- 448 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
CANIM KARDEŞİM
CANIM KARDEŞİM
Beden olarak aramızdan ayrılalı 33 sene olsa da her daim yüreğimde yaşamaya devam ediyorsun.
Senin gidişinle kalmayıp gittikten sonra neler yaşadığımızı anlatmak, seninle dertleşmek geldi bugün içimden.
Sisten önünü göremeyip de sollarken carpıştığın için canından olduğun yetmezmiş gibi trafik polisleri 8/8 seni suçlu buldular.
Daha acımızı bile yaşayamadan ertesi günü İzmir’e kaldırılan yaralılarla uğraşmak zorunda kaldık. Çarpıştığın kamyon sahipleri şikayetçi oldular, onlara dünyanın tazminatını ödedik.
Bir tanecik kardeşim gitmiş, otobüsün canı cehenneme diye düşünürken, daha önce hiç tanışmadığımız ortağın çıkageldi evimize;
- Bu şekilde satılırsa hurda fiyatına gider, benim ekmek teknem o, tamir ettirelim, biraz daha çalıştıralım da ondan sonra diğer yarısını da devralayım deyince mecburen tamirciye verildi, vergi dairesine de bildirildi.
Otobüs tamirden çıkıp da çalışmaya başlayacağı zaman babam, kayın baban, kayınların ve eşin hepbirlikte vergi dairesine giderler, arabamız çalışmaya başlayacak diye bildirmeye.
Otobüsün sahibi sen ve ortağın iken, ortağın, eşin ve iki çocuğun olmak üzere dörde çıkınca, "kişi başına ayrı vergi alırız" derler vergi memurları.
Babam da eşine, "bana vekalet ver de çok vergi ödemeyelim" önerisini sunar ortaya.
Kayınbaban ve kayınların da, "o zaman kızımıza 50000 tl senet ver, araba senin olsun " deyince;
Babam eşini kenara çekip, "Kızım senin işini biz mi, yoksa babanlar mı bilecek, sen bilirsin baba dersen oğlumun yerini tutamasam da başıma taç ederim seni, biraz çalışınca satarız ne isterseniz alırız, işimize, gücümüze bakarız, ama babam ve abilerim bilecekler diyorsan sen bilirsin, ben senet falan vermem " der, bir türlü anlaşmaya varamazlar, ertesi günü eşin çocuklarıyla birlikte babasının evine gider, acımız bir iken dörde katlanır.
O zamana kadar bize hiç sevgisini göstermeyip de torunlarını tepesinde gezdiren, seni kaybedince bile "allah verdi ailah aldı, demek ki benden daha çok seviyormuş" diyerek kendi kendini teselli ederek ağlamayan babam, torunlarını da kaybedince ilk defa hüngür hüngür ağladı.
Biliyorsun kayınbabanların evi bizim eve çok uzak. Anacığım her hafta gider anneannesinin hazırladığı çocukları alır gelir, akşamına da geri bırakırdı. Bir gün onunla birlikte ben de gittim. Kayınvaliden dedi ki; "keşke sizin oğlunuz öleceğine benim kızım ölseydi, neler çektiğimi sizlere anlatamam, oğlanlarımın çocuklarıyla kızımın çocukları kavga ediyorlar, ne huzurum kaldı ne düzenim, hangisinden taraf olacağımı bilemiyorum" dayanamayıp bir sene sonra o da gitti kara toprağa, eşin de annemlere kızdığı için çocukları vermek istemedi. Sonra mahkemeye başvurup onbeş günde bir görüşme izni aldık. Anacığım onbeş günde bir getir götür getir götür yoruldu en sonunda almayı bıraktı. Okula başlayıp da orada görünceye kadar.
Ben uygun oldukça her daim gittim görmeye.
Çocukların herikisi de çok zekilerdi de benim sözümü dinlemeyip, kızını ticaret lisesine, oğlunu da imamhatip lisesine verdikleri için bir meslek sahibi olamadılar yazık ki.
"Mum dibine ışik vermez " diye boşuna dememiş atalarımız. En büyük yaramdır şu hayatta en yakınlarıma söz geçirememek, faydalı olamamak. Derya deniz de olsak, almak istemeyene söz geçirmek deveyi hendekten atlatmaktan daha zor bu toplumda.
İyi ki malları mülkleri var da çiftçilik yaparak yaşamlarını sürdürüyorlar, kimseye muhtaç değiller.
Eşin, cahilliği yanısıra çok çalışkandı. Otobüsün yarısını ortağına satıp beş dönüm üzüm bağı satın aldı. Dokuz dönüm de babam verdi, kendi babasından da kaldı. Gencecik, yirmibeş yaşında dul kalmasına rağmen hiç evlenmeyi düşünmeden canla başla çalıştı, iki katlı ev yaptırdı, araba, traktör aldı, tam rahat edeceği sırada bir sene önce yine Aralık ayında corona illetinden dolayı sana kavuştu.
Anasını daha nişanlıyken kaybedip babasını iki kez evlendiren, kendisinden önce dört erkek kardeşini, genç genç yeğenlerini, yetmezmiş gibi bir de seni kaybettikten sonra türlü hastalıklara yakalanan anacığım ise, senelerce yatalak yaşayıp en sonunda alzheimer’a yakalandı da beni bile tanımadı.
Yirmiiki senesi sürekli, emekli olduktan sonra da sık sık değişik hastahanelerde ömrünü geçiren, sanki dünyaya hasta bakmaya gelen ben ise;
Anacığımı da senin yanına gönderdikten sonra, biraz da kendime zaman ayırmak için çocuklarımın da önerisiyle sahil kasabası olan Dikili’ye yerleştim.
Artık babama da bakacak gücüm kalmamıştı çünkü. O’nu da madur etmedim. Evini, ölünceye kadar bakım karşılığında iyi bir aileye verdim. O evi kiraya verdiler, hepbiikte benim evimde oturuyor ve çok güzel bakıyorlar. Ben de arada gidip geliyorum yanlarına.
Durum bunlardan ibaret işte canım kardeşim, dünya han, bizler yolcu.
Bu handan geçmeyen, yolun sonunu görmeyen, evrenle bütünleşip sonra da dönüşüm zincirine katılmayan olmayacağını bile bile birbirimizi yiyip bitirmeye devam ediyoruz toplum olarak senin anlayacağın.
Arkasında sevgiye dair izler bırakabilenlere AŞK olsun...❤