Her Asırda Yaşayan İnsandan Ne Farkımız Var Ki… Hani Adalet… Hani İnsanlık!
Bardağı doldur boşalt, iç, iç….
Tabağı doldur boşalt ye, ye…
Cüzdanı doldur boşalt gez, gez…
Ey insan başka ne yapıyorsun ki?
Kime faydan var, zekat, sadaka veriyorsun ki?
Etrafına bak, karanlığı aydınlatmak için gözünde ki
Perdeyi yak…
Gir zaman tüneline, her ne kadar sana zahmet verecekse de!
Kıyafeti farklı, konuştuğu dil farklı, kadın-erkek senin gibi, gör ne yapıyorlar senden farklı? Hangi asırı üstüne giysen, hangi konuşmayı siyaset bilsen… İnsanlar bir başkasının üstüne basa basa yaşıyorlar, porsuğun kemirdiği gibi. Mutlaka bir galip olacakmış gibi yarışıyorlar. Çok kazanan, kendini zeki zannediyor. Konuşmaya, başkalarının kusurlarını dökmeye haklı görüyor. Hani hava bedava olmasa onuda alacaklar ama onada güçleri yetmiyor. Başkaları hava almasa kendileri de yaşayamayacaklar çünkü…
Hani az olsa Hak ve adalet diyen sivriler ortaya çıkıyor. Ne için? Hani adaleti sağlasa, sonra hangi adaletsizliği yapacak belli değil… İyi olmak, kolay iş değil. İyiyi savunmak, güzelliğin değerini bilmek gerçekten beceri istiyor. Muhafaza etsen, karşılığında ücret vermiyorlar. Sadece bu onurlu ve şerefli yaşamak oluyor karşılığı. Oda yemek ve aş olmazsa karın doyurmuyor… O zaman tünelinde, bunu yaşayanları görüyorsun. Derviş gibiler, zayıflar, itilip kakılıyorlar, deli diyorlar… Toplumda yerleri yok. Tıpkı çölde yeşil yerine kumların varlığı gibi… Bir rüzgar esse, savruluyor kum ve görünen aynı kalıyor. Ne ölüyor ne de soluyor! Peki iyice bak, bunu yapmakla ne kaybediyorlar, onlar geri zekalı mı? Hani aşkından çöle düşen Mecnun misali… Onlar insanlığını ve sonsuz mutluluğunu arıyorlar, ama kimse bunu göremiyor.
Her çağda herkesin dilinde dolanıyor, aşk, sevgi, huzur ve mutluluk… O zaman tüneline iyice bak, kaç kişi bunları buluyor? Ya ezen yada ezilen kitlelerde aynı mücadele kazanmak üzerine kurguları. Kimisi bir süre sonra kaybediyor, kendisi gibi birisi onun yerine geçiyor… Ezen de ezilen de grup içinde sayısı değişmiyor. Tek değişen iki tarafında hastalıkları ve sonucunda acıları… Ona çare ararken ömürleri geçiyor. Mecnun misali, belki deli dedikleri ise, dışarıdan bakıldığında dünyalık bir görüntüsü, servete sahip değil… Dünya değil onları ilgilendiren. Kalpleri ne istiyorsa yokluğa teslim olmuş, görünmeyen kalp gibi aradıkları da görünmüyor dünyaya… Bir şeyler yaşadıkları kesin… Gülüyorlar sanki bakana manasızca geliyor… Ne görüyorlarsa? Sıra dışı, dünyadan kopmuş bir özgürlük… Kimseden bir şey de istemiyorlar ama kimileri bir köpeğe mama verir gibi sözüm ona acıyarak bir şeyler veriyor. Yiyecek sorunları da yok.
Bak zaman tünelinde, bu gibiler ne kadar mutlu. Ne sarayı arıyorlar, ne de belayı… Dışını zenginleştirmek yerine içini zenginleştiriyorlar. Hani yalnız olmak o kadar korkutucu olmasa gerek diyorum. Hani her korku filmine sahne olan bu tipteki insanların kurgulandığı ve ürpertici gösterildiği sahnelerden çok farklı yaşamları. Kurguyu da ezen yapıyorsa, yani sömüren… Hani bu filmleri izleyip onlardan korkutmasalar, neyi elde edebilirler ki? Adeta ezdiklerine,” Ben size acımazsam böyle yaşarsınız!” diyorlar. Hani “Ben size iş, aş vermezsem ölürsünüz!” diyorlar… İşte korkutuyorlar!
Ezen, yani zalim korkutucu rolünü iyi oynuyor. İnsanların insan gibi yaşamasını veya gözlerinin açılmasını istemiyorlar. O zaman tünelinde her asırda kurgu aynı. İnsanları insan gibi yaşatan, gerçeğin ta kendisi insanlık… Bunu da çok az insan görüyor. Hani görmeleri için Yaratıcı peygamber gönderiyor. ezilenlere… Onların haklarını anlatıyor elçi… Ama her peygamberin karşısında, adalet arayanın dünyasında bir zalim ortaya çıkıyor… Musa’ya Firavun, İbrahim’e Nemrut, Muhammed’e Ebu Cehil… Hani kısa bir süre acıdan sonra zalimler kaybediyor, adalet sağlanıyor, insanlık insanlığını hatırlıyor…Asırlar geçiyor, yine ezen ve ezilen kesim ortaya çıkıyor. Yaşanan mutluluk unutuluyor. İnsanlar insanlığını unutuyor.
Hani desem adalet istiyorum, adalet… Şimdilerde de çok moda… Ezilen, dünyalığa kavuşsa ezen oluyor bir süre sonra. Dilindeki adaleti sağlıyor ama kendine, gerisine adaletsizliği… Ben haklıyım diyor… Yine adalet olmayacak ama farklı ezilenlere… Zaman tüneli içinde aynı senaryo, uzay çağını yakalamış insanlığa rağmen aynı dozda devam ediyor. Kimsenin derdi insanlık ve adalet değil maalesef… Dilde kalmış, mideye inmiyor, inse kan yoluyla kalbede girecek ama olmuyor.
Öyle bir virüstü ki Korona, ezen ve ezilen demedi… Adalet neymiş çok acıyla gösterdi. Milyonlarca insan öldü. Şimdi de genç yaşta insanlar kalp krizinden ölüyor. Bunu Koronaya bağlayanlar bile var. Ama bu acı tablo, bize insanlığı ve adaleti belletemedi… Kismen virüs yok olsada, varlığı halen devam eden sürece rağmen, adaletsizliği şiar edinmiş ve çılgınca yaşayan insanlık dışı davranışlar su yüzüne çıktı bile. Bu akış öyle azmış ki, doğa bile ona ayak uyduruyor. Kar yağsa tipiden insan nefes alamıyor, yağmur yağsa sellerden mahvoluyor. Yanardağlar patlıyor. Adına iklim değişikliği diyorsuz ama temel sorun insanlığını kaybeden dünyanın görmek ve kabul etmek istemediği görüntü bunlar. Eğer insanlık doğmazsa, adalet gerçek anlamda yayılmazsa, Allah korusun kıyamet kapıda… Bu tezim sizi şaşırtmasın.
Elinizi yüzünüzü yıkayın ve ben ne yapıyorum, nasıl yaşıyorum ve nereye gidiyorum diye düşünmeli ve böylesi ezber bir yaşamdan kurtulmalı. Yaratıcı değil, insan bu seçimini yapmalı… Yaratıcı ancak, insanın tercihlerini yaratıyor cüz-i irade kapsamında… Adı da kader oluyor.
Düşünüyorsam yaşıyorum diyor ya filozof… Düşünmeliyiz halimizi… En kısa zamanda. Başka türlü düzelmeyecek ve yenilenmeyecek insanlık ve adalet…
Saffet Kuramaz, 29.12.2020, Ankara