- 323 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beðeni
WÝLLÝ’NÝN AÞKI
WÝLLÝ’NÝN AÞKI
Bardaktan boþanýrcasýna yaðmur yaðýyordu. Sokaklarda kimsecikler görünmüyordu. Belediye otobüslerinin tekerlerinden kaldýrýmlara sel sularý sýçrýyordu. Þoförler, otobüs duraklarýna yaklaþtýklarýnda yavaþlamalarýna raðmen, orada bekleyen yolcularý, otobüsün tekerlerinden sýçrayan sularla ýslatýyorlardý. Tramvay ve otobüslerin içleri yolcularla pek dolu deðildi. Böyle yaðýþlý havalarda yolcular, genellikle taksileri tercih ediyorlardý.
“Acaba” dedim “ben de mi bir taksiye binsem?” Böyle bir havada otobüs duraðýna kadar yürüsem; hatta, elimde þemsiye bile olsaydý, yine ýslanýrdým. Aslýnda bugün ýslanmaktan korunmam gerekiyordu. Çok özel ve güzel bir randevum vardý. Merak ettiniz deðil mi? Acele etmeyin lütfen hemen sizlere söylemem: Gerci sizlerden hiç bir sýr çýkmaz ama iþin heyecaný kaçar.
Sabahtan beri bu randevu için hazýrlýk yapmaktayým. Saçý sakalý düzeltip bir güzel duþ aldým. Özel günler için sakladýðým elbiselerimi giyindim. Yýllardýr kullanmadýðým kravatýmý taktým. Her bir þeyi giyindikten sonra aynanýn karþýsýna geçip, tepeden týrnaða aynadaki görüntümü izledim.
Aynaya bakarak bilhassa yüzümün görüntüsünü seyredip; diþlerimi gösterip “maþallah” diyerek sýrýttým. Bir de sol kaþýmý havaya kaldýrýp, kendi kendime sinirlenip kýzdým. Haa! Neye mi kýzdým; geçen sene berber, “kaþlarýn uzamýþ” deyip “þýp” diye cevabýmý beklemeden sol kaþýmý kýsaltmýþtý. Mübarek saçýmdan daha hýzlý uzuyordu. Yani sizin anlayacaðýnýz sað kaþým kýsa, sol kaþým ise kýsa zamanda sincap kuyruðu gibi oluyordu. Neyse deyip kendimi teskin ettim. Bu sinirlenmelerin ardýndan da “Oldu bu iþ!” deyip gülümsedim.
Artýk benimde bir sevgilim olacaktý... Ben de onunla buluþup, görüþebilecek ve sohbet edecektim. Bugüne kadar böyle bir arkadaþým olmamýþtý. Nasýl olsun caným? Onuncu sýnýftan çýkar çýkmaz, babam elimden tutup, çalýþtýðý yere götürdü. Ustabaþý (Meister) Hans’a;
“Al bunu da! Burada bir meslek öðrensin!” dedi. O da; elime bir kaç kaðýt verdi. Önce okuyup, sonrada düþüne düþüne doldurmamý söyledi. O kaðýtlarý, o hafta arkadaþlarla doldurmaya çalýþtýk. Eksik olan yerleri de mahallenin bir bileni olan Yamuk Osman ile köþedeki kahvede çay ýsmarlayarak tamamladýk.
Meister Hans, kaðýtlarý aldý. Yanýmda a’dan z’ye kadar inceledikten sonra; “Oldu bu iþ!” deyip, yapacaðým iþleri ve oradaki elbise dolabýmý gösterdi.
Bir hafta sonra hem iþ, hem de meslek öðrenimine baþladým. Hiç ummadýðým þekilde hayat baþlamýþtý. Gerçekten zordu. Okul günlerimi arar oldum. Ara sýra “Keþke” diyordum; daha önceleri derslerime iyi ve düzenli çalýþýp da okula devam etseydim diye ara sýra kafama elimle vuruyordum. Bazý arkadaþlara uyup; yok caným, kendimde tembellik ederek derslerime düzenli çalýþmamýþtým... Arkadaþlarýmýn düzenli çalýþýp dersleri iyi olanlar okullarýna devam ediyordu. Bazen onlarla hafta sonlarýnda buluþuyorduk. Genellikle takýmlardan, maçlardan, atýlan gollerden konuþuyorduk. Söz okul hayatýna gelince onlara; “Arkadaþlar derslerinize güzel çalýþýn! Ýþyerlerindeki durum çok zor!” demek istiyordum.
Fakat, böyle bir cümle dilimin ucuna kadar geliyordu ne yazik ki, söyleyemiyordum. Onlardan birisi; “Hadi oradan inek! Bak ne güzel çalýþýyorsun. Hem iþin var, hem de cebin para görüyor! Daha ne istiyorsun be?” der diye çekiniyorum.
Yahu biz böyle bir düþünceye nasýl geldik. Aaa! “Ülen oðlum! Sen gerçekten bir ineksin! Cebinde paran var. Niçin bir taksi tutmuyorsun?” diye mýrýldandým.
Cep telefonumu çýkardým. Taksi çaðýrma numaralarýný çevirdim. Oradaki konuþana evin adresini verdim. Beþ dakika sonra taksi geldi. Fazla ýslanmamak için koþar adým taksiye gidip, ön koltuða oturdum. Taksi þoförü beni þöyle bir süzdü. Ben de ona bakýnca; bir de ne göreyim. Bir kadýn þoför. Vallahi þaþýrýp kaldým. Otuzuna merdiven dayamýþ güzel yüzlü sarýþýn bayan;
“Nereye gitmek istiyorsunuz?” diye sorunca;
“Nereye gideceðimi unuttum” dedim. Ardýndanda;
“Nereye olursa olsun!” dedim. O da þaþýrdý: “Peki öyleyse” deyip taksimetreyi açtý. Hiç bana bakmadan þehir merkezine doðru taksiyi sürdü. Ben yine göz ucuyla ona bakýyordum.
Hiç göz ile görmediðim, sadece telefonda sesini duyduðum bir kýz ile randevum vardý. Nerede buluþacaðýmýzý unutmuþtum. Ah bir aklýma gelse hemen söyleyeceðim. Sarýþýn bayan þoför tekrar sordu;
“Nereye gideceðinizi hatýrladýnýz mý?” “Hayýr!” der gibi baþýmý salladým.
“Gideceðiniz yerde ne yapacaktýnýz?” diye sordu.
Utancýmdan kýpkýrmýzý oldum.
“Söyleyemem!” dedim.
Herhalde bayan þoför, randevu evi gibi bir yer zannederek bana dönüp;
“Özür dilerim . Ben o anlamda demek istemedim. Olur ya hasta ziyareti ya da cenaze merasimi gibi filan!”
“Aman Allah korusun! Hasta ziyaretini pek sevmem. Orada herkes üzüntülü oluyor. Hele cenaze töreni... Hem ben daha çok gencim. Öyle deðil mi?”
Sarýþýn þoför bayan;
“Hem gençsiniz, hem de yakýþýklýsýnýz” der demez benim sinirli ve gergin halim yerini yamuþaklýða býraktý. Gevþedim. Rahatladým. Ýþini iyi bilen sarýþýn þoför, tam Mc Donald’ýn önünden geçerken;
“Bayan arkadaþýnýz ile buluþmaya” der demez mevzuyu hatýrladým. Elim ayaðým birbirine karýþtý.
“Hah! Evet bir kýz ile buluþacaðýz!” diye haykýrdým.
Þehir merkezinde ikinci turu atarken bayan þoför;
“Nerede buluþacaktýnýz?” diye sordu.
“Ýþte onu heyecandan unuttum” dedim. Gerçektende bu güzel þoförü görünce nerede buluþacaðýmýzý unutmuþtum.
“Hofgarten’de olmasýn?” diye sordu .
“Hayýr! Hofgarten’de deðil!”
“Altstadt?”
“Orasý da deðil!”
“Seni bekleyen kýz güzel mi?”
“Onu da bilmiyorum.”
“Bilmiyorsun ama randevun var?”
“Evet!”
“Nasýl olur?”
“Hiç görmedim de.”
“O halde nasýl tanýþtýnýz?”
“Gazetede ilanýný bulup, telefon ettim.”
“Deseniz ya! Teknolojik bir aþk...”
“Öyle bir þey!”
Bir ara taksimetreye baktým. Hesap bir hayli yüksekti. Bu arada yaðmurda yavaþlamýþtý. Çarþýdaki Mc Donald’ýn önünden üçüncü geçiþimizdi. Telaþlý telaþlý sarýþýn þoför bayana dönüp;
“Durur musunuz lütfen!” deyip Mc Donald’ýn köþesinde taksiden inmek istedim. Yüksek bir yolculuk bedelini öderken sarýþýn þoför bayan, sanki yolunacak bir kaz bulmuþ gibi gülümseyerek;
“Delikanlý hoþuma gittin. Al benim kartvizitimi, eðer benimle buluþmak istersen beni ararsýn!” dedi.
Ne yalan söyleyeyim kadýn biraz kart ama olsun. Kadýn kadýndýr. Hem güzel ve bakýmlý. Þoför bayanýn uzattýðý kartviziti aldým. Ben de bir aðalýk yapýp paranýn üstünü bahþiþ olarak ona býraktým... Bahþiþin yüksekliði içime oturdu ama oldu bir kere…
Mcdonald’s doðru yürürken birden aklýma geldi.
”Üle biz Mcdonaldda buluþacaktýk ya! ...” diye söylendim.
“Randevu saatini bir çeyrek geçirmiþtik ya... olsun! Belki bekliyordur..’’ diye düþündüm.
Nasýl iþaretleþecektik... Kucaðýnda mý, yanýnda mý bir köpek olacaktý... Benimde elimde bir kitap ve güzel bir gül olacaktý. Bereket ki, onlarý takside unutmamýþtým.
McDonalds’dan içeri girmeden ceketimi, yakamý, paçamý düzelttim. Görünsün diye gül ile kitabý sað elimle alýp, önümde tuttum. Ardýndanda kapýyý açtým. Salonun ortasýna gelir gelmez biraz duraklayýp kendi eksenim etrafýnda bir daire çizdim.
Sað tarafta küçük köpekli yaþlý bir kadýn, köpeðiyle konuþuyordu. “Bu olmaz!” diye söylendim. Köþedeki masada iri köpekli bir genç kadýn vardý ama yanýnda biri sarýþýn, birisi de Afrikalýlar gibi koyu derili bir çocuk da vardý. Bu iki çocuk hamburger yiyordu. “Bu hiç olmaz!” deyip tam geri dönecektim ki, o çocuklu kadýn bana el salladý.
Ýster istemez onlarýn yanýna gittim.
“Ben Sandra!” deyip elini bana uzattý. Toka ettikten sonra söyle bir baktým.
Maþallah oturduðu koltuðu doldurmuþtu. Hatta saðýna soluna taþan yerleri de vardý. Kendimi tanýttýktan sonra tam onun karþýsýndaki sandalyeyi çekip, oturacaktým ki, sarýþýn çocuk;
“Oraya oturma! Orasý Clinton’ýn!” diye baðýrdý.
Ben de;
“Clinton’da kim?” der gibi Sandra ya baktým.
O da;
“Kusura bakmayýnýz. Tanýþtýrmayý unuttum” Önce köpegi gösterip; “Bu Clinton, Biraz hovardadýr. Onun için ona bu adý verdik” deyince köpek Clinton, bana bakarak gülümseyen bir þekilde hýrladý. Ben de ona;
“Köpek Clinton, tanýþtýðýmýza memnun oldum” der gibi baþýmý salladým. Ardýnda bir müddet ayakta durduktan sonra eðreti biçimde yan masadan bir sandalye çekip masanýn ucuna iliþtim.
Sandra, ben oturduktan sonra masada bulunanlarý bana, teker teker izah ederek tanýtmaya devam etti. Zayýf ama yedi sekiz yaþlarýnda olan kývýr kubur saçlý çocuðu göstererek;
“Bu ilk çocuðum Marcel. Babasýyla Köln’de karnavalda tanýþmýþtýk” der demez Marcel bana bakýp gülümsedi. Ýçimden “karnaval hatýrasý” deyip gülümsedim. Aðzýnda hamburger parçasýyla bana zor bela “Hello” deyip, kafasýný eðerek patates kýzartmasýndan bir tane alýp, kalýn dudaklarýný aralayarak aðzýna soktu.
Sarýþýn çocuðu iþaret eden Sandra;
“Bu da Amerikalý arkadaþým Robert Braun’dan. Ta Amerika’dan buraya Almanya’daki yabancý iþçiler hakkýnda inceleme yapýp, doktora çalýþmasý için gelmiþti. Burada Ýtalyan, Yunan, Ýspanyol, Portekiz, Yugoslav kökenli iþçilerin dini ve kültürel geliþmeleri hakkýnda araþtýrmalar yaptý” der demez ona;
“Almanya’da en büyük yabancý iþçi topluluðu Türkler deðil mi?”
Sandra, bir müddet soluklandýktan sonra;
“Türkler Müslüman olduklarý için, Batý Uygarlýðýndan deðiller. Robert, temelde Batý Kültürü ve Medeniyetinden olan misafir iþçileri incelemeye gelmiþ. Üç sene burada beraber kaldýk ama birbirimizi çok sevdik. Bu altýn saçlý çocuðun babasý Robert iþini bitirince bundan beþ sene önce Amerika’ya döndü. Orada eserini yayýnlamýþ ve Kiliseler Birliði, bu eserinden dolayý ona ödüller vermiþler. Son görüþmemiz üç sene önce olmuþtu. Þimdi baðlantýmýz yok ve nerede olduðunu da bilmiyorum. Oðlum Georg, bu sene yedi yaþýna girecek” dedi ve sustu.
Konu beni çok rahatsýz etti. Yüzüm buruþtu. Sandra, Clinton adlý iri köpeðinin boynunu sývazladý. Bu arada parmaklarýnýn ucunu gördüm. Her týrnaðýnýn üzeri ayrý bir renkteydi. Georg bana dönüp;
“Senin adýn ne?” dedi. Ben de;
“Veli” dedim.
Marcel ile Georg gülerek;
“Aaaa! Willi! Bize Willi amca olur musun” diye sordular.
Boþ bulunup kafamý salladým. Sandra ile internet vasýtasýyla görüþürken; adresimi de söylemiþtim. Ah kafam ah! Ben ne yapacaðým þimdi? Neyse bir yol bulup bu iþi halletmem lazým. Bu arada Afrika kökenli çocuk yanýma gelerek; üstü siyah içi kýrmýzý eliyle omuzlarýma vurarak;
“Willi Onkel, bize köfte sucukla mangal yapar mýsýn?”
Daha ben cevap vermeden Georg’da;
“Willi Onkel, bana da schaschlik (þiþ kebap)” der demez, Sandra;
“Willi, kaç yaz geçti. Bize bir mangal yapan olmadý! Ne olur” deyince; bir saða bir sola baktým. Pencereden bakýnca komþumuz Metin’in bize doðru geldiðini gördüm. “Hapý yuttum” deyip kafamý öbür tarafa çevirdim. Baþýmý “Tamam” der gibi salladým. Hemen yerimden kalkýp “tuvalete” deyip oradan ayrýlmak için ayaða kalktým. Ben tuvalete doðru giderken Sandra, arkamdan;
“Willi, bu hafta sonu sizin eve geliriz ve oradan mangal için Rhein Nehrinin kýyýsýna” diya baðýrýyordu. Artýk tuvaletlerin bulunduðu bölüme girmiþtim. Olmayan tuvaletim için biraz oyalandým. Bir çeyrek üstünde vakit geçirdikten sonra tuvaletten çýkan kalabalýða karýþarak dýþarýya çýktým. Giriþ kapýsýndan çýkarken Marcel ve Georg hamburgerini ýsýrýyorlardý. Sandra da böldüðü hamburgerinin bir parçasýný köpek Clinton’ýn aðzýna sokuyordu.
O günden itibaren internete pek fazla girmedim. Sandra’nýn olabileceði yerlere, çocuk parklarýna, köpek gezdirme yerlerine hatta ilkokullarýn olduðu semtlere uðramýyordum. Bundan üç hafta önce bizim mahalleye iri köpekli, iki çocuklu þiþman bir Alman kadýnýnýn gelip “Onkel Willi Koban” diye birini sordu diye bana da söylediler. Onlar da mahallemizde “Willi Koban diye biri oturmuyor” demiþler. O güne kadar Veli Çoban olan ismimin Almanca söyleniþi beni kurtarmýþtý.
Dün iþten çýkýp tam mahalleye girerken, bir de ne göreyim. Sandra ve iki oðluyla beraber Clinton beni arýyorlardý. Köþedeki küçük mescidin önünde içerden çýkan yaþlýlara bir þeyler soruyorlardý. Hemen küçük bakkal dükkanýna girdim. Orada oyalandým. Bir gözümlede onlarý izliyordum. Bir müddet sonra Sandra ve takýmý mahalleden ayrýlýp gittiler.
Rahat bir soluk aldýktan sonra bakkaldan bir þeyler alýp, baþýmý yere eðerek evimize girdim. Anamý selamlaþtýktan sonra akþam yemeðinden önce internette girdim. Hemen Chat odasýný açtým. Sandra oradaydý. Onu sohbete çaðýrdým. On aylýðýna Münih tarafýna mesleki bilgimi geliþtirmek için kursa geldiðimi söyledim. Bu olaydan sonra iki aya yakýn amcalara gidip onlar da kaldým. Ara sýra mahalleliye aðýz arayarak benim durumu soruyordum. Bu arada Sandra boþ kalacak deðil ya; takip edip duyduðuma göre Hindistanlý birini bulmuþ. Ben de rahat ettim.
Geçen hafta Südparkta gezerken yanýma birden iri bir köpek geldi. Birden gelince ben de korktum. Köpek iri bir þey ama gelip paçalarýmý kokluyordu. Sanki ben ona tanýdýk gibi gelmiþtim. Dikkatli bakýnca bu köpek Sandra’nýn Clinton adlý köpeðiydi. “Hapý yuttuk” derken Sandra, iri bir Hindistanlýnýn koluna girmiþ; bulunduðum yerden geçiyorlardý. Sandra, beni gördü ve çaktýrmadan hafif gülümseyip çekip gitti. Marcel ile Georg bir kaç metre geriden gidiyorlardý. Beni gördüler ama tanýmadýlar. Hayret köpek Clinton da sanki bana bir þeyler olmayacak der gibi kuyruk salladýktan sonra çocuklarýn arkasýndan koþup gitti. Çok þükür Willi’nin aþký böylelikle kapanmýþ oldu.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 26.03.2012
(Ah Bir Zengin Olsam)