- 294 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bozgun
"Bozgun" Romanı Üzerine Değiniler
"Bozgun" romanı Yazar Sinan Ayhan’ın son iki yılda okurlarıyla buluşturduğu yedinci kitabı. Yazarın edebi serüveninin şiir, öykü, deneme ve daha çokta roman üzerinde yol aldığını görmekteyiz. İki yüz elli sayfa hacmindeki eser, Kasım 2022’de okurla buluşturulmuş. Roman; Kaza, Suikast ve İtiraflar bölümlerinden oluşmaktadır. İlk bölüm, atölye çalışmaları şeklinde ilerlemektedir. İkinci bölüm daha çok metamorfoz olgusu üzerinden yol almakta, devamında nesnelerle eşyalarla kurulan bağla birlikte gazete, dergi çıkarma olayı üzerinden serüven devam etmektedir. İtiraflarla da "Duvarcılar Pasajı" metaforu işlenmekte ve bu konu üzerinden konu ele alınıp sonuca ulaşılmaktadır. Yazarın eserlerine ve edebi anlayışına bakışını yine yazarın kendi cümlelerinde görmekteyiz. "Ben okumayı Nietzsche ile başladım. Benim alfabemdir. Nietzsche... Bana söylenen şey, ne tuhaf yazıyorsun, konuşuyorsun, düşüncelerin ne garip gibi ifadeler oldu" (sayfa 123)
Felsefi açılımı, eğilimi olan romanda olay kurgusu, çok bildiğimiz roman türlerinden daha farklı işlediğini görmekteyiz. Roman başkahramanının kendi içine yolculuğu ve nesnelerle arasındaki bağı, iletişimi; mekânlar ve haleti ruhaniyesi üzerinden ele almaktadır. "Amacımız benliğin derinliklerine inmektir" (sayfa 52) ifadesiyle bu bakışını serimler. Romanda olay anlatımı daha çok birinci tekil şahıs üzerinden ilerlemektedir. Roman başkahramanı yanında Mehmet Hasret, Emir, Şeref, Sinem, Gülperi, Ahmet Vasfi gibi isimleri görmekteyiz. Hayalperest bir karakter olan Mehmet Hasret karakteriyle geniş bir hayal çerçevesi çizilmektedir.
Bulantı hissinin çeşitli varyasyonlarının verildiği, irdelendiği anlatımların yanında eserde ilginç bölüm başlıkları da dikkat çekmektedir. "Ölü Giydirme Atölyesi, İşgal Kuvvetlerine Direnen Koltuk Takımları, Bir Karakter Alana Diğeri Bedava, Kötülüğün Sosyete Atölyesi" gibi. Başkaca bu durumu içerikte de görmek mümkün. "Ezik Kalp Doktoru, Kaybedenler Kulübü Birahanesi, Korsan Gözlüğü Takanlar Bankası" gibi çoğaltabiliriz. Bu başlıklar ve içerik başlı başına okurun dikkatini celp etmektedir. Böyle ayrıntılara temas edildiğini gördükçe, herhalde hiçbir yazar bu konulara değinmemiştir hissiyatı uyanmaktadır.
Sartre’nin, ‘Bulantı’ romanından alıntı bir pasajla, romanın şekillendiğini görmekteyiz. ’Bulantı’ romanındaki olay örgüsüne, içeriğe göndermeler yapılarak Bozgun ’un konusu işlenmektedir. Daha çokta Sartre’nin en temel şey olarak nitelendirdiği ‘bulantı’ metaforunun baz alındığını başka bir ifade ile tekraren söyleyebiliriz. Dünyamızda, hayatların turmullarına işleyen kirli ve pisli aktiviteler hayatiyetini sürdürmektedir. Sertliklerle değişmeyen hoyratlıkta çok etmenler var olmakta maalesef.
Yazar; “bulantı” metaforunu kayda değer bir duygu ve keyfiyet olarak da nitelendirilir. Bu bahse bir açılımda bulunarak yazar şunları söyler. “Sartre’nin ‘Bulantı’ romanı ile birlikte işaret ettiği Artaud, Genet ve bütün diğer varoluşçular beni çekiyordu; üstelik ben varoluşçuluğun ıskalanmış bir keyfiyet olduğuna çoktan karar vermiştim bile" (sayfa 124) diyerek edebiyata, sanata ve dahi hayata bakışını serimliyor bir yerde. Bu varoluşçu felsefeyi yine, yazarın perspektifinde açacak olursak; "...Varoluşun kurcalandığı peliküller... Nesneler, olaylar ve biz denilen zemin kâh bulantı üzerinden, kâh karamsarlık, kâh tepkisizlik, nihilistlik üzerinden, kâh bunların türevleri üzerinden bir hayata dönüştürülüyor, onlardan kurgusal bir hayat yapılıyor ve sonra görüntü kümeleri seyrediliyor" (sayfa 5) şeklinde tafsilatlı bir şekilde açılımda bulunur ve daha çok da varoluşu bir sancıdan ibaret olarak görür.
"Filozof olmazların adamıdır: kendini değil de menziller üzere düşünce ve fikirleri yürütür, bir soyutluk gezginidir o..." (sayfa 233) bakış açısındaki yazar, diğer kitaplarında da olduğu gibi Sartre ve Rimbaud başta olmak üzere, Kant, Hegel, Camus, Aragon, Lorca, Kavafis, Neruda, Kafka, Puşkin, Gogol ve bizim değerlerimizden olan Mevlana, Şeyh Galip, Ahmet Hamdi, Peyami Safa, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi isimlere göndermelerde bulunur. Hayalindeki bu serüvende; “Homer’e limuzin, Diogenes’e yazlık ev tahsis ettim. İskender’e kemik yedirip evlerin önüne bekçi köpeği yaptım. Proust’a spikerlik eğitimi, Sokrat’a bilgisayar dersleri aldırttım. Kleopatraları takma saçlı, Sezarları ve Brutusları eli bıçaklı çizdim. Kimse kiraladığım ruhların gerçek yüzlerini görmesin diye Duvarcılar Pasajına ayak bastım…” (sayfa 250) Fantastik örgülerle çevrelenmiş hayalinde geniş bir portre çizmektedir.
Roman içeriğinde felsefi yaklaşımlarla birlikte birçok alanla ilgili tespitlerde bulunulmaktadır. "Yerçekimi hâlâ var ve hâlâ maddesi olan ruhları süründürüyor. Benliğimin sürgün mekânını boyutlandıran bu mıknatıs hâlâ baş belası" (sayfa 7) Burada eşya ve nesne; yerçekimi ile aralarındaki bağa vurgu yapılmaktadır. Mesela başka bir yerde ölüm şu şekilde betimlenir. "Cansızlık ölmemek için yeter şart değil, düşünürsek... Bozulan bir şey varsa ortada, ölüm de vardır orada./.../Ölüm, yüzden başlar önce giyinmeye. Gerisi büsbütün sayıklayış... Ölümün sığacağı bir gardırop yoktur" (sayfa 12) Son olarak hayata dair bir bakışı buraya taşıyalım. "...Hani bana bulaşmayın, yoksa yoksa fena olur; der gibi korkutuyorum. Hiçbiri karşılık veremiyor, diklenemiyor nedense. Bir kere kötülüğü örtündün mü, sanki kolaylaşıyor hayat; sen onlara sataştıkça bir adım bile gelemiyorlar üzerine" (sayfa 15) Bu felsefi yaklaşımlarda her bir olayın, olgunun ve kişiliğin ayrı ayrı giriftliğine vurgu yapılmaktadır.
Yazarın nesneye, eşyaya bakışını şu şekilde özetlemektedir. "Nesneleri tel örgülerle çevreleyen, sonra onları adamakıllı eğip büken, kırıp döken, un ufak eden; zamana ve mekana çöl kumları gibi serpiştiren biziz, bu bizim iyilik tohumumuzdur herkese yeter... Çöl... Duygusuzlukları üstümüzde mücevher gibi taşıyan, her çirkefliği pırlanta kadar kendimize yakıştıran yine uslanmaz tarafımız, yine biz...” (sayfa 221) Bu anlatımlarla birlikte edebiyata, kalıplaşmış anlayışlara karşı eleştirilerini de yapar yazar. "Neden ideolojilere kışlıklar giydiriyoruz ve neden siyasi olmayan, sanatla beslenmiş estetik bir yorumu illaki siyasallaştırıyoruz; kendimize ölüp girişlerden kuklalar yapıp onların anılarını harcıyoruz; hayali fikirlerin bütün takınaklarını kartondan adamalara geçirip bir arenada tokuşturup, sonra da zayıflayan bu görüntüleri aslanlara atıyoruz. Kelle almaktan neden bu derece keyif alıyoruz..." (sayfa 171)
Son tahlilde, bir zerreye, bir hücreye koca bir âlem sığdırılmasıyla eşya, nesne ve ruh teması oluşmaktadır. Farklı fikirler serdeden bu anlatımları yazarın kendi potasında eritip cevhere ulaşmayı hedeflediğini görmekteyiz. Şekil ve nesne ile başlayan olguların aslını bulmasına yönelik bir girift hale yöneliş olmalı. Arketipi işleyip tenör oranını artırma veya cevherleşmiş malzemenin ilk ham haline dönüşün bir tasavvuru olmalı belki de... Yansıtıcıları aradan kaldırıp asıl kaynağa ulaşmak kadar saf, daha çokta fantazmagoryayı devre dışılık... Roman içeriğinin, muhteviyatının ve amacının ele alındığı, yazarın sözüyle yazımı nihayete erdireyim. "Baştan beri hiçbir karesini hariç tutmadan, anlattıklarımın bir kurmaca, bir düzenbazlık tablosu olduğunu itiraf edebilirim. Günahkâr olanı kınamayan mı var... Zaten umurumda değil; benim hoşuma giden de ayrı kefeye koymak... Görüntülerle paylaşma; renkleri, ışıkları uzak diyarlara aynıyla yansıtma kurgusu... Sabitleşen her çatlağa, kırılmaya ve patlağa bir ayna koymak suretiyle çok yüzleşen bir düzeneği yürürlüğe koyma, yasalaştırma, daha başka özel bir ismi yoktur bunun" (sayfa 217)
İlkay Coşkun
25.12.2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.