- 379 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ayıların Marifetleri (!)
Bazı canlıların yaratılışları efsanevi biçimde anlatılır. Gerçi biz Âdemoğullarının semavi dinlerce birbirleriyle örtüşen yaratılış olayının gerçekliği inananlarca su götürmez. İnsanın yaratılış öyküsü Havva annemizin Âdem babamıza yasak elmayı yedirmesi ile başladığı kutsal kitaplarda anlatılır.
Yer karası üzerinde kendi cinsine acımazca davranan insan denen mahlûk olan bizlerin yaratılış olayını bir tarafa bırakıp annemin biz çocuklarına anlattığı ayıların nasıl yeryüzüne boy gösterdiği masalımsı öyküsünü dinleyelim. Annem okuma yazma bilmeyen Anadolu’nun bilge kadınlarının canlı bir örneğiydi. Nice kıssa ve masal bilirdi. Bilge tavırlarıyla anlatılarını can kulağıyla dinler düşün dünyamız zenginleşirdi. Uzun kış gecelerinde odamızı ısıtan sobanın yakınında dizilip annemi dinlerdik bir sözünü dahi kaçırmamasına.
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı sözlerine annem. Çok eskiden zengin mi zengin bir adam varmış. Adamın koyun sürüsünün sayısını en acar çobanları bile bilemezmiş. Adı Ali’ymiş bu zengin adamın. Sadece sağılan koyunlarını üç çoban güdermiş. Kuzu ve koçları da ayrıca üç çoban otlatırmış. Bir çoban da sürünün bekçileri köpeklerin yallarını pişirerek sürünün her yıl sayısının artmasına katkı sağlarmış.
Günler geçerken mayıs sonu yaklaşmış. Çobanlar yayla eteklerinde konaklamışlar. Otlaklar yetesiye yeşermiş. Karınları doyan koyunları kırkım zamanı gelmiş. Çobanlar diğer sürülerin çoban arkadaşlarını çağırıp imce olup başlamışlar koyunlarını kırkmaya. Mal sahibi Ali Ağa da kırkımı izliyormuş. Ali ağa orta yaşlı, güçlü kuvvetli, pos bıyıklı bir adammış. Kalıbına yakışmayacak düzeyde cimri mi cimriymiş. Çobanların haklarını öderken eli bir türlü cebine gitmeyen pintinin birisiymiş.
Kırkım işi hayli ilerlemiş. Bir araya toplanan yünler büyük bir ot yığını kadar kocan bir yığın olmuş. Kırkım yapan çobanların ilerisinde köyün en fakir yaşlı çobanı Kambur Bekir dede sayıları yirmi geçmeyen sürüsüyle koyunlarını güdüyormuş. Koyunların çoğu kendisi gibi fakir bir komşusununmuş. Bekir dedenin karısı yıllar önce ölmüş. Köylülerinin yardımlarıyla yaşlılık günlerini yaşıyormuş. Koyun kırkan çobanlara yaklaşmış. Ali Ağanın en az bir koyunun yününü kendisine verir ümidini taşıyormuş.
Fakir Bekir dedenin yaklaştığını gören Ali Ağanın yüz hatları değişmiş. Kalbinin karası yüzüne aksetmiş. Çobanlarına emretmiş. “Yün yığının altına saklanacağım. Bekir dedeye mal sahibi olmadan sadaka vermeye iznimiz yok deyin.” Bekir dede çobanlara selam vermiş. Çalışmalarını boynu bükük izlemiş. Umduğunu bulamayınca başını gökyüzüne doğru kaldırmış. Kafasını sağa sola sallayarak çobanların yanından yavaşça ayrılırken aniden yün yığınında bir hareketlilik olmuş. Yünler etrafa seçilirken vücudu yünle kaplı bir canlı çıkmış. Yarı insan yarı hayvana benziyormuş ortaya çıkan bu canlı. Tıpkı ayılar gibi mırtlıyarak gâh iki ayağı üzerine gâh dört ayak üzerine ormana doğru koşup ağaçlar arasında kaybolmuş. Ali Ağanın hayvana dönüşmesinde yoksul Bekir dedenin bir dahli oldu mu? Bilinmez derdi annem…
İşte insanlardan daha kolayca meyve ağaçlarına tırmanan ve ağaçların dallarını budayıp zarar veren açgözlü hayvan olan ayılar; Karun gibi zengin, yardımdan kaçınan Ali Ağanın soyundan türemiş direyerek bizlerin şaşkın bakışları arasında anlatısını bitirirdi.
Annemin masalı belleklerimizin derinliklerinde yerini korusun biz gelelim günümüze. Köyümüzde insanlar çoğunlukla şehirlere göç edince ormanlar iyice gürleşti. Ormanların gürleşmesi ormanlarımızda eski yıllarda sayıları çok az olan ayı ve domuzların sayıları anormal düzeyde arttı.
Çayırlarımızdaki su birikintisi bataklılar geceleri domuzların uğrak yeri oldu. Çayırlarımızın bazı kısımlarının bellendiğini tanık oluyoruz. Bu işi yaşam alanlarını genişleten domuzlar yapıyor. Her canlı kendi rızkını arar denir. Domuzlarda çayırlarda saklanan farelerden rızıklanmak için gece mesaiyi yapıyorlar. Domuzların yaptıklarını su götürür. Nihayet ufak bir çabayla eşilen yerler kolayca çapa ile düzeltilebiliyor.
Ya ayılar; yaşam alanlarını evlerimizin en yakınlarına kadar genişlettiler. Meyve ağaçlarımıza verdikleri zararlar eski yıllarda Anadolu’yu işgal eden Moğol Ordularının yıkımlarından eksik kalır bir tarafı yok. Armut ağaçlarının bol meyve verdiği yıllar aslında sevimli hayvanlar olan ayıların bayramı oluyor. İki yıl önce çayırlarımızı süsleyen armutlar dalları kırılacak ölçüde meyveyle doluydu. Bölgemizde ancak Ağustos sonlarına doğru meyveler olgunlaşmaya başlar.
Güneşli bir Ağustos sabahına uyandık. Gece köpeğimiz sabaha kadar hiç susmamıştı. Ha bire havladıydı hayvan. Çayırlara gittiğimde gördüğüm manzara hiç iç açıcı değildi. Armut ağaçlarımız meyve verdiği yıllardan bu yana böylesine hasara uğramamıştı. Yörenin en güçlü pehlivanlarının güçlerinin yetmeyeceği kalınlıkta dalları kırılmıştı ağaçların. Ya sabır çekerek ağaçların yanından ayrıldım.
Öğleyin amcamın oğlu rahmetli Ahmet ağabeyimin eşi Hoşnaz yengem bize geldi. İki gözü iki çeşme ağlayıp ah tüh ediyordu garip kadın! Hiç kolay olmadı yengemizi teselli etmek. Çocukluk yıllarımda ayıları ayı kapanlarına düşürüldüğü öykülerini dinlerdik. Günümüzde ayıları kapan kurmak, silah sıkmak yasak.
Bilindiği gibi ayılar hem etçil hem de otçul hayvanlardır. Bu yaz bölgemiz elli yılda bir yaşanacak düzeyde kuraklık yaşadı. Üç yıl önce şimdi çevresini güçlü bir biçimde koruma altına alarak bir ceviz fidanlığı yaptık. Yirmiye yakın ceviz ve kiraz fidanı diktik fidanlığımıza. Fidanlar yağan yağmur sularından beslensinler diye fidanlığımızı her yıl sürdürüyorum. Ayrıca bahçemizi sulama olanağı da oluşturduk.
Sürdüğümüz kısımlara fasulye, patates, biber benzeri bitkiler ekiyoruz. Haziran ortalarında fasulyelerimiz yüzümüzü güldürecek düzeyde boy attı. Gün gün büyüyen ceviz fidanlarını iki gün geçmeden ziyaret ediyorum. Bir gün sabahın erken saatlerinde hem güneşin ufuktan yükselişini gözlemlemek hem de fidanları sulamak için eşimle fidanlığa gittik.
Gördüklerimizle şok yaşadık desem yeridir. Faullerimizin en gür olanları otlanıp koparılmış, çiğnenip hasar görmüştü. Umulmayacak bir durumla karşı karşıyaydık. Emeğimize mi fasulyelerin acınacak hallerine mi üzülmeliydik! Başa gelen çekilir. Gece ayı bey (!) otlanacak çayır bulamamış! Yüksek atlayıcı bir atletin atlayamayacağı yükseklikteki çiti aşarak fidanlığımıza girmişti. Bahçemizi ziyaretten ayrılırken zorlandığı çitin madeni tellerini eğilip, bükülmesinden anlaşılıyordu.
Evimizin hemen yanı başında bir fasulye bahçemiz daha var. Bu bahçemize her yıl gübre seriyoruz. Fasulyeleri bir bir ekiyoruz. Büyüdüklerinde suluyoruz. Sırık dikiyoruz sarsınlar diye. Toprağa dokunmanın tinsel ve bedensel dinlenmenin güzelliğini yaşıyoruz. Bir de ayılar olmazsa. Bahçenin az ilerisinde bir armut ağacımız var. Bu yıl çayırlarımızdaki armutlar yetesiye meyve vermedi. Geçen yıllara göre daha sert Rüzgârlar esti. Sert rüzgârlar ağaçlarda meyve bırakmadı. Sadece evimizin yanı başındaki fasulye bahçemizin yanındaki armut rüzgâr almayan yeri nedeniyle yetesiye meyveyle süslüydü.
Armutların olgunlaşmasına abartısız bir ay vardı. Bir gün erkenden fasulye bahçesine gittim. Önce armut ağacını gördüm. Ağacın görkemli halinden, dallarından sarkan meyvelerden eser yoktu. Beyefendi (!) gece gelesin, ağacın hemen hemen bütün dallarını kırıp bir araya getirip olgunlaşmamış meyveleri yiyesin. Ormanın derinliklerine dalmadan önce birkaç yere tersleyesin. (kakasını yapması)
Ayının zararı bununla kalmadı bu yıl. Daha sonra aralıklarla iki gece daha ziyaret etti bahçemizi. Bu kez bakmaya kıyamadığımız sırıklardan sarkan fasulyelerimizi otladı (yedi). Ektiğimizin yarısı yok oldu. Gece balkona çıkıp cep feneriyle çevreyi taramak, ıslık çalmakla ayıyı, ayıları kovmak olanaklı olmuyordu. İlçeye gidip trafik polislerinin kaza yerini korumaya alırken kullandıkları şerit benzeri şerit aldım. Bahçenin ve üzerinde çok az meyve kalan armut ağacının çevresine tam üç kez şeritle çevirdim.
“Şeytanın kulağına kurşun” ayılardan fasulyelerin zarar görmeyen yarısını kurtardık. Okulda çalışırken, okulumuza hayvan severlerden bir ilgili okulumuzu ziyaret edip özellikle ayılardan bahsediyordu: “Ayılar zararsız hayvanlardır. Onların yaşam alanlarına girmezsek o hayvanlar bizlere saldırmaz…” Bu ve benzeri sözlerini anımsardım fasulye bahçemizin tarumar hallerini görünce. Devir değişti. Ayılar bizim yaşam alanlarımızı işgal etti. Köylerimizde ayıların marifetleri yıl yıl artıyor. Şimdilik ürünlerimizi zararlarından kurtarmak adına makbul bir çare de gözükmüyor…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.