir şey. Şiir bütün dünyada gam ve kederle beslenen bir şey olsa da daha çok, bunları sevmek içinde yolunuz şiirden geçecektir. Suratlarımız her gün biraz daha asılıyor ya, bazen insanların yüzüne şiir serpmek istediğim çok olmuştur. Bunu söylüyor olmam şiiri nereye koyduğum hakkında da bir bilgi verebilir. Makale, araştırma yazıları, deneme yazsam da, şiiri çok seviyorum ve şiirin de beni çok sevdiğini biliyorum…
4.1. Kendisi Hakkında Söyledikleri
Dünyaya gelirken bana soru sormadılar; nasıl bir yeryüzüne doğacağımı da ben tayin etmedim. Günüm gelince; kurak, yalın, acımasız ve uzun kış gecelerinin çaresizlik ikliminde sütüm mayalanmış ve bir temmuz sıcağında güneşle birlik doğmuşum. Elbette, yükselişim ve düşüşüm güneş gibi olamazdı, o tekti ve onu avutan mehtap gibi bir yavuklusu vardı.
1958 yılında Bayburt’un Söğütlü köyünde doğmuşum, ümit ve sükûtu bırakıp hayırlara vesile olsun diye, adımı babaannem koymuş; "HAYRETTİN" ve kaderimize uygun bir soy isim miras kalmış; "YAZICI”. Her ikisini de sevdim. Nece hayırlara vesile oldum-olacağım bilemem; ancak kitaba ve kaleme dost bir aileye mensup olmam, soy ismimi anlamlı kılıyor. Belki yokluklar içinde ama hür bir çocuk olarak doyasıya koştum ve oynadım. Gözlerim hep göklerde olmuştur. Köyümün karşısında ki dağa, güneşi yakalamak için yola çıktığımda sadece altı yaşındaydım. İlk şiirimi yazdığımda on bir… Şairliğe ve şiire yatkın bir ruhum olduğunu keşfettiğimde on altı, ilk şiirim yayınladığım da yirmi iki.
İlginçtir; komun yerleri hiç sevmezdim, ancak hayatım hep komun yerlerde geçti! Evet, mesleğim ziraat, ben edebiyata aşığım, edebiyat illa da şiir ve deneme. Beni çeken şiirin o efsunlu sesi ve denemenin dayanılmaz cazibesi. Günahımla, sevabımla bu ülkenin çocuğuyum. Ruhumla, imanımla, milli kültür ve coğrafyamdan devşirdiklerimle buradayım. İnsan ruhunun inişli-çıkışlı haritasında gezindim; düşman aramaya çıkmadım, ancak, çağımızda kolu çok uzun, üzgünüm; ülkeler, insanlık... Dostluk atıl müessese, düşmanlık aktif; dost aleni düşman sinsi. Düşmanlık bozulan pazarlıklardan, dostluk yarına ve yaşanacak olana doğar... Düşmanlık bölünmeyle çoğalır, dostluk doğumla... Bölünmede bir parçamız kopar, acı duyarız, doğumlarda sevinç... Az seviyoruz ve suçluyoruz.
5. Şiirlerine Genel Bir Bakış
Dâhileri anlatmak zordur, üstat şairleri daha zor. Hele karşınızda keşfedilmemiş ama Türk şiirinde hazine niteliği taşıyan bir şair varsa işiniz daha zor demektir. Hayrettin Yazıcı ismindeki mütevazı şairimizden söz etmekteyim. Kendisi çok başarılı bir şair olduğunu düşünmese de bu konuda tevazu gösterse de şiirlerini ilk okuduğumdan bu yana çok farklı düşünüyorum. Bu nedenle bir edebiyat uzmanı olarak şiirlerini ve şairimizi okuyucuya tanıtmayı bir vazife sayarak yola çıktım. Şüphesiz şiir inceleme, şairi gün ışığına çıkarma konusunda çok daha başarılı akademisyenlerimiz, araştırmacılarımız vardır. Ben sadece uzman edebiyat öğretmeniyim. Masterimi eski Türk şiiri üzerine yaptım. Şiirler yazdım. Ne var ki Hayrettin Yazıcı hocamızın şiirlerini okuduktan sonra onun mutlaka edebiyatımıza kazandırılması, tanıtılması gerektiğine inandım. Yukarıda söylediğim gibi şairimizin akademik bazda incelenmesi gerekmektedir. Ben bu naçizane makalemle sadece hocamıza ve şiirlerine dikkat çekeceğim. Açtığım yoldan devam edilmesi en büyük temennim, bir şairin keşfedilmesi, en büyük arzumdur. “Hocam” hitabını özellikle kullanıyorum çünkü ben de şiirler yazdım, kitaplar çıkardım ama Hayrettin Yazıcı’yı okuduktan sonra mübalağasız şair olmadığıma karar verdim. Muhakkak benim de güzel şiirlerim olmuştur ne var ki Hayrettin hocamız hakikaten bu konuda ustadır, üstattır. Benim de hocamdır. Çok güzel şiir yazamam belki ama şiirin güzelinden anlarım. Makalemizi dikkatle okursanız görüşlerimize hak vereceğiniz kanaatindeyim. Böyle bir yeteneğin keşfedilememesi ve kaybı hepimizin vebalidir. Edebiyatımıza Hayrettin Yazıcı gibi güçlü bir kalemi kazandırmak en büyük gururumuz olacaktır.
Makalemiz Hayrettin Yazıcı’ya ve onun şiirlerine ayrılmış olup onu okuyucuyla tanıştırmak edebiyatımıza bir hizmet olacaktır. Şimdi şiirlerine genel bir bakıştan sonra işlediği konular, özgün söyleyişleri, söz sanatları, dil ve üslubu, kitapları, nesri üzerinde durulacaktır. Bilhassa şairliği bizim için dikkat çeken noktadır. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri içerisinde samanyolu içinde bir yıldız vasfı taşıdığını düşünmekte ve bu yeni yıldızın yeni bir gezegen gibi keşfedilmesini arzu etmekteyiz.
Değerli Edebiyat Hocamız Ayşegül NAİR kendi deyimi ile bizim edebiyat camiasında biraz daha fazla tanınmamızı sağlayacak bir girişimde bulunacağını söyledi, ben de kabul ettim. Aşağıda okuyacaklarınız bu çalışmanın ürünüdür. Ben bazı sıfatlandırmalardan rahatsızlığımı belirtsem de hocam böyle kalmasını istedi. Hocama teşekkürlerimle...
SAYFA;1
TÜRK ŞİİRİNDE KEŞFEDİLEMEMİŞ BİR HAZİNE
HAYRETTİN YAZICI
Önsöz
Özet
Abstract
Giriş
1.Şiir Nedir, Şair Kimdir?
2. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirine Genel Bir Bakış
3. Hayrettin Yazıcı Kimdir?
3.1. Yazıcının Biyografisi
4. Hayrettin Yazıcı İle Bir Söyleşi
4.1. Kendisi Hakkında Söyledikleri
5. Şiirlerine Genel Bir Bakış
5.1. Şiirlerinde İşlediği Konular
6. Hayrettin Yazıcı’nın Şiirlerindeki Kendine Has Söyleyişler
7. Hayrettin Yazıcı’nın Şiirlerinde Bakir Mazmunlar ve Söz Sanatları
8. Şairin Dili, Türkçesi ve Dil Milliyetçisi Oluşu
9. Çıkardığı Kitaplar Üzerine Bir Değerlendirme
Sonuç
ÖNSÖZ
Şiir en eski edebiyat türlerinden biridir. Şiirin çeşitli tanımları yapılmış ancak şiirin tanımlanamayacağı görüşüne varılmıştır. Yine de şiirin ritme ve imgeye dayanan, kendine özgü dili ve söyleyişi olan estetik, yaratıcı bir söz sanatı olduğu hususunda birleşilmektedir.
Türkçede şiir için “koşuk, yır, özün” gibi sözcükler kullanılmışsa da günümüzde “koşuk, nazım” karşılığı kullanılmaktadır. Genel anlamda ise şiir sözcüğü tercih edilmektedir. Şiir, edebî türlerin en eskisi olup duygu, düşünce ve hayalleri etkili biçimde anlatmanın bir yolu olarak kullanılmıştır. Şiirin en önemli özelliği, özel bir anlatım diline sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu özel dil, şiir dilidir ve gündelik dilden farklı bir yapıya sahiptir. Şiiri diğer edebî türlerden farklı kılan sembol ve mecazlara dayalı bir anlatım dili, ahenkli bir ses, akış ve duygu yoğunluğudur. Her dönemin kendine özgü bir sesi, söyleyişi ve dünyaya bakış tarzı vardır. Şiir de tarih içinde farklı dönemlerde, farklı özellikler göstermiştir. İslamiyet öncesinde Türk şiiri, dinî törenlerde söylenen şiirlere kadar uzanmaktadır. İslamiyet’in kabulüyle birlikte aruz vezniyle yazılan ve kendine özgü bir mazmunlar dünyası olan Divan şiiri, uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Ona paralel olarak hece vezniyle yazılan ve halk zevkine hitap eden halk şiiri de devam etmiştir. Bu akımlardan başka İslamiyet’le birlikte tasavvuf düşüncesinin de Türk şiirine önemli etkileri olmuştur. Divan şiiri, Tanzimat Dönemi’nden itibaren yerini daha farklı şiir anlayışlarına bırakmıştır. Batılı şiir anlayış ve akımlarının etkisiyle yeni nazım şekilleriyle şiirler yazılmıştır. Bu süreçte, şiirin içeriğinde önemli değişiklikler yaşanmıştır. Milli Edebiyat Dönemi’nde hece vezni, sade Türkçeyle söyleyiş ve millî konular şiire hâkim olmuştur. Bu şiir eğilimi Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam etmiştir. 1940’larda şiirin dili yine değişir ve sıradan insanın dertleri şiire taşınır. Gündelik konuşma diline dayanan bu yöneliş, imgeci şiiri anlayışı ile etkisini kaybeder. Türk şiiri günümüze kadar çok farklı ses ve söyleyişlere sahne olmuştur.
Şiirimize önemli hizmetler vermiş, damgasını vurmuş şairlerimize göre şiirin tanımlarına bakacak olursak;
“… Şiirin nesirle de olabileceğini sananlar aymazlık içindedirler. Şiir, ancak ölçü ve kafiyeyle oluşur. Şiir musikinin kızkardeşidir, âletsiz söylenemez. Olağanüstü güzel bir nesri olan Victor Hugo, nesre “fukara şiiri” derdi. Şüphesiz Hugo’nun bu sözü de böylesine birçok sözleri gibi aşırıdır; biraz kendi zararına olarak da söylenmiş; yalnız, nesri şiirden tam olarak ayırma bakımından doğrudur.” Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim. Şiirde “nefes” ve “ses” iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru (borusu), kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir. Şiir duygusunu dil haline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, dize güya duygunun ta kendisi imiş gibi okuyucuda içten bir sanı uyandırmak. İşte bunu özlüyorum.” (Yahya Kemal Beyatlı, Yedigün, 1935)
“Aruzda, ozanın kendi ahenginden başka bir mihanikî ahenk de vardır. Bu mihanikî ahenk, ahenk denmeğe değer mi? Bu, ahenk değil, vezindir. Bence ahenk veznin sustuğu yerde başlar.” (Yahya Kemal Beyatlı, “Vezirler”, Edebiyata Dair, 1971)
Cahit Sıtkı Tarancı’ya Göre Şiir;
“Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük, insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değil ki. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeysi şiirde belli olur. Şu var ki, sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yanyana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek. Mallarme’nin “şiir, sözcükler dinidir” demesi bundandır. Şiir, böylece hüner ve marifet işi oluyor. Öyledir de. Ata binmek, ok atmak, elbise dikmek, kundura yapmak hatta boyamak ne ise, şiir de odur; yani ustalık ve uzmanlık işi. En zengin malzeme, kötü bir ozanın elinde berbat olup gider, tıpkı çok iyi bir İngiliz kumaşının kötü bir terzi elinde çarçur olup gitmesi gibi. Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas sorunudur. Makasdar olmak gerek.”
Suut Kemal Yetkin’e Göre Şiir
“ Hepimiz biliyoruz ki, nesri de, şiiri de sözcüklerle yazarız. Sözcükler her ikisinin de öğeleridir. O halde nasıl oluyor da, insanların birbiriyle anlaşmasını sağlayan gündelik sözcükler, bazı dizelerde bu özelliği kaybederek büyüleniyor, bizi şiirin saf iklimine götürüyor?
Şiir havasının her şeyden önce, sözcüklerin seslerinden doğduğunu kabul etmemeğe olanak yoktur. Yalnız şu var ki, nesir içinde yer alan sözcüklerin sesleri, şiiri kuran sözcüklerin sesleri değildir. Sözcüklerin, konuşurken, yazarken duyulan sesleri, şiir olan dizelerin yapısında, sırrı bilinmeyen bir düzen içinde kaynaştıkları zaman, başkalaşırlar, bir özellik kazanırlar. İşte bu özel ses, bizi şiir dünyasına çağıran sestir.
Fransız ozanlarından Mallarme, anlamdan kurtulmuş, yalnız ses olmuş bir, şiir kuruntusundaydı. Bu uğurda ömrünü tüketti. Ama onun en güzel şiirleri, anlama yüz çevirmemiş olanlar arasındadır. Zaten ses, şiirliğini kaybetmeden anlama yüz çeviremez de.
Bu bakımdan, hiçbir anlam taşımayan sözcüklerle şiir yazmaya kalkışan Lettrisme (Letrizm) tarafçıları daha başlangıçta şiiri yok etmekle işe koyulmuşlardır. Şiir, ne tek başına anlamdan, ne de tek başına söyleyişten doğmaktadır. Zaten ikisini birbirinden ayırt etmek de olası değildir. Çünkü şiirde, dizeler içinde yerlerini alan sözcüklerin yarattığı sesten ayrı bir anlam yoktur. Bir şiirin sesi ve anlamı, bedenle ruh gibidir, o kadar kaynaşmışlardır. Böyle olunca, saf ve gerçek şiirlerde söylenilen ancak bir türlü söylenir; yani söylenmiş olduğu gibi söylenir. Oysa buna karşılık, bir düşünceyi nesir diliyle türlü biçimlerde söyleyebiliriz. Canınız kahve mi istiyor, bunu türlü türlü söyleyebilirsiniz, anlam birdir. Şiire gelince, iş değişir. Şiir olan bir dizede sözcüklerin yerlerini değiştirdiniz mi, şiirden iz bile kalmaz. Fuzuli‘nin:
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, devletli sultânım dizesini okurken, ozan gibi, içimizin derin bir sevgi, büyük bir saygı ile titrediğini duyarız.
İşte şiir bu titreyiştir. Şimdi sözcüklerin yerlerini değiştirerek şöyle okuyunuz: “Efendim, sevdiğim, devletli sultânım, gözüm, canım” Vezin bozulmamış ama şiir yok olup gitmiştir? Çünkü yerleri değişmekle, birbiriyle uyuşan sözcükler ayrı düşmüş, şiir akımı kesilmiştir. Böylece, içi titreten şiir şoku kalmamıştır.
Bu gerçeği, bir nesri türlü şekillerle hatırlayıp tekrar edebildiğimiz halde, bir şiiri ancak yazılmış olduğu biçimde hatırlamamız da gösterir. Durum bu olunca, yani söyleyiş değişir değişmez, şiirden bir eser kalmazsa, yabancı bir dilde yazılmış bir şiiri başka bir dile çevirmek olanağı var mıdır? Daha geçenlerde Fransız Akademisi üyeliğine seçilen Jean Cocteau: “Bir şiir hiçbir dile çevrilemez, yazılmış olduğu dile bile” diyerek bu olanaksızlığa dokunmuştu.” (Suut Kemal Yetkin, Günlerin Götürdüğü, 1965)
Ahmet Haşim’e Göre Şiir;
“ Ozan ne bir gerçek habercisi, ne bir belâgatlı insan, ne de bir yasa koyucudur. Ozanın dili “nesir” gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Nesirde üslûbun oluşması için zorunlu olan öğelerin hiçbiri şiir için söz konusu olamaz. Şiir ile nesir, bu bakımdan, birbiriyle bağlılık ve ilişkisi olmayan, ayrı düzenlere bağlı, ayrı alanlarda, ayrı boyutlar ve biçimler üzerine yükselen ayrı iki yapıdır… Denebilir ki, şiir, nesre çevrilemeyen nazımdır.
Şiirde her şeyden önce önemli olan şey, sözcüğün anlamı değil, cümledeki söyleniş değeridir. Ozanın amacı, her sözcüğün cümledeki yerini, öbür sözcüklerle değme ve çarpışmalardan doğacak tatlı, gizli, uçan ya da sert sese göre saptamak ve türlü türlü sözcük ahenklerini, dizenin genel gidişine uydurarak, dalgalı ve akıcı, karanlık ya da aydınlık, ağır ya da hızlı duygulara, sözcüklerin anlamı üstüne, dizenin musiki dalgalanmalarından, sınırsız ve etkili bir anlatım bulmaktır.
Sözcük değişmeleri ve ahenk kaygıları arasında anlam karanlıklaşırsa, ruh, ahengin tadıyla onun yerini doldurur. Zaten “anlam”, ahengin telkinlerinden başka nedir? Şiirde, konu, ozan için ancak şakımaya ve hayale dalmaya bir bahanedir.”
ÖZET
Şiirin net bir tanımı yapılamasa da, okuyucuda heyecan uyandırması, estetik değerler taşıması, âhenkli olması, özgün olması gerektiği konusunda tüm uzmanlar hemfikirdir. Bilhassa şairin “kendine has” sözler söylemesi, o güne dek duyulmamışı duyurması mühimdir. Yeni mazmunlar icat etmeyen ve özgün anlamlara önem vermeyen kişi şair değil ancak nâzımdır. Bu nedenlerden her manzume şiir ve her nâzım da şair sayılmaz. Dili sade kullanma ve fesahat, mazmunlarda yenilik, teşbihlerde doğallık, yüzyılın en büyük şiir ustalarını doğurmuştur.
Artık şiir, hayatımızda eskisi kadar yer tutmuyor. Bu nedenle de bugünün dünyasından yakınıyoruz. Nedeniyse açık: Daha iyi bir dünyanın yolu şiirden geçiyor. Şiirden geçerken de elbette ki eften püften şiirlerden söz etmiyoruz. Sanat değeri taşıyan, estetik, okuduğunuz zaman sizi başka dünyalara taşıyan kaliteli şiirden söz etmekteyiz. Günümüzde artık şiirin tıkandığı, orijinal söylemlerin bulunamadığı kısır bir süreçten geçiyoruz. 50 yıllık yaşamımda, 30 yıl süren edebiyat öğretmenliğim boyunca şiir en büyük aşkım olmuştur. Çok şiir okudum, çok şiir ezberledim, çok şiir inceledim. Biraz da yazdım. Ne var ki Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirini incelerken artık çok da başarılı şairler yetişmediğini görerek üzüldüm. Belki yanılıyordum, temennim budur.
Bir gün internette tesadüfen Hayrettin Yazıcı’nın şiirlerine rastlayana kadar… Bir şiirini okuduğumda ilk etapta ismini göremedim. Edebiyatımızdaki meşhur şairlerimizden birine ait olmalı. Gözümden kaçmış diye düşündüm. Zira şiir gibi bir şiirle karşı karşıyaydım. Köşe taşı şairlerimizden birine ait olmalı, adını yazmayı unutmuş olmalılar. Birinci şiiri diğerleri izledi. Hepsi birbirinden değerli ve mükemmeldi. Araştırmalarım sonucu bu güzel şiirlerin Hayrettin YAZICI isimli bir beyefendiye ait olduğunu öğrendim. Her gün medyadan şiirlerini takibe başladım. Hislerim beni yanıltmamıştı. Türk şiirinde keşfedilmemiş gizli bir hazine bulmuştum. Çok güzel şiir yazamam ancak kariyerimi eski Türk şiiri üzerine yaptım. Şiirin hasından anlarım. Ya da Bedri Rahmi’nin dediği gibi;
“Zifiri karanlıkta gelse şiirin hasını /Ayak sesinden tanırım.”
Gerçekten ayak sesleri, şiir gibi şiirin geldiğini anlatıyordu. Bu sesleri duymamak şairimize büyük bir haksızlık, gerçek bir vefasızlık olacaktı. Kendisiyle tanıştım, şiirlerini, şairlik yönünü tanıtmak istediğimi belirttim. Kırmadı sağ olsun.
Makalemizde şairimizin biyografisini verdikten sonra kendisiyle yaptığımız bir söyleşiyi aktardık. Kendisini kendi ifadelerinden dinledikten sonra şiirlerinde işlediği konulara, kendisine has söyleyişlere değindik. Türkçenin başarılı kullanışı ayrıca dikkatimizi çektiği için bir başlık da bu konuya ayırdık. Çıkarmış olduğu kitapları tanıttık, şiirleri kadar güçlü nesir yönüne de kısaca temas ettik. Şiirlerinde derin bir soluk hissettiğimiz Hayrettin Yazıcı hocamız, bir makaleyle anlatılamayacak yetkinliğe sahiptir. Üzerinde lisans hatta yüksek lisans tezi hazırlanmalıdır. Biz sadece kayıp gitmeden bir kutup yıldızına dikkatleri çekmeyi hedefledik. Şiirleri, Türk şiirine yeni bir ses, derin bir nefes getirecektir. Güzel ve başarılı şiirlerinin akademisyenlerce incelenmesi, Türk şiirine kazandırılması, en büyük temennimizdir.
Anahtar Sözcükler: Şiir, özgün şiir, biyografi, Hayrettin YAZICI
ABSTRACT
Although a clear definition of poetry cannot be made, all experts agree that it should arouse excitement in the reader, carry aesthetic values, be harmonious and original. In particular, it is important for the poet to say "unique" words and to announce the unheard of until that day. A person who does not invent new metaphors and does not attach importance to original meanings is not a poet, but a poet. For these reasons, not every verse is a poem and not every verse is a poet. Simple use of language and fluency, innovation in mazmuns, naturalness in similes gave birth to the greatest poets of the century.
Poetry no longer has a place in our lives as much as it used to. That’s why we complain about today’s world. The reason is clear:
The way to a better world is through poetry. While we are talking about poetry, of course, we are not talking about smashing poems. We are talking about quality poetry that carries artistic value, aesthetics, and transports you to other worlds when you read it. Today, we are going through a vicious process where poetry is blocked and original discourses cannot be found. In my 50 years of life, during my 30 years of teaching literature, poetry has been my greatest love. I read a lot of poetry, memorized a lot of poems, studied a lot of poetry. I wrote a little too. However, while examining the Turkish Poetry of the Republican Period, I was saddened to see that there were no more successful poets. Maybe I was wrong, this is my hope.
Until one day, I stumbled upon Hayrettin Yazıcı’s poems on the internet by chance. When I read a poem, I couldn’t see its name at first. It must belong to one of our famous poets in our literature. I thought I had overlooked it. Because I was faced with a poem like poetry. The cornerstone must belong to one of our poets, they must have forgotten to write his name. The first poem was followed by the others. All of them were precious and perfect. As a result of my research, I learned that these beautiful poems belong to a gentleman named Hayrettin YAZICI. I started to follow his poems in the media every day. My feelings were not deceiving me. I had found an undiscovered hidden treasure in Turkish poetry. I can’t write very good poetry, but I made my career on old Turkish poetry. I can understand the essence of the poem. Or as Bedri Rahmi said;
“If it comes in pitch dark, I can recognize the poet’s voice / by the sound of his footsteps.” Indeed, the footsteps were telling that poetry was coming, like poetry. Not hearing these voices would be a great injustice to our poet, a real disloyalty. I met him, he said that I wanted to introduce his poems and his poetic side. Thank goodness it didn’t break. In our article, after giving the biography of our poet, we quoted an interview we had with him. After listening to him from his own expressions, we touched on the subjects he dealt with in his poems and his idiosyncratic expressions. Since the successful use of Turkish has also attracted our attention, we have allocated a title to this subject. We introduced the books he has published and briefly touched upon his strong prose aspect as well as his poems.
Our teacher Hayrettin Yazıcı, whose poems we feel a deep breath, has a competence that cannot be explained with an article. An undergraduate or even a master’s thesis should be prepared on it. We just aimed to draw attention to a pole star without slipping away. His poems will bring a new voice and breath to Turkish poetry. It is our greatest wish that his beautiful and successful poems are examined by academicians and brought into Turkish poetry.
Keywords: Poetry, original poetry, biography, Hayrettin YAZICI
GİRİŞ
1.Şiir Nedir, Şair Kimdir?
Şâir, en basit tanımıyla şiir yazan veya söyleyen kimsedir. Şair sözcüğü, Arapçadan dilimize geçmiştir. Bu sözcüğe doğaüstü güçlere sahip hatta meczup, kâhin gibi anlamlar da eklenmiştir. Sanatın tüm milletlerin tarihindeki en temel, en eski, yaygın, estetik ve en asli türlerinden biri şiirdir. Var oluşundan günümüze, insan için en sıcak, en etkili lirik bir söz sanatıdır. “Şiir nedir? Şair kimdir?” “Şiirle şair arasında nasıl bir ilişki vardır?” sorularını açıklamak, sadece pozitif bilimlere has bir özelliktir. Sanat, laboratuvara sokulamaz bir olgudur. Bu yüzden şiirin, şairin ve ikisi arasındaki ilişkinin tanımını yapmak zordur.
Montaigne şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:
“Şiirin orta hallicesi beylik ölçülerle, sanat bilgisi ile yargılanabilir; ama şiirin iyisi olağanı aşan kuralların ve aklın üstündedir. Onun güzelliğini sağlam ve olgun bir görüşle fark eden, bir şimşeğin parıltısı kadar görebilir ancak. O güzellik aklımızı işletmez, başımızdan alır, allak bullak eder.’”
Aristo’dan ünümüze kadar pek çok filozof, estetikçi, edebiyat bilimcisi ve sanatkâr şiirin tarifini yapmış ama ortak bir noktaya varamamışlardır. Şiirin tarifini ansiklopedik bilgiden çok çeşitli sanatçı, düşünür ve şairimizden almak gerekecektir. Şiir anlayışları çağlara, topluma, felsefi temellere, yaşanılan hayata ve insanlara göre farklılık göstermektedir. Şiir dil içinde ayrı bir dildir. Şiir bir bakıma sözcüklerle güzel biçimler kurma sanatıdır. Şiirde önemli olan, sözcükleri en iyi şekilde kullanmaktır. Mallarme; “Şiir kelimeler dinidir.” demiştir. Şiirin gerçek özelliği duyurup duygulandırmasında, ürpertip düşündürmesinde aranmalıdır. Şiir bizi içinde bulunduğumuz ruh hâlinden alarak başka bir ruh hâline götürebilmeli, zihnimizi allak bullak etmelidir. Şiir, kuşkusuz sürekli bir çalışma gerektirir. Bir şiirin nasıl yazılacağı konusunda elbette elimizde hazır formüller bulunmamaktadır. Bu konuda hazırlanmış belli ölçüler de yoktur çünkü her şair ayrı bir değerdir ve ayrı bir “poetika” üretmektedir. Şiir yazmak, kolay bir uğraş olarak görüldüğü sürece, ortaya çıkacak yapıtlar da o derece şiirden uzak olacaktır.
Şiirde önemli olan söylenenler değil, söylenenin nasıl anlatıldığıdır. Şiirde asıl olan sanattır. Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrılmaktadır. “Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez; hatta yazılmış göründüğü dile bile.” (Jean Cocteau.)
Şiir sözcüklerle hayal imge yaratma işidir. Ses ve uyak şiirin vazgeçilmez öğelerindendir. Yahya Kemal Beyatlı bu konuda; “. Şiir bir nağmedir. Şiirde nefes ve ses iki unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmazsa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.” demektedir.
Şimdi asıl sorumuza gelelim: Tanımı bile yapılamayan, hatta mucizevi sayılan şiiri yazan, vücuda getiren şair kimdir? Birçok özelliği içinde barındıran, herkesin yazamadığı ama hemen herkesin sevdiği şiir olgusunu hayata geçiren, ona can veren “şair” kimdir? Basit tanımıyla şiir yazan ve söyleyen kişidir. Düşünen, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul ve saygı görmüş kişidir. Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayandır. Şairin dili, diğer edebiyat türlerinin dilinden üstün ve zahmet vericidir. Şairler, kullandıkları dilin inceliklerini iyi bilmek, milli kültürünü tanımak, geçmişteki şiiri iyi tanımak zorundadır. Evrensel ve milli kültürü hazmetmiş olmalıdır.
Devamlı bir araştırma ve deneme içerisinde olmalı, mısralarındaki duygu, düşünce ve hayalleri daha etkileyici anlatılabileceği endişesi içinde hareket etmelidir. Şair bir yandan da toplumun vicdanıdır, çağının tanığı olmak zorundadır. Şairin ruhunda hep başkaldırı vardır. Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi:
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. “
Sorgulayan, eleştiren, bir tavrı olmalıdır şairin. Mehmet Âkif gibi haksızlığa karşı koymalı, toplumun sesi olmalıdır. Şair; hayata dair bakışını, izlenimini, hislerini şiire döken kişidir. Şiiri hayatının merkezine oturtan kişidir. Dinleyenin ruhunu başka bir âleme götürecek kadar kuvvetli bir sanatkârdır. Gerçek şair, çok şiir yazmayı değil, hafızalarda yer bırakmayı amaçlar.
Şair kimdir sorusuna Hasan Ali Yücel şunları söylemektedir:
“Şair, bir avcıdır. Meçhuller ormanında hakikatin seraplarını kovalar. Zekâsını yontarak yaptığı okunu avına atar; bu keskin ok, boşluklarda vızıldar; fakat çıktığı yerin çekme kuvvetinden büsbütün kurtulamaz; geri döner ve yumuşak, sıcak bir yere saplanır. Burası bir kalp ve o kalbin sahibi de şairdir.”
Oktay Akbal bir deneme yazısında şairlik hakkında aynen şunları söylüyor:
“Şairlik heveslilerinin ilk başta yapacakları şey, kendinden önce neler yazılmış, hangi gerekçelerle, itmelerle, duygulanmalarla, düşüncelerle yazılmış bunları bilmek ve incelemektir.” Ve ekliyor: “Şair diye ortaya atılmak bir yürekliliktir, saygı duymalı bu yürekliliğe. Öte yandan biraz da acımalı bu yürekliliği gösterenlere, hele böylelerinin çiziktirdikleri şiirle ilgisiz şeylerse.”
Robert Suares ise şu görüştedir:
“Her isteyen şair olamaz. Şair olmak için mısralar sıralamak yetmez. Şairlik az kimsenin nasibine düşen bir altınca duygudur.”
Şair ile şiir arasındaki ilişki de çok mühimdir. Her şiir şairinden izler taşımaktadır. Aralarında yoğun bir ilişki vardır. Bir şiiri yaratıcısından ayrı düşünme imkânı yoktur. Bir şiire göz gezdirdiğimizde içinde bir yerlerde şairini de görebiliriz. Şairin yaşam tarzı, hayat anlayışı, sanatı, duyguları, her zaman şiirinde vardır. Bu nedenledir ki şair bizzat görmeli, yaşamalı, tatmalıdır. O zaman gerçek ve samimi şiir ortaya çıkmaktadır.
Kanaatimizce şair kimdir sorusuna da şiir gibi net bir cevap verilemese de öncelikle şairin farklı bir kimliği olması elzemdir. Şair sıradan bir insanın gördüğü gibi görmez, onun baktığı gibi bakmaz dünyaya. Bizim görmediğimizi görür, duymadığımızı duyurur ve söyleyemediğimizi dile getirir. Şiirin ve şairin çok özel bir dili vardır. Şair ne kadar kendine has söylemler bulabiliyorsa o kadar şairdir.
Dil, imge, bakir söyleyişler, ruh, hissiyat ve özel duyguları şiirinde topladığı için Hayrettin YAZICI makalemize konu oldu. Yani kanaatimizce hocamız “şair” olma vasfını kazanmış, bunu ispatlamıştır. Bir edebiyat uzmanı olarak biz de şiirlerinden yola çıkıp bu şairimizi edebiyat dünyasına tanıtmak istedik. Çeşitli şiirlerini yorumlayarak şairimizin ruh dünyasını, şiir anlayışını gün ışığına çıkarmaya çalıştık. Kendisi Türk şiirinde yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda şairimizin bazı şiirleriyle tanışma fırsatı bulanlar hocamızın yeteneğini onaylayacaktır düşüncesindeyiz. En azından başarılı bir kalemi edebiyat dünyasına tanıtmış olmanın mutluluğu ve gururu bize yetecektir. Hayrettin Yazıcı’nın şiir yazmaya devam etmesi de en büyük temennimizdir.
2. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirine Genel Bir Bakış
Cumhuriyet’in ilanından 2. Dünya Savaşı’na kadar süren yıllar, Türk şiiri açısından önemli bir dönemdir. Edebiyat tarihi için kısa sayılacak yaklaşık yirmi yıllık bu süreçte; değişimler, yeni eğilim ve hareketler meydana gelmiş, şiirimiz o güne kadar hiç karşılaşmadığı yeni ve zengin yaklaşımlara tanık olmuştur. Böylece günümüz modern Türk şiirinin temelleri de bir bakıma bu yıllarda atılmıştır. Şiirimizin köşe taşı diyebileceğimiz usta ve güçlü şairler bu dönemde yetişmiştir. Yani akımlar, şiir anlayışı, edebiyat hareketleri, özgünlükler açısından da verimli bir dönemdir.
Edebiyat ve tarih arasında sıkı bir ilgi vardır. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin ilk yıllarına bu açıdan bakmak gerekir. Millî Mücadele yeni bitmiş, Cumhuriyet kurulmuş ve yurt sevgisi ön plana geçtiğinden “Memleket Edebiyatı” adı verilen bir edebiyat ve şiir doğmuştur. Bilhassa ilk yıllarda şiirlerde kahramanlık, vatan ve millet sevgisi, Atatürk’ü, cumhuriyeti öven şiirler yazılır. Nesirde de durum çok farklı değildir. Kurtuluş Savaşı’nı anlatan çok sayıda roman ve hikâye yazılmıştır. Dikkat edilirse Türk Edebiyatı’nın Devirleri şema halinde çizilirken Tanzimat, Servet- i Fünûn ve Fecr- i Âti ’den sonra Cumhuriyet Dönemi başlığı altında inceleyeceğimiz dönem; “ Millî Mücadele Dönemi Türk Edebiyatı “ adını alır. Ardından Millî Edebiyat Dönemi gelir ve nihayet Günümüz Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri başlar. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiir’indeki pek çok akım, grup, fikir ayrılığı bulunan şairlerin belki de tek ortak yönü ise hepsinin Batıya yönelmiş olmasıdır. Çünkü artık devlet olarak Batı medeniyeti örnek alınmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumla tarih ve sosyoloji yakından bağlantılıdır.
Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı ve Şiiri ’ni 1923’ten 1940’lı yıllara ve günümüze kadar etkileyen düşünce akımları olarak başta Atatürkçülük olmak üzere, Milliyetçilik, Sosyalizm ve İslamcılık olarak sayabiliriz. 1923 -- 1940 yılları arasında Türk şiirinde etkili olan sanat, edebiyat ve şiir akımları olarak bu devrin ilk yıllarında etkili olan Millî Edebiyat akımı başta olmak üzere Yedi Meşaleciler onları takip eden ilk edebi topluluktur ve şiir anlayışlarını ortaya koyan bir “poetika” yayınlamaları açısından önem arz ederler. 1940 sonrası Toplumcu Gerçekçiler, Garipçiler (Birinci Yeniler), Hisarcılar, Maviciler, İkinci Yeniler, Yeni İslâmî Akım, Yeni Gelenekçi Akım, Üçüncü Yeniler, Yeni Bütüncüler, ortaya çıkmış diğer akımlardır.
3. Hayrettin Yazıcı Kimdir?
1958 yılında Bayburt’un Söğütlü köyünde doğmuştur. Hayırlara vesile olsun diye adını babaannesi "Hayrettin" koymuştur. Kendi tabiriyle kaderine uygun bir soy isim miras kalmıştır: "Yazıcı". Kitaba ve kaleme dost bir aileye mensup olması, ona göre soy ismini anlamlı kılmaktadır. Ortaokulu Bayburt vakıflar talebe yurdunda, liseyi Aksaray Koçaş Tarım Meslek Lisesinde okudu. Adı geçen okulu 1976 yılında bitirip aynı yıl Kayseri Teknik Ziraat Müdürlüğünde genç bir teknisyen olarak göreve başlamıştır. Mesleğinin devamı niteliğinde yüksekokul “Seracılık” ve Açık Öğretim İşletme okumuş, uzun süre “Arıcılık Kursları” vermiştir. Erzurum Tekman, Tortum; Samsun Bafra ve halen Bursa Karacabey’de görev yaparak emekli olmuştur. Asıl mesleği ziraat olmasına rağmen, kendisini edebiyat aşığı olarak nitelemekte, şairlik ve yazarlığı da başarıyla sürdürmektedir. Kırk İlmek” “Paslı Çivi” isimli kitapları olan yazarımıza göre Kırk İlmek; “Kendimce, hayatı yeniden dokumanın adıdır. Henüz basılmamış eserlerini; “Henüz kitaplaşmamış araştırma yazılarım, şiirlerim ve kitabın hacmini aşan denemelerim, ömrümüz olursa sırasını beklemekteler.” Şeklinde ifade etmektedir. Bir kızı, üç oğlu ve onların güzel meyveleri beş torun sahibi şairimizin yazma çalışmaları devam etmektedir.
4. Hayrettin Yazıcı İle Bir Söyleşi
--Bir Şiir Üstadıyla Şiir Üzerine Söyleşi--
Hayrettin YAZICI hocamıza şiirle ilgili düşüncelerini sorduk:
1. Bugüne dek şiirin net bir tanımı yapılamamış ama sizce şiir nedir?
-- Aslında herkes şiirin bir tanımı yok derken aynı zamanda herkes de kendince bir tanım yapıyor şiire. Şiir diye bir şey var ve ben buna inanıyorum. Aynı zamanda yazsın, yazmasın, her insanın da bir şiir yanının olduğuna inanıyorum. Bir şeyi bizim görmüyor olmamız onun yokluğu anlamına gelmiyor. Bence şiir ruhumuzun düğümsüz yanından çıkan özgür bir sesleniş. Şiir bu yüzü ile birçok halimizde vardır. Örneğin bir ağacı hortumla da, başka vasıtayla da sularsınız, suyunu alır. Ancak yağmurla her şeyin sulanması başka bir şeydir. Yağmur adını sayamayacağımız kadar onca nimeti ile gelir ve her zaman sudan fazla bir şeydir, şiirse sözden… Erkek de oynar, kadın da, ama kadın oyuna erkekten daha fazla ve farklı adını koyamadığımız bir fazlalık katar ve bu hepimizin hoşuna giden ve oyundan fazla bir şeydir. Şiir, tam da bu adını koyamadığımız fazlalık alanda gerçekleşir. Ve şiirin bendeki bir tanımı da, acıların adını koymaktır. Adı konulmamış acılar yok hükmündedir. Bir başka yüzü ile şiir bir taşınmaktır. Objektif dünyadan, sübjektif bir dünyaya taşınmak da denebilir. Bu taşınmak ne kadar yoğun gerçekleşirse, şiir o denli güçlü doğar ve gelişir.
2.Bir şiirde mutlaka bulunması gereken nedir sizce?
-- Şiirin temel birimi kelimedir. Aklımızdan ve ruhumuzdan ve gönlümüzden geçen her mefhumu karşılayacak kelimemiz olması lazım. Bu ne kadar çok olursa şiir o denli güçlü, güzel ve hareket kabiliyeti, savurma gücü yüksek olur. Şiir biraz savrulmaktır. Bunun içinde şair en gebe, hareketliliği en yüksek kelimeleri seçme kabiliyetine sahip olmalıdır.
3.Aruz, hece, serbest... En çok hangi ölçüyü beğeniyorsunuz? Ya da hangisinde kendinizi başarılı buluyorsunuz?
--Aruzun her anlamda görevini tamamladığını düşünüyorum. Biz bütün lügatleri yutsak da, bir Fuzûlî, Şeyh Galip şiiri yazamayız. Bu beceriksizliğimizden değil. Mekân, zaman, insan, dil, hatta coğrafya değişmiştir. Bu kadar değişimin olduğu yerde, iyi bir taklitten bile söz edilemez. Aruz şiiri; enine-boyuna; derinliğine ve yüksekliğine her alanı bir tür sonuna kadar kullanarak devrini tamamlamıştır, yani kovulmamıştır.
Hece milli veznimiz olması nedeniyle yaşamak, yaşatılmak zorundadır, ama bu çok iyi hece şiirleri yazılacak anlamına gelmiyor. Hece şiiri de ciddi bir sarsıntı geçirmektedir, bağlıları çok olsa da. Hepimiz biliyoruz ki, bugün, dünkü kadar güçlü temsilciler artık yoktur. Bu hece şiirinin zevali içinde çanların çaldığı anlamına geliyor. Çünkü burada da, zaman, mekân, insan, dil değişmeye devam ediyor, hatta hayatın hızı da… Bu doğal olarak duygularımızı ve şiirin biçimini de doğrudan etkiliyor, ben çok seviyor olsam da. Acaba hecenin son temsilcileri biz miyiz diye endişem var. Yazılma anlamında olmasa bile okunma anlamında böyle. Serbest şiiri de çok seviyor olsam da, ben şiire hece şirinden geldiğimden doğal bir bağ var aramızda hece şiiri ile. Bu doğal olarak şiir biçimimi de etkiliyor kuşkusuz. Önümüzdeki zamanda şahsi görüşüm, serbest şiirin, iyi yazılır, kötü yazılır bilmem ama yaygınlık kazanma açısından şansı ve yolu daha açık.
4.İlham perisine inanır mısınız? Daha çok ne zaman şiir yazma isteği duyuyorsunuz?
--Şiir perisi var mı, yok mu bilmem, ancak şiir beni yaz demedikçe, isteğe bağlı yazılacak bir şey değil. İmkânsız mı? Hayır değildir, ama tattan ve tuzdan yoksun olur perisiz şiir. Ben buna şiir iklimimiz diyorum. Eğer şiirin ikliminde iseniz bir günde birkaç şiir bile yazabilirsiniz. Değilseniz bir mısra bile bulmak, kurmak meseledir. Bu iklim uzun yahut kısa sürebilir. Benim şiirlerimin ilk mısraları çoğu zaman yürürken kendiliğinden oluşur ve bende şiirin serbest mi, hece mi olacağını o ilk mısra belirler. O nereye götürürse ardına takılıp giderim. Akşam ve sabah saatleri benim için önemlidir.
5.Sade ama güçlü bir diliniz var. Türkçeyi çok başarılı kullanıyorsunuz. İyi bir okur olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
--Evet, iyi bir okurum bunu yüksek perdeden söylemem mümkün, ancak o denli de disiplinsizim. Trafik kuralları beni sıkar kazalara neden olsa da. Ben özgürlüğüne çok düşkün biriyim ve kendimin de kendimle oynamasından hoşlanmıyorum. Okumak benim için dünyanın en keyifli işidir, hiçbir şey ile pazarlığa sokmam. Okumak dünyanın en değerli şeyidir ve bugün halen buna inanmaya devam ediyorum.
Böyle derken, ne için okuduğumuzu da kesinlikle bilmeliyiz. Yani bir seçim endişemiz olmalı ve bir ve ya birçok hedefimiz… Çünkü okuma ve yazın dünyası çok çaplı ve geniş bir dünya. Arada kaybolmamalıyız…
6.Ayrım yapmak zor tabi ama örnek aldığınız ya da çok beğendiğiniz şairlerimiz kimler?
--Beğenilerim şairden daha çok şiir üzerindedir. Çünkü iyi şairlerin de çok kötü şiirleri olduğunu biliyorum, kötü şairlerin bazen iyi şiirleri olduğu gibi. Şairden daha çok şiir odaklı bakıyorum. Bu da sabit bir şey değil, her devir ve dönemde beğeniler değişir. Bizim geçirdiğimiz değişimin bunun böyle olmasında payı büyüktür. Bizim kuşağın beğenileri çok gerçekçi değildir şiir adına, çünkü hepsi biraz ideoloji kokar, şiir ondan sonra gelir. Burada da gerçek bir beğeniden söz etmek çok gerçekçi değildir, ama illaki önemsediğimiz her devirde birkaç şair vardır.
7.Şiirlerinizde bir konu sınırlaması var mı? Sanırım her konuda yazıyorsunuz.
--Evet, evet, şiir her konuya müdahil olduğu gibi, her konuyu da kendisine müdahil yapabilir, böyle bir kabiliyeti var şiirin. Ben şairlerin toplumların sinir uçlarını oluşturduklarına inanırım. Bir tür tansiyon aleti gibi. Arı nasıl tabiatta tansiyon görevi görüyorsa, toplumlar içinde şairler öyledir. Bu en erken etkilenme ve etkileme anlamına geliyor. Elbette hassasiyetlerim var ama illa da ben şunun şairiyim diyemem, çünkü az sonra şiirlerimi okur hani ya diyebilirsiniz. Hayatın bendeki iz düşümlerini şiir yolu ile açığa vuruyorum, doğrusu benim için bu.
8.Yazıp bitirdikten sonra geriye dönüp tekrar değiştirdiğiniz şiirler oluyor mu?
--Elbette olur bu ayıp değil, gerekli bir şey ama ben bunu çok az yaparım, şiirimin duyguları incinecekmiş gibi gelir bana. Bu düzeltmeler daha çok teknik diyebileceğimiz anlamdadır. Şiirin duyguları ile oynamam insanların duyguları ile oynanmaması gerektiği gibi.
9.Şiir yazmak bir yetenek mi yoksa emek ve çalışma da gerektiriyor mu?
--Şunu unutmamalı; hayatta emeksiz yemek yoktur. Varsa eğer orada bir yolsuzluk var demektir. İyi bir şair olmak için az değil, bilinmesi gereken çok şey var, bu da ancak çalışmak ve kafa yormakla olur. Tabi yaratılışınızın, büyüdüğünüz çevrenin, buna yatkın olması ve sizi besliyor olması daha kolay ve erken yol almanızı sağlar, sizi büyük şair yapmasa da. Filozofi bir alt yapı iyi bir şairin de habercisidir.
10. Günümüzde şiire ilgiyi yeterli buluyor musunuz? Şiir biraz öksüz mü sizce?
--Hiçbir zaman yeterli olmadı. Bu bir yeterlilikten ziyade seçimdir. Bazıları seçer, diğerleri seçmez. Ancak toplumsal anlamda herkes her gün bir yüzü ile farkında olarak yahut olmayarak şiirle birliktedir. Resmi anlamda, yani şairler bakımından kesimlerden, kısımlardan söz edebiliriz. Edebi anlamda gerçek şiirle toplumun, dün de, bugün de çok fazla işi olmamıştır. Vardı demek edebiyat çevrelerinin hüsnü kuruntusudur. Halk şiirin bir yüzü ile tanışık ve barışıktır, geneli ile uğraşmaz, sıkılır. Türk Milleti asker bir millet olduğu gibi, şair bir millettir sözü bu bahis alanımızın dışında kalan bir şey.
11. Şiir yazmaya yeni başlamış, bu işe meraklı gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
--Dillerini, yani Türkçe ’yi çok ciddiye alsın ve çok sevsinler ki, şiiri de sevebilsinler. Şiiri sevmek ve sevebilmek, dili sevmekle başlayan bir şey. Cümleleri, kelimeleri sevsinler kuşları sever gibi, şiiri de kaçınılmaz olarak seveceklerdir. Sevince de yazmayı deneyecekler çaresiz. İnsan sevdiği şeyden uzak kalamaz…
12. Bir Necip Fazıl, Yahya Kemal, Faruk Nafiz gibi köşe taşı şairler yetişecek mi? Bu pencereden bakınca Türk şiirini nerede görüyorsunuz?
--Eskilerin deyimi ile el cevap yetişmeyecek. Yukarıda da söyledim ya, her şey değişirken zaman içinde, şiirin değişmemesi imkânsızdır. Yukarıda söylediğim nedenlerden dolayı iyi taklitçileri bile olmaz. Farklı bir düzlemde elbet de iyi şairler çıka bilir, çıkacaktır ama onlara benzeme anlamında olmaz bu. Tamamen bambaşka birileri olacak bunlar. Onları anlamayacaklar anlamına gelmez bu, anlayacaklar ama onlar gibi yazmayacaklar, çünkü yazamazlar… Başka yol, yöntem ve biçimde yazacaklar…
13. Basılmış bazı kitaplarınız da var. Onlar için ne söylemek istersiniz?
--Kitaplarım demeliyim artık. 1997 yılında “Ateşle Gülüm Sulanır” ismi ile kendi imkânlarımla bir şiir kitabı çıkartmış ve kitap çıkartmanın keyfini tatmıştım. Aradan kaç yıl geçmiş yirmi altı mı? Elimde her zaman kitaplık malzemeler olmuştur. Bu geçen zaman içinde birçok hamle de yaptım değişik yıllarda ama nasip bu güneymiş. Çok gecikmiş ve bunalmış olmalıyım ki, birine tahammül edemeyip, biri deneme “Kırk İlmek” diğeri “Paslı Çivi” şiir olmak üzere iki kitabımı aynı anda bastırdım. Gelen tepkilere bakınca da iyi bir şey yaptığımı düşünüyorum. Bunlar, kafamda, beynimde, önümde bir takoz gibi duruyorlardı ve bunlardan bir an önce kurtulup hür olmak istiyordum yeni niyetlerim ve çabalarım için.
14.Sonuç olarak şiir sevgisi üzerine neler söylemek istersiniz?
--Sevgi içinizde bir nüve tutmuşsa, yolunuzun şiirden geçmemesi imkânsız gibi bir şey. Şiir bütün dünyada gam ve kederle beslenen bir şey olsa da daha çok, bunları sevmek içinde yolunuz şiirden geçecektir. Suratlarımız her gün biraz daha asılıyor ya, bazen insanların yüzüne şiir serpmek istediğim çok olmuştur. Bunu söylüyor olmam şiiri nereye koyduğum hakkında da bir bilgi verebilir. Makale, araştırma yazıları, deneme yazsam da, şiiri çok seviyorum ve şiirin de beni çok sevdiğini biliyorum…
4.1. Kendisi Hakkında Söyledikleri
Dünyaya gelirken bana soru sormadılar; nasıl bir yeryüzüne doğacağımı da ben tayin etmedim. Günüm gelince; kurak, yalın, acımasız ve uzun kış gecelerinin çaresizlik ikliminde sütüm mayalanmış ve bir temmuz sıcağında güneşle birlik doğmuşum. Elbette, yükselişim ve düşüşüm güneş gibi olamazdı, o tekti ve onu avutan mehtap gibi bir yavuklusu vardı.
1958 yılında Bayburt’un Söğütlü köyünde doğmuşum, ümit ve sükûtu bırakıp hayırlara vesile olsun diye, adımı babaannem koymuş; "HAYRETTİN" ve kaderimize uygun bir soy isim miras kalmış; "YAZICI”. Her ikisini de sevdim. Nece hayırlara vesile oldum-olacağım bilemem; ancak kitaba ve kaleme dost bir aileye mensup olmam, soy ismimi anlamlı kılıyor. Belki yokluklar içinde ama hür bir çocuk olarak doyasıya koştum ve oynadım. Gözlerim hep göklerde olmuştur. Köyümün karşısında ki dağa, güneşi yakalamak için yola çıktığımda sadece altı yaşındaydım. İlk şiirimi yazdığımda on bir… Şairliğe ve şiire yatkın bir ruhum olduğunu keşfettiğimde on altı, ilk şiirim yayınladığım da yirmi iki.
İlginçtir; komun yerleri hiç sevmezdim, ancak hayatım hep komun yerlerde geçti! Evet, mesleğim ziraat, ben edebiyata aşığım, edebiyat illa da şiir ve deneme. Beni çeken şiirin o efsunlu sesi ve denemenin dayanılmaz cazibesi. Günahımla, sevabımla bu ülkenin çocuğuyum. Ruhumla, imanımla, milli kültür ve coğrafyamdan devşirdiklerimle buradayım. İnsan ruhunun inişli-çıkışlı haritasında gezindim; düşman aramaya çıkmadım, ancak, çağımızda kolu çok uzun, üzgünüm; ülkeler, insanlık... Dostluk atıl müessese, düşmanlık aktif; dost aleni düşman sinsi. Düşmanlık bozulan pazarlıklardan, dostluk yarına ve yaşanacak olana doğar... Düşmanlık bölünmeyle çoğalır, dostluk doğumla... Bölünmede bir parçamız kopar, acı duyarız, doğumlarda sevinç... Az seviyoruz ve suçluyoruz.
5. Şiirlerine Genel Bir Bakış
Dâhileri anlatmak zordur, üstat şairleri daha zor. Hele karşınızda keşfedilmemiş ama Türk şiirinde hazine niteliği taşıyan bir şair varsa işiniz daha zor demektir. Hayrettin Yazıcı ismindeki mütevazı şairimizden söz etmekteyim. Kendisi çok başarılı bir şair olduğunu düşünmese de bu konuda tevazu gösterse de şiirlerini ilk okuduğumdan bu yana çok farklı düşünüyorum. Bu nedenle bir edebiyat uzmanı olarak şiirlerini ve şairimizi okuyucuya tanıtmayı bir vazife sayarak yola çıktım. Şüphesiz şiir inceleme, şairi gün ışığına çıkarma konusunda çok daha başarılı akademisyenlerimiz, araştırmacılarımız vardır. Ben sadece uzman edebiyat öğretmeniyim. Masterimi eski Türk şiiri üzerine yaptım. Şiirler yazdım. Ne var ki Hayrettin Yazıcı hocamızın şiirlerini okuduktan sonra onun mutlaka edebiyatımıza kazandırılması, tanıtılması gerektiğine inandım. Yukarıda söylediğim gibi şairimizin akademik bazda incelenmesi gerekmektedir. Ben bu naçizane makalemle sadece hocamıza ve şiirlerine dikkat çekeceğim. Açtığım yoldan devam edilmesi en büyük temennim, bir şairin keşfedilmesi, en büyük arzumdur. “Hocam” hitabını özellikle kullanıyorum çünkü ben de şiirler yazdım, kitaplar çıkardım ama Hayrettin Yazıcı’yı okuduktan sonra mübalağasız şair olmadığıma karar verdim. Muhakkak benim de güzel şiirlerim olmuştur ne var ki Hayrettin hocamız hakikaten bu konuda ustadır, üstattır. Benim de hocamdır. Çok güzel şiir yazamam belki ama şiirin güzelinden anlarım. Makalemizi dikkatle okursanız görüşlerimize hak vereceğiniz kanaatindeyim. Böyle bir yeteneğin keşfedilememesi ve kaybı hepimizin vebalidir. Edebiyatımıza Hayrettin Yazıcı gibi güçlü bir kalemi kazandırmak en büyük gururumuz olacaktır.
Makalemiz Hayrettin Yazıcı’ya ve onun şiirlerine ayrılmış olup onu okuyucuyla tanıştırmak edebiyatımıza bir hizmet olacaktır. Şimdi şiirlerine genel bir bakıştan sonra işlediği konular, özgün söyleyişleri, söz sanatları, dil ve üslubu, kitapları, nesri üzerinde durulacaktır. Bilhassa şairliği bizim için dikkat çeken noktadır. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri içerisinde samanyolu içinde bir yıldız vasfı taşıdığını düşünmekte ve bu yeni yıldızın yeni bir gezegen gibi keşfedilmesini arzu etmekteyiz.
Ayşegül NAİR
16.01.2023
Uzman Edebiyat Öğretmeni
YORUMLAR
Evet Hayrettin Bey,
Yani bir ton odunu damıtma, bir kaç damla arıtma.
Şiir bilen, şiir duyan gönlünüz varolsun.
Ömrünüz çoğolsun
Eseriniz Türk şiirine armağan olsun.
Çok saygımla Üstadım.
deniz_tayanç1 tarafından 16.1.2023 01:07:18 zamanında düzenlenmiştir.