6
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
969
Okunma


(Kitap Tanıtımı)
Kırkların sonlarında, yazdığım kitap sayısı yediyi bulmuştu
sekizincisi yoldaydı, ne tuhaf
ne tuhaf dedim içimden
ne tuhaf, hiçbiri seni anlatmıyordu
çok şaşırmıştım başta buna
belleğimdeki ayak izlerine bakınca anladım
senden daha büyük belalara bulaşmıştım bu ülkede
Böyle düşündüm derin derin, onu hatırladım ve tam da böyle düşündüm “Yasaklı Semtin Sesleri” adını verdiğim şiir kitabı dosyasını yayınevine gönderirken. Bu yedinci kitaptı, evet. Şiir olarak dördüncü… Ayrıca bir roman da sırada bekliyordu. İki yıl boyunca emeğin ve yürek terinin uçsuz bucaksız vadisinde beni sonsuz yolculuklara çıkartan, “Düşük İhtimalli Şeyler” tadında bir roman… Ama bugün asıl konuğumuz “Yasaklı Semtin Sesleri”
Öncelikle bir kitabın; yazar-şair ve yayınevi arasındaki basım sürecinden bahsetmek istiyorum biraz. Çok keyifli olmakla birlikte oldukça yorucu olduğunu söylemeliyim. Dosyayı editöre göndermeden önce ilk çalışmayı şair veya yazarın kendisi yapar. Çok dikkatli bir şekilde üzerinden defalarca geçer dosyanın. Dil, gramer, vurgu, anlam ve mantık hataları varsa düzeltilir. Tereddütte kalınan şeyler sayfalarca araştırılır. Noktalama işaretlerine özellikle dikkat edilir. Şiirde çok fazla olmasa da roman, deneme ve öyküde ciddi çalışmalar gerektirir. Son rötuşlar yapıldıktan sonra dosya ile bir dostluk fotoğrafı çekilir. Uğurlama şölenidir bu.
Dosya yayınevine gönderilir. Editör dosyayı inceler, varsa (kesinlikle vardır) bulduğu hataları, gözden kaçmış şeyleri işaretleyerek ve izah ederek yazara geri gönderir. Yazarın gözleri fal taşı gibi açılır. İnanamaz bunları nasıl gözden kaçırabildiğine. Bu düzeltme çalışmaları (tashih) defalarca tekrarlanır. Haftalar sürebilir. İlla ki gözden kaçan yeni hatalar ortaya çıkar. Editörün tespit ettiği bazı bulgular vardır ki yazarın da bilmediği şeyler olabilir bunlar. Yazar kendini yeniden sorgular; “bu sonsuz sözcükler tarlasının neresindeyim” diye boşluğun metropolüne bakar uzun süre.
Bazen de yazar editörle polemiğe girer. Böyle yapmayı sever. Keyif verici ve araştırmaya yöneltici bir tartışmadır bu. Örneğin “Dramatik Buluntular” adlı kitabımın basım aşamasında, bir bölümde “yarın akşam bu saatlerde yola çıkmış olacağım” diye bir cümle geçiyordu. Editör böyle bir cümleyi asla kabul edemeyeceğini, Türkçede böyle bir kullanımın olmadığını söyledi. Günlük hayatta (gelecek zamanın geçmişi: ben öyle diyordum, başka bir ad veremiyordum buna) bu tür cümleleri çok sık kullandığımızı ve pratikte olan bir şeyin literatürde de karşılığının olması gerektiğini söyledim. İkimiz de ısrarcıydık düşüncelerimizde. Bir gün Dr.Süleyman Efendioğlu adında bir uzmanın “Birleşik Zamanlar Üzerine” adlı çalışmasına rastladım.
Şöyle bir örnek vermişti (-mış olacak):
“Haftaya bu konuyu bitirmiş olacağız (Gelecekte tamamlanmış)
(Söyleme zamanı) – (Konu bitecek) – (Belirtilen zaman)
Tam olarak aynı olmasa da benim örneğime yakın bir cümleydi. Dr.Süleyman Efendioğlu’nun bu çalışmasını editöre gönderdim. Türkçede “gelecek zamanın geçmişi” veya “gelecekte tamamlanmış” gibi kavramların olmadığı konusunda ısrarını sürdürdü. Belki de haklıydı. Ama dilin sunduğu olanaklar okyanus gibidir ve bu okyanusta olabildiğince derinlere inerek o büyülü, masmavi sözcüklerle yüzmek, yüzmeyi dansa dönüştürmek gerekiyor.
Dil ve imge; düşsel bir yolculuğa çıkmış
iki çılgın, maceraperest sevgilidir.
Bir yazar dilin bütün olanaklarını kullanmalıdır. Eğer bunu yapamıyorsa anlatı güdük kalır ve sonraki yazacağı eserlerde tekrara düşmenin karanlık çukurunda kaybolur. Dil uzun ömürlü bir kelebektir. Rengârenk. Kanat çırpışıdır dil. Unutulmuş bir çalılıktan aniden havalanan turna sürüsüdür. Yıldız tozudur. Dil karakterdir. Gökyüzünün karakteridir. Ciddidir ama kelimelerle oyun oynamayı da veya kelimenin yapısını bozmayı da sever. Şöyle ki:
tam da nefes alamazken karşılaştık senle
diskalifiye edilmiş bir düşü temsil ediyordun
sanki milattan öncesine dayanıyordu tanışıklığımız
hiç yalancılık çekmedik birbirimize karşı
Kitabın ismini “Boşluğun Metropolü” koymuştum ilk önce. Ancak kitabın çıkacağı Klaros Yayınları’nın sahibi sevgili Lokman Kurucu, bu ismi değiştirme teklifinde bulundu. Onlarca seçenekten sonra “Yasaklı Semtin Sesleri” olmasına karar verdik. Lokman, iyi bir şair ve müzisyen. Edebiyata, şiire ve kitap işine gönül vermiş güzel yürekli bir yoldaş. Ayrıca Edebiyat Defteri’nin de üyesi. İlgisinden dolayı kendisine çok teşekkür ediyorum.
Kitap kapağına gelince, belki de en yorucu kısmı kapak oldu. Kitap kapakları sitelerinde incelediğim binlerce görselden uygun bir kapak bulunamayınca, Sertaç Altuntepe arkadaşımız imdadımıza yetişti. Özgün bir çalışma yaptı ve yukarıda kapak ortaya çıktı… Emek, yurttur.
Son olarak arka kapak yazısı kalmıştı. Arka kapak yazısı için dosyayı baştan sona tekrar okudum ve aldığım notlar üzerinde saatlerce düşündüm. O kadar çok seçenek vardı ki sonunda şu dizeleri seçtim, diğerlerine hüzünle veda ederek:
“seni aradım bütün yıkılma sanatlarında
belki de hep karşımdaydın ama yoktun görünürde
bütün altüst oluşlarından geçtim tarihin
hafızanın yasaklı şehirlerinde sordum seni
ipuçları getirdi senden ıslık çalamayan çocuklar
bir virgül kelebeği
onu izlememi söyledi tam arkamı dönüp giderken
yola çıkmıştım bir kere hüzün ülkesinden
rüyadan rüyaya uçup duruyordum kiralık kanatlarla
alçaklığın tarihini yazanlara
“hayır” diyenlerin arasında aradım seni
sessizlerin seyahatine katılmıştın
hata veriyordum yumruğum anlam kazandıkça
hata veriyordum, adım erroriste çıkmıştı”
Edebiyat Defterine ve saygıdeğer üyelere çok teşekkür ediyorum.
Umarım beğeniyle okursunuz.
YASAKLI SEMTİN SESLERİ şimdilik Klaros shopier mağazasında.
shopier alışveriş linki;
shopier.com/14445367