- 360 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Hayat ağaç ve mutluluk
Hayat uzunca bir ağaç ve mutluluk en üst dallarında asılı. Ya tırmanıcam yara alıcam onu almak için, ya düşürücem o hasar görecek... Her iki türlüsü acı. Ben ne yapsam, ne etsemde yine;
Mutluluğa boyum yetmeyecek...
-Takıntı-
İlk kez takıntılı aşık olduğumda on üç yaşımdaydım. Gerçi takıntısı hiç aşık oldum mu bilmiyorum. Onu gördüğümde sınıfının kapısında dikilmiş sanki beni bekliyordu. Onu o zamana kadar nasıl fark etmediğimi düşündüm bir de beni nasıl fark edebileceğini. Sonrasında asla tesadüf olmayan tesadüfler silsilesinde, kendimin dahi haberi olmayan bir araya gelişlerimizde beni fark etmesini sağladım.
Sonunda birileri vesilesiyle onunla tanışmıştım. İlk bakış, ilk merhaba, ilk gülüş ve ilk yürüyüşümüz... Benim için kıymetliydi. Onun benim olması kısa bir süre içinde mümkün olabilmişti. Duygularımın karşılık bulması belki o zamanlarda benim için "dünya" demekti. Artık karşılıklı seviyor ve seviliyordum. Mutlu olmalıydım ama mutlu olamıyorum. Çünkü asla doyuma ulaşamayan benliğime tüm bunlar kafi gelmiyordu.
Günden güne onu daha çok sahiplenmek istedim. Yalnızca bana ait olmasını bir tek benimle muhatap olmasını bekledim. Herhangi birine bakışı, konuşuşu, dokunuşu aynı havayı soluyuşu bile beni deli etmeye yetiyordu. Zamanla bir kıskaçın içinde onu havasız bırakana kadar sevdim. Bunaldı, nefes almak istedi, uzaklaşmak istedi belki bunu fark edince kendi içime çekildim. Küstük, darıldık,evlerimize dağıldık, saatlerce konuşmadık belki ama günün sonunda onun yine sokağıma gelişini penceremden izlerken tüm öfkem toz bulutu gibi dağıldı. Koşarak gittiğim o barışma anlarında bu aşkın önüne hiç bir şey geçemez diye düşündüm ama öyle olmadı.
Ve zaman geldi çattı, ömrümde ilk acı, ilk ayrılık yaşandı. Ondan uzak durmam gerekiyordu. Biri çok severek edindiğim nyegane oyuncağım hiç ulaşamayacağım bir yere kaldırıp diyordu ki; "bir daha bununla oynamak yok" Öfkeli bir o kadarda çaresiz kendime başka uğraşlar buldum. Ama biliyordum ki, ne kadar yükseklere kaldırsalarda bendim onun sahibi, ne kadar başka oyuncaklara sarılsamda dolmayacaktı yeri.
Onu görmemek, ondan kaçmak bu çaresiz ayrılışa bir nebze dayanmamı sağlıyordu. Çok zorlanıyordum oysa... Canım deli gibi onu istiyordu. İçimde birikenleri yaza, yaza şair/yazar olmuştum. Ona anlatamadıklarımı kağıtlara dökmüştüm. Ölüyordum hasretinden, daha kokusunu bile soluyamamıştım saçlarına dokunamamıştı ellerim. Kendimi zar zor tuttuğum bu dönem onu sık sık arayıp sesini dinlediğim olmuştu. Bir anlık o sesini duyuşum bana tüm gün yetiyordu.
Sonra içimdeki aşkın baskın çıkması ile ona tekrardan geri döndüm.
Çağırdı, gittim...
Gülümsedi, gülümsedim...
O anın uzun sürmeyeceğini ve elbet bunun bir sonu olacağını biliyordum ama ne var ki, onu sevebileceğim kadar sevmek istiyordum. Bu kez ona dokundum, sarıldım, kokusunu soldum... Saçlarına dokundum... Daha fazla anılar biriktirdim ona dair. Belki bu daha bir mazikti sevgim. Yormadan, hırpalamadan ve gideceğimi bile bile sevdim.
Bir gün tüm bunları bitirip, ona ihanet edip gitmek zorunda kalınca elimde ki oyuncağı kendi istediğinle bırakmış gibi yapsam da içimde bir eksik, kalbimin bir tarafında tamamlanmayan bir puzzle parçası gibi aşkımı ona emanet edip gittim. Hayatımda mutluluk meyvesinin yerini ne kadar tırmansamda ayağımın kaydığını gördüğüm o zamanlar fark ettim. Yaralandım çok, oturdum ağladım belki aylarca hatta yıllarca etkisinden çıkamadım. Ama kalktım neticede toparladım. Sonra bir başkasının takıntısı ben oldum.
Benimde küçük küçük takıntılarım oldu ama hiç biri uzun sürmedi. Çünkü dünyadaki hiç bir varlığın asıl sahibi olamayacağımı anladım.
...