5
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
639
Okunma
Kayıp kalplerimiz ellerinizin göğünde yitik bir şarkıyı söylüyor
gözlerinizde batıyor güneş
Yaralı gölgeler gibi karanlık bir geçmişin gövdesinde sarmaşıklar büyüyor
Mevsimsiz bir gençlik hevesinde dalgalanan yapraklar bayrak sanki
Hiç yenilmiyor !
O büyülü çınarın köklerinde dinleniyoruz
Melek yüzleriyle ölü çocukları sallıyor yorgun zaman izleğinde hayat,
salıncağın gıcırtılı iplerine kulak kesilmişim ve seyir defterimin paslı göğünde seğiriyor göz bebeklerim
...Kargalar çıplak bir deride avcı ,melekler pırıltılı bir umuda yabancı yaşıyor ruh ülkemde ...
Herkes herkese yabancı duruyor ...Kayıp ve kırık can pazarlarına kuruluyor intihar sehpaları
Yengimizin bayrağı balıkçılara ve hayalet gemilere ,istasyonsuz trenlere emanet
Yoksul varlığımızı kutsuyoruz o son nefeste !
Yenik yitik bir tutsaklık bizimkisi
Dalgaların sayfalarında denizi boğuyoruz
Mavi kaybediyor
Anlağımdaki ninninin tuzunu basıyorum yarama
Yaşadığımı hissetmek istemek benim de hakkım,üşürken buluyorum kendimi o eski zamanda...Kış palazına yakalanmışım,yangınım dinmiyor ...
Kendimden eksik uyutuyorum laciverdini gecenin, ay gölgeli bahçelerde çiçekler doğuyor
Gece sefası rayihasında efil kokan geçmişin hatırasını çalıyorlar ,
çalıyor kapımı
puslu bir havada kör bir bıçak kadar kanlı ve acımasız kalbim,
bir katil olabilirim ,belki değilim !
Göğsüme saplı hançeri kimse görmüyor
Kanıyorken de kanatabilirsin zira ,kimse bilmiyor !
Yalnız ağlıyorum o boş salıncakta
Afiyet olsuzlara geliyor birileri
Yediğimiz kan çiçeklerini kusuyoruz
Bir
Yangında son kurtarılacak düşleri !
Karanlığı çoğaltıyorduk bir zamanlar
Azalıyordunuz
O geniş avluda
Hüzün kovan kuşlarından nihavent şarkılar dinliyordunuz
Bir radyo oyunu fısıltısında yayılıyordu düş burgacınızdaki düğüm/sel gerçek
Kara kutusu kayıp göksel adlara anlamlar yükleyerek yürüyordunuz
Gökyüzünün Tanrı şehirlerinde taşlarla oyalanıyordu gölgeler
Ceplerinizde telaşlar olmalıydı
Başka düşler
Göztaşları
Delik cepkeninizde
Kayıp sularda kayıp suretlerle atını sürüyordu kayıp süvari ...
Sil baştan demişti birileri !
...
Sessizliğin bedelini ne biz yaşıyorken ödeyebilmiştiniz
Ne de ödeyecektiniz
Karanlıktaki al kanatlı atlılardık,atlardık toynakları yaralı !
Sizden alacaklı gidecektik o uzak limana
Siz !
Gün ışığı bahçelerine yaptığımız yolculuklarda unutulmuştunuz , tozu tortulu ,pas tutmuş bakır maşrapaları boş, kuytuda kalmış kuyularda boğulmuş !tunuz ...
Aynası kayıp , testileri kırık bir geçmişin çatlağından suyu ve ışığı dilenen bir şimdiydiniz belki de
Sizleri gördüğümde !
Birer seraptınız alabildiğine bir çöldeki onulmaz sayrılık ...
Adınızı unuttuğunuzdan
Umutsuz bir duaydı
Haykırışınız !
Kimse fısıldamamıştı sesadlarınızı nehrin kulaklarına
Vadiler bihaberdi varlığınızdan
Ahşap evlerinizden tren sirenleri duyulurdu davetkâr
Siz günaha çağrı sandınız
Zemheri gecelerinizdeki pırıltılı rüyalarınızın dilek fişeklerinde ölü yıldızlar
Ölümsüz sandığınızdan yok saydınız gece düş bazlarını
Salıncakları
O açelyanın yapraklarını hiçe saydınız
Gölgeli zamanların düşsavarlarıydınız
Düşleriniz taşlara yazılı
Oysa
Taşlar yavaşladığında ve gök yer ,yer gök olduğunda anlayacaktınız Tanrının elleri olduğunuzu !
Parmaklarınızın yokluğunu ...
İşte buydu bilmediğiniz rüya
Yoksulluğun kokusunu daha önce hiç duymamıştınız !
Ki hiç uyumamıştınız ki bir kez olsun usulca !
Bakışlarınız hayal hareli halkalar olabilirdi bir göl kenarında !
O kuytu kuyuda saklı şimdi düş ...
Ölüme yazgılıydınız
Ah şimdi söyleyin
Şimdi söyleyin
Kış ayazının beyaz meşalesinde pervaneleri gonca alazının gülünde coşkuyu
O doğmaya yazgılı çocuğu
Kim doğurtacak
Söyleyin kim !
Ebemkuşağındaki rengin asil gölgesinde çekilirken kılıçlar
Ve çığırtkan kuşların sesiyken savaş ve evet aşk !
Kim muştulayacak sessizliği
O kimsesiz göktanrısında tini
Söyleyin hangi lir doğuracak !
Alkor bir çiy uçarılığında müjdeyi
Ayak izlerimiz çoktan kaybolmuşken
Seslerimizde eksikken sözümüz
Dilimizi yutmuşken üstelik
Kim doğuracak bizi !
Kalabalık ,sessizlik ve utanç biler kendini s/ese
Varlıkta yokluk büyüsü ışıldar
Yoklukta gülümser alınganlığı güneşin
kırışık yüzlerinizde bir zaman tanığıdır an
gülümser tarih gamzenizin kıvrımında
Göz kırpar aydınlık o gerçek dokunuşa
Vakur aldanışların busesinde hatırlanır gün
Gülün ömrü yetmez bir aşkı anlamaya
an rayihasına yüzlerimizin nefesi konduğunda
Soldururuz günü !
O anda bozulur büyü !
Yarına gebedir dilek ağacı ve ebemkuşağında gece
Ocağı tüten evler dikilir karşımıza sonra
Sonrasında düş
Aklımızın son hatıraları
Ölü yıldız dikey uzayda parıltılıdır ,bir sigara içiminde ikimizin düşünde kan revan bir aydınlık !
Bir kış çiçeği !
Karın derinindeki sürgün
Düşbaz düşümüzün sessiz dili !
Ne çok şey anlatır büyü !
Sessiz şarkı dinlenir boşlukta
Ansadığımız kara toprakta, canda ve camda toprak ve aynada su çözülür
Yüzümüzün gurbetinde ve özlediğimiz bakışlarda ,bakışlarla ağarır tan , üşür !
Yalın yağlı urganın üzerindeyken siz !
Yani ufuk cambazı ip üstündeyken
Yalnızlık çok ağır çekiyorken yerçekimsiz boşluklarda
kalp çekimli karanfil pembesine, dolunaya asılı durur çürüyen etimizin sessizliği
Sokak lambalarının yorgun direkleri göz kırparak bakar aldanışlara !
Şarkımızda asılıdır çaputlu dilek ağacı,ağaçta kuş sesleri
Ezgisinde melodik bir düş/üşme kavga ederiz yine !
Kendimizle
Dizlerimiz kanıksamıştır kanı ,
daha nice yaralara gebedir gidişlerimiz
Hayat der geçersin
Okkalı bir küfür savurur geçer gölgenin iyiliği
Garip bir kahkaha deler geçer gün saydığını
Gök delinir !
Sanki toprak !
tanrısıdır denizin...
Unuttuğumuz renk
mavidir, bir düğümdür, nehirden kalma soluk an’ı öykünür su yeşiline
Bulanık bir su birikintisi ,
nefessiz bıraktığımız o son ayrılıktaki yıldız kayması,
gök sızısı ...
geçer
kuş kanatlarına yüklü geçmişimiz
Göksu evrende bir damlası eksilir ,bilmediğiniz giz !
yoklamada bir eksik yazılır gökyüzleriniz her seferinde !
su ve geçmiş ! Hem eksiktir hem eskimiş
Çürümüş yapraklar içindeki susku s/es kesilmiş bir doğru !
Eprimiş bir kazak kadar yaşlı ve yaşamış ...
Pamuk tarlasında doğan yalnız su kenarı duacısıdır flüt , rüya habercisi ,rüyadan bihaber ezgi
Su kenarının huzuru ,üç yapraklı yonca !
Özlemle bekleyen yeşil baharı !
Bereket beyaz ve hafif bulutlar kadar narin bir karabasan
Boş bir boşluk
Dışı ten
İçi mahzen
Bir giz yanılsamasıdır Tanrı
Çok basamaklı evin merdivenlerinde bir zamanlar duyduğum ses !ti zaman
hiç bitmeyecek bir yaşam coşkusu
Şarap kırmızısı
Eskitilmiş Tanrı suretindeki an !
"İçimi ters yüz ettim "
...Karıncalar o uzun yolculuklarına başlamışlar...
Işıklı bir geçmişin bekçisiyim
Işıklı rüyalarım var benim
Babaannemin diğer adıydı dilek ağacı
Unutmuşum
Çaputlardan kilimler yapardı
Her ilmeğinde
Bir düş doğardı
Anlamamıştım
Anlamamışım bir düşmüş adımız
Dizim ağrırken nasıl da unutmuşum düş yoksunu uykuyu
O yaz rüyasını
zamansız bir düş olduğumuzu
Zamanın akışında bir ben bulacağım umudunu !
Nasıl da unutmuşum
Öldüğümde bile toprağın tablosunda ses olacağımı ...
Evet !
Unutmuşum ...
Sonra yine söz yön değiştirir ve akar geceye
Sizi düşünmüştüm hiç olmadığınız zamanlarda ben dediğim kendimle birlikte
Albenili uçurtma kanatlarında su taşları ve çiçeklerdik belki de !
Bir beklide saklıydı adımız !
Elbette bir belkiydi adımız !
Gölgesi kayıp ruhlara benziyorduk
ışıkları söndürülmüş hayalet bir gemi geçiyordu uzaktan
Işıklar geçiyordu
Yıldızlara el sallayan balıkçılarıyla gemiler !
Bulanık sularımızdan ...
Üşüyorduk kimseye sormadan !
Kimse yoktu ,yalnızdık !
Sarılmadan
Anlayamazdık gölgede saklı suyu
Parmaklarımızdan kayıp gideni,
gözlerdeki uykuyu
Ki çağırırdı zamanın savruk koyu
İlmeğe geçmeyen ,düşmeyen damla sudaki buğuyu
Kabuğunu koparmışlardı yaralarımızın
Dizimizdeki yaranın adını yürümek koymalıydı
Ağzımızdaki lokmanın adını ekmek
Sonra işte bu sözleri söyleyerek
yürüdük,
düş gezgini yabancılarıydık ülke diye bildiğimiz yerkabuğunu yolcusu
Dudaklarımıza kırmızı riyalı rujlar sürerdik !
Akut kanamalı kalplerimizdeki boş damardı zaman !
En az güvercinler,serçeler kadar ürkektik
Arardık celladımızı !
Yüzümüzün saklı olduğu aynaların sırı çözülmüş sırtında izimiz var sanıyorduk hâlâ
İzi var sanıyorduk o karla kaplı vadinin alçak gönüllü dilek ağacının kollarında
Ömrümüz boyunca biriktirdiğimiz rengârenk çaputlar,hatıralarımızdı en büyük ganimetimiz...
Çürüyecekti evimiz !
İnce belli cam bardaklarda içilen tavşan kanı çay demindeki ışıklı geçmişti zemheri anı usumuzun pususunda canlanan !
O fotoğraftaki gülen yüzlere paha biçemiyordu Tanrı !
Düş su geçmişin yadigârında geyik ve nehir ve o soğuďun gözlerindeki beyaz yaz ,orada olmamalıydı
Yeşil şu renkli firuze ve heybetli taşları ormanın ! Öylesine parlak ! Camdan kalp bu ! Kırılacak !
Meşe ağaçları yeşil capcanlı bir peri masalı vaade ediyordu her seferinde !
Göz göze geldiğimizde
Ve O
Uyandığında o yalnız kulübede
Rüzgarın sessiz ninnisinde büyütürken gölgesini
Her şey her şey yalan oluyordu !
Her şey bir gölge oyunu
İşte o zaman anlıyordu güneşin uykusunu
Kışın çığ gibi büyüyen soğuğunu ısıtan parmaklarını
Üşüyen parmaklarını !
Damarlarındaki kanı
Hançerdeki katilin yalnız evindeki vakur bekleyişini o zaman anlıyordu !
Korkuyordu ölmekten
Her an ölürken
Yaşama borçlu
Tanrıdan alacaklıyken
Bekliyordu !
Kalbinin tütsülenmiş
Kırık kanadında gölgeleniyordu gölge
Aşksayacaklardi insanlar kendilerinden uzak bırakılanı
Biliyordu
Koca avlu koca bir boşluk olarak kalıyor,yorgun gökyüzü sırtında taşıyordu Tanrıyı !
Ölü diye bildiğimiz güvercini
Güvercin masalını
Güvercin kanadında sakladığımız incisini istiridye kabuğunun
Bir tek O biliyordu
Topal sandalyelerin gevezeliğindeydi yeniden doğmalarımız !
Yeniden ölmek gibiydi kanatsızlığımız !
Topraksa inanılmaz bir gelgitti ay gölgesinde
Islak zaman ışığı
kış güneşinde kurutulurdu
Bir reenkarnasyon ritüelinde bilge bir gülümsemeyle bana bakan bir ağaçla göz göze ölürdüm! Ölecektim !
Kim bilir kaç kez doğmuştum bir kuşun yamacında
Kim bilir kaç kez ölecektim o kışın kanatlarında
O çınar gövdesi kovuğumuz
Olmuştu
Büyümeyi bildiğimizi zannettiğimiz zamanlardaki kokuyu kokladık
Ve yürümeyi unuttuğumuzun korkusunda ilerledik
Zaman içre bir girdabın deviniminde
devirmiştik ovaya dökülen kum dolu paslı su ile yıkandığımız kuytusuz boşluğu...
26 Aralık 2016