- 540 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
Lacivert ve Balina
O gece uyumadan, kulağımda bir radyo frekansını yakalamıştım. Bunu öğle yemeği sırasında anlattığımda nasıl yani diyerek şaşkın bir yüz ifadesiyle güldü. İnsan kulağı da pek ala bir alıcıymış gibi davrabilirdi. Lacivertle dans eden bir ritm nasıl o gece beni bulduysa, bir renk ne kadar isterse o kadar hayalimde çoğalabilirdi. Kulağımda bir şarkı çalıyordu, kaynağı uzaktaydı. İlaçlar, grip, öksürük, her biri akılüstü bir yoğunluk yaratmıştı.
O gece yanına doğru uçtum, hasta yatağında yatarken bir lacivertliğin içindeydi.
Kaburga kemiklerinde helezonal hareketler vardı, renk olanı anlamam için çalışan bir tabaka gibi görüşümü kaplamıştı. Sanki bedeni tam kapasite çalışıyordu, daha fazla bakamazdım.
Günlerdir ateşim yüksekti, dolayısıyla vakitsizce uyuyordum ya da onun gibi bir sersemlikti pek hatırlamıyorum. Tutarlı saydığım anlarımda film izledim, kısa metinler okudum kısaca daha az enerjiyle durumumla baş edebilebileceğim oyalanma araçları kullandım.
Ateşime uygun olarak boğazım ağrıyordu. ön dişlerim ve alt dilim arasına boca ettiğim karbonat ile gargara yaparken aklıma durduk yere çiğ bal demek geldi . İlginç bir şey bu diye düşündüm, ne de olsa böyle uyumsuz ve çarpıcı söz birliktelikleri insana boşu boşuna yaklaşmazdı. Doğrusu kelimelerin egzantrik zihnimle karşılaşmaktan hoşlandığını hatırlayana dek umutla bekledim fakat devamı bir türlü gelmedi. Sonuçta, çiğ bal, hastalığıma karşılık olarak, annemin bal yemelisin ısrarına ufak bir isyanım da olabilirdi, balı kötülemek istediğimi sanmıyordum. Her zaman onda zeka üstü bir yan bulmuş arıcılık yapan birkaç kişiden arıların muhteşem organizasyonlarını nasıl büyük bir heyecanla anlattıklarını dinlemiştim. Bal bir şekilde çoğu kültürde kutsal ve saygı duyulasıydı, üstelik bir malın sahtesi bolsa şüphe uyandırıyorsa, gerçeğine ulaşmak bir o kadar haz vericiydi. Arıların satış, marka ya da şeker tüketimlerin zararları hakkında fikri olmayabilirdi. Buna rağmen şehirler arası yolculuk yapanları duymuştum. Bunun arıları sarstığı gibi kusursuz bilgiyi de. Demek ki Arıcılık, oğul bırakma, arı sokması, hemen hemen hepsini bir şekilde duymuş ya da deneyimlemiştim.
Annemi yedi sekiz yaşlarındayken köyünün yakınındaki ormanda sayısız yerinden sokan anı arılarına kırgındım. Bunca deneyimden arınmam ya da değiştirmem mümkün görünmüyordu. Balın onu, çiğ ya da pişmiş olarak düşünmemden, bir yerlerde anlatmamdan, yazmamdan etkilenmeyeceği çok açıktı.
Aristoteles’in belki de aylarca hatta yıllarca gözlemlediği, değerli ve tükenmeye mahkum zamanını ayırdığı arılar kimlikleri ve onları diğerlerinden farklı gösterecek bir belirteç olmadığından olması olağan herhangi bir olan olarak oldukça sonsuz görünüyordu. Demek ki insanlık tarihinin bir yüzyıllık dilinime denk gelen fani yaşamım, beni benden sonra hayalet statüsüne uygun bulacak bilinmezlikle birlikte, arılar ve olağan balları olanca güçlü, itaatkar ve gerçek halleriyle insanı kimlikleri olmayan insan olarak bilecek şahitlerden biri olarak dünya ananın kucağında uslu ağzına bir parmak olarak çalınacaktı.
Kelimelere ve renklerine güvenmemeliydim. Ceviz ağaçlarına, balinalara, ölmüş bir balinayı anlatan o filme, sigara içerken olan fotoğrafıma, akciğerime, doktorlara, hastalara, yazarlara, kesilmek üzere olan ağaçlara, kar tatillerine, yağmura, korkunç şeyleri anlatmayı seven yönetmenlere, köy yaşamına, şehirli insan ürkekliğine, herhangi bir şeyden bahsedenlere...
Çok korkunçtu.