13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2036
Okunma
KARINCA ve DEV
Çok özlemiştim. Kaçkarlar yine beni çağırıyordu. Yola koyuldum sabah erkenden. Tek başıma yürüyordum, birden irkildim, bir devdi karşımda öyle heybetli duruyordu.
Sonra seslendi, "Hey! Sen, ne arıyorsun burada?
Ürkmüştüm, sesizce,"Ben dağa geldim" Dev biraz düşündü ve sordu, "Ne yapacaksın dağda?" "Ben dağı severim, dağ da beni sever. Biz tanışırız dağla, çiçek toplayacaktım, çiçekleri çok severim. Bir de, su içmeğe geldim. Çok susadım, içim yanıyor" Dev birden güldü. Sonra bana, "Senin adın ne? Nereden gelir nereye gidersin?" Ve ben başladım anlatmaya:
"Benim adım Erdem, dağları severim. Dağcıyım, aslında ben bir karıncayım. Küçücük bir dünyam var. Dünyamı sırtlandım geziyorum. Avcıları hiç sevmiyorum. Ceylanları öldürüyorlar, onları öldürülmelerine tahammül edemiyorum. Gözleri çok güzel, kömür gibi. Vuruldum ben o ceylanların gözlerine.
Onlarla karşılaştım geçen gün, onlar bana baktı, ben onlara, öyle bakıştık. Sonra ayrıldık, aradan kısa bir zaman geçmişti ki, bir el silah sesi duydum. Koştum gittim hemen sesin geldiği yöne. Baktım bir ceylan yatıyor ağacın dibinde. Etrafta cıvıl cıvıl kuşlar uçuşuyordu. Çiçekler açmış mis gibi kokuyordu orman. Durdum baktım, ceylan yaralıydı. Az sonra soluk soluğa avcı geldi. Ben ceylanın yarasına bakıyordum ki avcı bana, "Hey! sen kimsin?, Çekil, bırak, onu ben vurdum, ver onu bana" Ben sinirlenerek dikildim Karşısına, "Hayır vermem, ben onun yarasını iyileştireceğim" ve kızgın bir sesle, "Ona nasıl kıydın? Senin hiç vicdanın yok mu? Sen, hey avcı, ne kötü bir insansın"
Sonra avcı silahını bana doğrulttu,
"Ver onu, yoksa seni vururum. Ben sakince başladım konuşmaya, "Bak avcı kardeş, sen aslında kötü bir insan değilsin, bırak onu, git buradan, yoksa beni de öldürmen gerek, onu vermem sana, istersen vur beni ama bu ceylanı bırak... Görmüyor musun gözlerinden akan yaşları hayvancağızın?“
İşte o zaman avcı insafa geldi. Ben işime bakıyordum, ceylanın yarası bir sıyrıktı ama derindi, kan akıyordu, çıkardım gömleğimi yırttım, sardım yarasını. Ceylanın başını okşadım, sevdim. O da bana bakıyordu, gözleri öyle güzeldi ki, baktım, o benim vurulduğum güzel kara gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Dayanamadım, başladım ben de ağlamaya. Bir ara başımı kaldırıp avcıya baktım. Avcı da ağlıyordu. Kalktım ayağa, avcı bana, “Sen kimsin? Sen nasıl güzel bir insansın, ben seni çok sevdim, gel otur yanıma“ dedi. Birlikte oturduk ve ben anlatmaya başladım:
"Ben aslında bir karıncayım, ismim E r d e m, dağlarda pınarlardan su içer, çiçek toplar, gezer dolanırım. Özgürüm bu dağlarda. Ne riya ne de yalan, yoktur onlarda... İtmezler... Sarılır dağlar insana.
Gece dolunayı seyrederim, beklerim o hep bana yansın gökte, baksın... Galaksimin en güzel kızı. O, dünyaya yanıyor, ben Ona yanıyorum. Benim sevgilim O. Ona aşkımı anlattım. Anlattım ama duymadı beni. Sonra bir gün dağa söyledim. Dağ da meleklere söylemiş. Dolunay da bana aşıkmış meğer. Melekler geldiler, anlattılar her şeyi. Dolunayın beni nasıl sevdiğini.
O uzaklarda, ben uzaklarda öyle bakışır dururuz.
Platonik bir aşk bizimkisi aslında. Ben onu her haliyle severim. Ama en güzel olduğu gece ayın on dördündedir. Yusyuvarlak çıkar geceyi aydınlatır. Ona yakın olmak isterim hep. Her sene Ağustos ayında o yaz gecelerinde dağın en yükseklerine çıkıp Ona giderim, şarkılar söylerim, aşkımı anlatırım. Pırıl pırıl gece dağların aralarından çıkar, dorukların üzerinden ilk göründüğü an içimi nasıl sevinç kaplar.
Adeta bana,"Erdem; bak sana geldim" der. Doya doya seyrederim, hiç uyumam o gecelerde. O bana yanar, ben Ona yanarım. O gökte, ben yerde yanar dururuz.
Sonra, vakit geç olmuştu, sohbete doyum olmaz ama avcının gitmesi gerekiyordu. Avcı bana avcılığı bırakacağını söyledi. Bana teşekkür ederek elimi sıktı. Ben de buna çok sevindiğimi söyledim. Onunla sarılarak vedalaştık. Avcı son kez ceylana baktı. Avcı, "hadi hoşcakalın" deyip uzaklaştı. Tam tepeden kaybolmadan son kez, "Erdem... Karınca, seni çok sevdim, hiç unutmayacağım" dedi ve el salladı. Öyle gözden kayboldu.
Sonra hava karardı, gece bastırdı. Ben uyku tulumumun içine girdim, ceylanın yanında uyuya kalmışım. Birden bir sesle irkildim, ceylan ayağa kalkmış geziniyordu. Bana baktı, anladım gidecekti karanlıktı ama gördüm gözlerini. Sanki,"Beni annem bekler, arıyordur. Ben anneme gidiyorum. Erdem amca, sen benim hayatımı kurtardın. Seni hiç unutmayacağım" diyordu. Son kez okşadım başını. Yavaş yavaş gidiyordu, geri bakıp bakıp sanki bana bir şeyler anlatıyordu. Son olarak, tam o tepeden bana baktı... Baktı... Sonra ceylan koşmaya başladı, ayağı biraz sekiyor olsa da ormanın derinliklerinde kayboldu.
Gözlerine vurulduğum ceylanım, koştu gitti. Kara gözlü ceylanım... Gitti, ben ağlıyordum...
Ben anlatırken farketmemişim, baktım, dev de ağlıyordu. Dev bana, “Erdem, karınca, bu dağlar senin. Git, gez” dedi. Son kez o koca eliyle başımı okşadı.
Baktım tepeden kaybolmadan, dev bana el sallıyordu, ben de ona el salladım.
Ben küçüçük bir karıncaydım, o kocaman bir devdi.
Karınca; cesur ve korkusuz, yürüdü dağlara.
.....
ERDEM, durdu dağın karşısında .
Dağ ona o dağa baktı
ve sordular:
“O R A D A İ N S A N V A R M I ? “
---
ZERRE/ Fikret Şimşek