7
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
923
Okunma
Fon önerisi: The Walk /Charlie Key
Yıkık sarayların tozlarında boğulup gitti kimileri,
Kimileri ahşap bir kutuda açılmayı bekliyor sanki ezelden beri…
Zaman bir katip olup yazıyorken alıp verdiğimiz tüm nefesleri,
Tercümanı kayıp bir yabancı gibi dolaşıyoruz biz de yaşadıklarımızın, yaşattıklarımızın etrafında,
Sönene dek gözümüzün feri.
Aklımız yaşadıklarından emin,
Kalbimiz yok etmenin derdinde, akl-ı selim.
Eski bir deftere yazılıp silinen cümleler gibi yaşadıklarımız. Aslında varlar, aslında yoklar… Gözlerimizi kapattığımızda alnımızın tam ortasındalar, derin bir nefes alışla toprağın en kuytu yanındalar… Bozuk bir sokak lambasının yanıp sönen kararsızlığında, duvarlara sabitlenen boş çerçevelerin anlamsızlığında, unutmanın eşiğinde, hatırlamanın ateşinde, yaşananlar… Ve her şeye rağmen yaşayanlar… Ha bir de ısrarla yaşatanlar… Selamlar…
Sizin için de öyle midir yaşananlar? Önce gözyaşlarıyla ıslanmış bir kağıdın ortasına yazılırlar, biraz okunup, sonra karalanırlar. Daha iyisi için belki de bu yok etme çabası, ama tabi ki bu yetmiyor yok etmeye. Sormanın öğrenmek için yeterli olmadığı, umudun her zaman haklı çıkmadığı gibi… Defalarca sonbaharı tekrarlayan yaşananların yaprakları, belki de artık bahar gelse bile solacağım diyorlar, belki de her şeye rağmen izin ver yaşayalım, hem ruhunda hem uzvunda… Bırak var olalım diyorlar…
Ne zaman gelip konaklayacağını da iyi bilirler, kimde ne kadar misafir edileceğini de. Çekip giderken de bazen bir iz, bir sır, bir tutam yaş ve bir avuç dolusu saç bırakıp giderler… Yaşananlar…Yıldızların dostluğu gibidir bazen, gecenin siyah örtüsünde parlayıp, gündüz kaybolurlar… Sanki geceleyin gökte dolunaya en yakın yıldız olmak için çabalamamış gibi, hiçbir iz bırakmadan öylece giderler… Tıpkı yaşarken anlayamadığımız, geçmişe hapsettiğimiz ama bugüne, yarına hâlâ talip olan yaşadıklarımız gibi…
Peki ya unutmak, ya da unutulan her şeyin silineceğine dair inancınız konusunda ne dersiniz?
Bana kalırsa hiçbir iz silinmez, belki değişir, dönüşür ama yok edilemez. Ne bir ses ne de tek bir renk kayboluşa sığınır. Hepsi ruhunuzda bir yerlere tutunup sizinle birlikte nefes alır. Fark etmenin mümkün olmadığı anlarda bile... Unutmanın ellerine sarılan biz, ey insanlar, biliyor musunuz günü geldiğinde yaşananların hepsi sırayla karşınıza oturur. Oysa siz çok uzun zaman önce yolcu etmiştiniz değil mi onları? Bazılarını, ellerine pembe güller vererek ikna etmiştiniz hatta. Belki de gizli bir rüşvet... Sandığınız gibi olmadı işte, bakın karşınızdalar. Gözleri dolu dolu, elleri kanamış, yanakları solgun, eksildikçe eksilmiş tıpkı eriyen kar taneleri gibi yaşananların... Ne çok kırgınlar, kızgınlar yaşananlar, dönüp dolaşıp yine size sığınmışlar. Bakın gelmişler işte yeniden sizinleler... Yaşananların kimisi konuşamadan anlatır derdini, kimisi sadece gülümser en çok canını yakanın bu olduğu bilmeyerek. Kimisi de ilk gün ki gibi taptaze konuşur seninle ama sen unutuşlara sığındığın, yüzleşmekten vazgeçen sen, şaşkın bir tonla dinlersin, izlersin davete hiç gerek duymadan gelen bu misafirlerini… Yüzüne dokunurlar sessizce. Hatta gözyaşlarının akarken en çok tercih ettiği yüzünün o kıvrımlarında dolaşırlar. Sonra da zamanı dolan bir seyyah gibi uzaklaşırlar senin diyarından... Başka memleketler arar gibi, başka bir göğe sığar gibi...Hiçbir iz silinmez belki unutulur ama hatırlatır yeniden bir sebep, bir sonuç, ansızın veya zamanla…
Başı belli bir cümlenin, son noktasında silinen izleriz biz…
Tuhaf bir gölgenin uzayan ellerinde bir alev, bir mendiliz biz…
Saka kuşunun kanadında taşıdığı ağıtların sesi,
Duvarlara çarpan koca bir hasretin nefesiyiz biz…
Dikenli tellere sarılan mavi beyaz kurdeleler,
Yol üzerinde boynu bükük gelincikler,
Yazılıp silinen simsiyah cümleler,
Hepsi yanıp kül oldu zannettiler...
Oysa ne kalem yandı ne de kağıt bu yangının orta yerinde…
Yanan yalnızca bizİZ…
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN