- 382 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
BAŞKALARINI MUTLU OLSUN DİYE KENDİNİZİ HARAP ETMEYİN. BAGIMLI OLDUĞUNUZ HER SEY SİZİN ZARARINIZLA SONUCLANIR
Yanına oturdum ve neden moralin bozuktur diye sordum.?
"Sıkılmayacaksan anlatayım dedi."
Anlat rahatlarsın dedim.
"Dostum söyleyeceklerimin ilacı yoktur. Ben geçmiş günlerin bazı saplantılarından kurtulamıyorum. Fakat bir gerçek var ki; hangi inanca sahip olursanız olun; insanı kırarsanz eğer, bir gün mutlaka kırılırsınız. Kırıldığınızı anlasanız da anlamasanız da İlahi Adalet mutlaka gerçeklesir. Ben böyle düşünüyorum."
"Altmış’a merdiven dayadığım yaşın olgunluğunda; Bir Temmuz akşamı hayatımda ilk ve son kez tanışık oldum o kenevir denen ot ile." dedi
"Nasıl diye sordum"?
O gün içimde garip bir huzursuzluk vardı. O günün akşamına kadar, sırt üstü üzerine uzanıp geceleri ayı, yıldızları, gündüzleri ise öbek öbek kümelenmiş bulutları seyre daldığım ve at koşturduğum ulucayır’ın düzünde geçmişteki ayak izlerimi ararcasına dolaştım.
Çok kırmışlardı beni. Ben onlar adına ve kendimiz adına, birlikte olmak ve birlikte yaşamak, birlikte kullanmak ve her ne kadar hazineye ait yeşil alan olsa da; Yüzyıllardır atalarımızın birlikte kullandıkları o yaylamızdaki arazinin üzerine yine onların teşviki ile, yılda üç beş gün tatil yapma amaçlı da olsa ahşap iki katlı bir mekan kurmak için çabalıyordum.
Temeli kazdırmış, kereste çakıl tüm malzemeleri bir hafta içinde yaylanın ayazında soğuğunda sesinde büyük bir heyecanla hazırlamıştım. Sevincim ve heyecanım yorgunluğumu bertaraf ediyordu. Yorgun düştüğüm akşamların rehavetini bir akrabamın evinde yalnız başıma dinleniyor ve sabah erkenden kalkıp aynı heyecanla işimi yapıyordum.
Bir pazar günüydü işte ne olduysa o gün oldu. Uzaktan gelmişlerdi akraba dediklerim ve sonradan daha yakın akraba olduklarım. Heyecanla yanlarına gittim. Hoş geldiniz diyerek selamladım kendilerini.
"Nasıl beğendiniz mi diye sordum"? Reis’in alnında kırışıklar belirdi ve kaşlarını çatarak; "Beğenmedim" dedi. "Eee ne olacak şimdi" dedim. "Ben de şu gördüğün yere yaparım" dedi. Sevineceklerini ve yardımcı olacaklarını umarken olacak şey değildi bu... "Yapamazsın" dedim. "Yaparsam ne yaparsın" dedi. "Yakarım" dedim. Bunun üzerine ağzından hiç duymadığım kelimeyi sarf etti bana... Senin ağzına..." dedi. O an kopmuştum kendimden. Darmadağın olmuştum. Tüm kötü niyetlerim saniyeler içinde bir bütünlük oluşturdu. Nefesim gırtlağıma düğümlenmişti. Arazi zengin olsalar da; bir avuç yerde bireysel olarak hak iddia ediyorlardı. Nefretimi kontrol altında tutarak sabırla ve erdemlikle uzaklaştım yanlarından. Bir taşın üstüne oturdum ki; Reis hanımı ile birlikte başımda ve şöyle diyordu yüksek sesle reis’in hanımı mafya vari bir tavırla!!! "Sen beni biliyor musun!!! Sen beni tanırsın!!!" Utanıyordum. Çevredeki insanlar uzakta da olsalar bizi duyuyorlardı. "Utanmak kişilik sahibi olan insanlara has bir özelliktir"
Oturduğum yerden kalktım ve oradan uzaklaştım. O gün huzursuz bir şekilde dolaştığım günün akşamında; gerginliğimi bir nebze olsun gidermek adına bir vatandaşın evine gittim. Bir köşeye oturdum. Hava soğuktu fakat yanan sobadan yansıyan ısı bedenimdeki huzursuzluğu esnekliğe bırakmıştı. Çay demlendi. "Çay duyguların sıva halidir" diye yazmıştı kahve işleten bir arkadaş. Gerçekten de öyleydi. Çay ve muhabbet İyi gelmisti, rahatlamıştım. Günün stresi üzerimden bir nebze de olsa kalkmıştı. Bu arada yanan sobanın altında kurumaya bırakılmış biri dolu diğer birisi az miktarda tütüne odaklandı gözlerim. Sigara kullandığım için bir tütün sarda içeyim dedim. Gözlerimin içine bakarak; "Yalnız biri hafif biri serttir dedi." Karıştır gitsin dedim. Birinden fazla diğerinden çok az olmak üzere makinesinde sardı ve bana uzattı. Ben sadece her zamanki gibi sigara içiyordum, fakat tadında bir tuhaflık vardı. Bir zaman sonra bir tane daha sardı, hatta iki adet sardı ve "Birini sonra içersin" dedi. Çektikçe bir tuhaf olmaya başladım. Kelimeler ağzımın içinde yuvarlaniyor, kendi kendime gülüyordum. Bu içtiğim nedir arkadaş diye yuksek bir sesle sordum. "Tütün" dedi. Ve ekledi. "Sen alışık olmadığın için böyle oldun" dedi. Anlamıştım fakat iş işten geçmişti, hoşuma da gitmedi değildi hani...
Tuhaflaşmaya başlamıştım. Dilim çözülmüş, bedenim gevşemiş, içim kıpır kıpır, ruhumu daraltan kızgınlıkları dizginleyecek bir duruma gelmiştim. Yani aptallaşmıştım. Olağan üstü renkler parlıyordu gözlerimin önünde. Sobadan yansıyan sıcakla birlikte vücudum tamamen rehavete kavuşmuş, ve yine sobadan yansıyan alazlar renk cümbüşlerini içinde barındırıyordu. Elektrik voltajının inip çıkması ile gözlerimin önünde gölgeler oluşuyor; dışarıdan gelen ördek ve tavuk sesleri çok sesli bir okestra gibi kulaklarımı tırmalıyor ve gözlerimin önünde ne kadar nesne varsa dans etmeye başlamıştı. Her şeye hükmetme kudretine sahiptim artık, kendi dünyamın efendisi olmuştum...
Uzun muhabbetin ardından vücudumda ani bir yorgunluk hissi belirdi. Aklıma gelen ne varsa uyanıklığın damgasını taşısam da, rüya aleminde gibiydim.
Vakit hayli ilerlemişti. Kalın parka mı ve elektriğimi alarak müsaade istedim. Kalktığımda düşecek miş gibi olsam da kontrol hala bendeydi. İçimde sanki derin bir mutluluğun izini taşıyordum. Çok geç olmuştu. Zifiri Karanlık, sis, soğuk ve beşyüz metre uzağımda olan evime gidecektim. Misafiri olduğum evden çıkarken kapı eşiğinde elimi cepime atarak üçüncü sigaramı yaktım ve yola çıktım. Kuş gibi uçuyordum, ayaklarım yer görmüyordu. Gittikçe gidiyor fakat hemen yakınımda olan evin yolunu bulamıyordum. Belirli bir yol olmsa da, her yan dümdüz çayır olsa da istikametim beni eve götürürdü her zaman. Fakat bu gece farklıydı. istikamet terse dönmüş ve evimden iyice uzaklaşmıştım. Zifiri karanlıkta gözleri cam gibi parlayan beyaz bir canlının bana doğru koştuğunu gördüm. İçtiğim sigara aklımı başımdan alsa da bir an korktum. Yaklaşınca anladım ki; zaman zaman kapıma geldiğinde yemeğimi paylaştığım beyaz koyun köpeğinden başkası değildi bu.
Tüm uğraşlarım sonucu evimi buldum. Ayakta duracak halim yoktu. Ateş gibi yanıyordum. Yerde serili olan minderlerin üzerine uzandım.
Sabah olmuştu. Her yan pırıl pırıl güneş... Çobanlar koyunlarına yön vermek için ıslık çalıyor, bir kısım insanlar büyükbaş hayvanlarını otlaklara sürüyorlardı. Ben de ise müthiş bir baş ağrısı ve kafam bedenimin üstünde ağırlık yapıyordu. Gecenin hafifliği kaybolmuş yerine işe yaramaz ve hareketsiz bir beden bırakmıştı.
On günü geçkin bir zaman olmuş ve evimin üstünü kapatmıstım. Annem köyde beni beklemekteydi. o günün öyle sonrası aracıma binerek yirmibeş km.lik yolu dağlardan bayırlardan etrafıma bakına bakına köyüme indim.
Ertesi sabah Annem balkona kahvaltı hazırlamıştı. Birlikte kahvaltınızı yaptık. Son çaylarımızı içerken sigara yakmak geçti içimden, fakat öyle bir hal oldu ki; sigaradan önce parkamın cepinde yaylada içtiğim tozlardan arar oldum. İşte o zaman anladım ki; her ne kadar irade bizim elimizde de deseniz ve bu maddeleri bir kez kullansanız dahi ona sahip olmak için yanıp tutuşur tekrar tekrar dener ve sonunda onun kölesi olursunuz ve hele tam bağimlı hale geldiğinizde onlardan vazgeçmek yerine, ölmeyi bile tercih edersiniz.
İlk ve sondu bir daha mı asla...
Ekrem Saygı
19.12.2022