- 325 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
/HİÇ GİYİLMEMİŞ/
Görüyorum ki öğle namazı bitmiş ve cami cemaati yavaş yavaş dışarı çıkıyor iki kapılı camiden. Yine gördüğüm o ki; acil işi olmayan kalabalık bir grup, ve o gün vefat etmiş olan üç merhumun yakınları, evlad ü ıyâl’i cami avlusundaki tabutlarının yakınında kümeleşmiş ve cenaze namazı için uyacakları imamın gelmesini bekliyorlar… Karşı tabelada vefat edenlerin künyesi ve hangi mezarlığa defnedileceği yazılı. Ayrıca ışıklı tabelada da aynı bilgiler var… Ben yoldan geçiyorum o sırada! O sırada pamuk bulutlar ağlıyordu, gözyaşları nâzenin tomurcukları ıslatıyordu. Görüyordu yedi düvel, duyuyordu cümle ruhlar… İçimde, içime serinlik hissi veren bir sevgi duygusu; güzel mi güzel, hoş mu hoş, zarif mi zarif!
Cenazelerden birinin doğum ve ölüm tarihi dikkatimi çekti; D:2021 Ö:2022 Sebebi her ne olursa olsun görünüşe göre erken bir ölüm! Ama takdir denen bir kavram da var. Orası; sözün bittiği yerdir işte! Cemal Süreya’nın dediği gibi “Her ölüm erken ölümdür” ama adı Selim olan bu bebeğin ölümü çok daha erken geldi bana ve yüreğimin “cıııııız” etmesine sebep oldu birden. Cemaat mahallinin biraz daha dış tarafında, annesi olduğu çırpınışından belli olan kadına ilişti gözüm. Elleriyle suratını kapatmış hüngür hüngür ağlıyordu diyeşet diyerek mısralar arası:
Oy Selim canım benim, gitme beni bırakıp
Boş kalır bak sol yanım, gitme beni bırakıp.
Deme "anam ağlama, yüreciğin dağlama
Pınar olup çağlama" gitme beni bırakıp.
Adeta inciler oluşuyordu gözyaşlarından… Sonra anada derin bir susku! Yani teslimiyet diyelim! Babayı hiç sormayın bana; gözler çekik, bel bükük, omuzlar çökük!.. Vah ki ne vah!.. Aslında farzı-ı kifâyedir cenaze namazı ama o an için sanki “farz” şeklinde telakki ettim. Hemen abdestimi alarak yetiştim cenazelerin cenaze namazına… Peygamberimiz (sav) ne diyordu: “Bir din kardeşiniz vefat etmiştir, kalkın, onun cenaze namazını kılın.” Ve ayrıca da Ebu Hureyreden rivayet hadis vardı duyduğumuz: "Bir kimse inanarak ve sevabını yalnızca Allah’tan umarak bir Müslümanın cenazesinin arkasından giderse, namazını kılıp defnedinceye kadar onunla birlikte bulunursa iki kırat ecirle döner."
Saftayız başımız eğik… Bir Selim var önümüzde ve bazı melekler de bu safta(*) Ve Hoca Efendinin son sözü namazın hitamında: “Hakkınızı helâl edin!”
Bir annenin evladı şimdi, anasının kucağından atlayarak bahçeye oyun oynamaya gitti bence cennet bahçesine! Ya da bana öyle geldi… Ufaktan yağmur atıştırmaya devam ediyor, balkonlarda ıslanan nâzenin çiçekler… Demek ki gökyüzü rahmetini yolluyor özellikle bu çocuğun üzerine! Yan taraftan bir ses geliyor kulağıma; “oyyy kahpe felek!” şimdi gidip desem ki o sesin sahibi babaya; “her ne ararsan kendinde ara, o dediğin felek kahpe değildir” İnanıyorum ki bir ton dayak yerim bu ortamda. Ve vazgeçiyorum bu ince fikrimden!
Ben nereye gidiyordum. Onu unuttum bakın şimdi! Bir anda her şeyi unutup katıldım çocuğun tabutunun peşindeki kalabalığa. Sonra otobüs ve sonra asri mezarlık ikinci kapı, ada: 45 Yahya Kemal Beyatlı eğilmiş kulağıma şöyle fısıldıyordu: "Ölüm âsûde bir bahar ülkesidir rinde…" Çoğu zaman şâhit olduğum türden görevler yapılıyordu Selim için de burada... Benim beynimin derkenarında da Ömer Hayyam’dan bir dörtlük dönüp duruyordu:
“Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben,
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden...”
Dünyaya yolladı Yaratan, sonra bir mühlet… Evet "mühlet var ama ihmal yok." Sonra da şükür için üç beş nefes verdi. daha sonra da aldı emanetini diyelim. “Takdir-i İlahi” diyebilmek de güzel şey bir yerde. Yoksa bu acılara dayanmanın dayanıksızlığına dayanmak mümkün olmazdı herhalde! İşte inanç sınavı da tam bu noktada başlar. Bazıları bu sistemin Allah tarafından oluşturulduğunu söylerken ve ona inanırken, bazıları da yaratıcı fikrini inkâr ederek “olasılık” ve “tesadüf” gibi kavramlara bağlanır. İman etmenin en büyük göstergesi herhalde teslimiyettir. Neden, nasıl, niçin diye sormadan Rabbim öyle diyorsa kabulümdür diyerek kabullenmektir. Bunu kabullenmek de herhalde kolay olmasa gerek diye düşünüyorum. Anahtar mı; "kün feyekûn.."
Fakat bana şunu demeyin yeterli benim için: “Ateş düştüğü yeri yakar!”
Biliyorum ki şu meşhur öykücü Hemingway böyle bir olayı gözlemlese sadece altı kelime ile benden çok çok daha iyi verirdi vereceği mesajı ve benden daha çok gözyaşı döker ve döktürürdü okuyucusuna. Ernest Miller Hemingway’ın Nobel ödülü almasının sırrı da burada değil midir sizce de? Yazılarının; kısa, öz ve vurucu olması… Benim gözlemlediğim bu olayın belki de bir benzerinden sonra, şöyle yazmış olabilir hikâyecimiz hikâyesini: “Bebek ayakkabısı, hiç giyilmemiş.” Bu hikâyenin altı kelimelik olduğunu duymuştum oysa. Şimdi sayıyorum dört! Bunda bir eksiklik var derken hatırladım o iki kelimeyi daha; “satılık ilanı.” Şimdi oturdu sanırım bu hikâye yerli yerine: “Satılık ilanı: Bebek ayakkabısı; hiç giyilmemiş.” İşte tüm acının özeti; "hiç giyilmemiş!"
Selim’e de alınmıştı mutlaka bir ayakkabı, fakat henüz bir yaşında olduğundan hiç giymemiştir kesin. Nerden çıkardın alındığını demeyin lütfen, bizde adettendir; doğmadık bebeye bile neredeyse çeyiz eşyası dizeriz sandık sandık! Keşke onları giyip oyun oynarken eskitebilseydi Selim. Hayattan alacağı henüz daha bitmemiş olsaydı, keşke düşlerinin peşi boş kalmasaydı..!
(*): Bazı melekler, Müslümanlarla beraber cenazeye katılır (salih insanların) ve define iştirak ederler.
Ebu Davud 3177, Nesei 2057
YORUMLAR
Bizim toplumumuzda hiç giyilmemiş de olsa, ölenin hayrına verilir eşyaları. Bu nedenle, pek sanmıyorum bizim toplumumuzda ölenin eşyaları için satılık ilanı açılacağını. Gerçi artık toplumumuzun anlayışı da değişiyor ya, neyse...
Ölüm... Ne kadar yazılsa yine de eksik kalan bir mevzu. Kaleminize , kelamınıza sağlık.