- 482 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Güzdökümü
İngilizi-Britonu, Cermeni-Anglosaksonu, İskandinavı-Normanı, Rusu-Slavı ve daha nicesiyle çokkültürlü bir mozaikte rengârenk, cıvıl cıvıl atmosferlerde geçirdiğimiz bir yaz/sonbahar tatiliydi yaşadığımız… Kuzeyde kulağımıza aşina diller ülkemizde de eşlik etti bize bu sene. Bilhassa Antik Side kordon boyu sahilinde denize girerken rastlaştığımız İskandinavlar akın etmişlerdi bu küçücük beldeye ki Avrupalılar azımsanmayacak derecede yerleşikler de Side’de. Almanların, İngilizlerin yanı sıra Norveçlilerin de kendi lisanlarıyla eğitim veren okulları, kreşleri mevcut Antalya şehir merkezinde. Ben sana heyran-sen cama tırman, soğuktaki sıcağa-sıcaktaki serine, kuzeylisi güneye-güneylisi kuzeye, sanırım herkeşler uzaklara hasret yuvarlanıp gidiyor bu cihanda.
Kuruluşu M.Ö. VI. Yüzyıla dayanan ve Lidya Krallığı’nın egemenliğinde olan, Helenistik Dönem’de durmaksızın el değiştiren, ayağınızın değip geçtiği her yerde tarihin saklandığı, hatta saklanamayıp yürüdüğünüz yollar, caddeler boyunca tiyatrosu, agorası, Dionysos Tapınağı (en sevdiğim), ticaret odaları, bembeyaz mermer sütunlarıyla gözlerimizin önüne serilen, kaldırımları yemyeşil kauçuk ve limon ağaçları, parkları adımbaşı yumrulardan fışkırmış piç zeytinliklerle dolu, nar motifli, yasemin kokulu bu küçücük belde, dünyanın dört bir yanından gelen insanlara ev sahipliği yaptı bu sene.
Sahile indiğimiz bir gün plaj çantamızı bakış görüş etmek üzere teslim ettiğimiz Ålesund’lü genç çift ile laflarken kendimi bir an Türkiye dışındaymışım gibi hissettim desem abartmış olmam. Tek fark kadınla buzulca sohbet ediyorduk ama enerjimiz Akdenizceydi, sımsıcak… Bu insanların yüzlerinde güller açtıran onları güne fırlatan tek şey, tek etken Küneş! Kutup insanına yüz kilo altın teklif edip “gitmeyin güneye” deseniz, değişmezler güneşi o yüz kilo altına. Bizim değerini bilmediğimiz denizlerimizin, denizimizdeki tuzun, sularımızdaki çözülmüş-çözülmemiş elementlerin, gümüşün, kalayın alayının farkında onlar. Bu bilinci hep duyumladım kuzey insanının kafasında, özellikle bir neslin devamı için “fuktighet”* denen sözcüğün önemini anladım, kavradım ziyadesiyle.
Keyfimi kaçıran konular da oldu elbet memleketimde. Yeşile hiç mi hiç kıymet vermiyoruz mesela, durum çok üzücü ve birey olarak hepimizin sorumluluk alması şart. Disiplin en önemli eksiğimiz. Batı insanı halkımıza nazaran daha nizamlı daha tertipli ve doğaya “hakikaten” saygılı. Beni üzen diğer bir konu ise Antalya ve civarındaki taksiciler. Bu taksiciler anasının gözü, birçoğu adeta düşmanı gibi turistin ve turizmin. Türk olduğumuzu bal gibi bildikleri halde bizi bile dolandırmaya kalktılar, pes doğrusu! Şairin dediği gibi “fırsatçı, fesatçı ve hayın” insanımsılar.
Tabii yok öyle yıkmak kendimizi. Hele sağlık problemleriyle geçen çetin ve metin bir yıldan sonra bozamam moralimi. Yapabileceklerim nedir önemli olan o benim için, birey olarak üstüme düşeni yapmak ve yetiştirdiklerime de bu bilinci aşılamak. “Yürü üstüne üstüne / Dayan kitap ile / Dayan iş ile / Tırnak ile, diş ile,” diyerek tüküreceğiz evelallah yüzüne yüzüne cahilin, cin olmadan adam çarpmaya kalkanların da. İnsan ülkesine döviz bırakan turisti dolandırır mı ya hu? Verecek yaradan belanızı demek ve daha derinlere inmeden susmak istiyorum.
Sobanın üzerinde fokurdayan çaydanlık “dem aldım ben, dem,” diye tıs tıslayarak bergamotlu çayın rayihasını getiriyor burnuma şu an ve yılın ilk kar taneleri mutfak penceremde bılkıyor… Bu sonbahar özellikle gün batımlarında suya girdiğim, hatta bir defasında yağmur çiselerken uzun uzun yüzerek denizden ve dahi içimdeki denizden çıkmak istemediğim anları hatırlayıp mis gibi bir kahvaltı yapmak, akabinde olanca zindeliğimle günü kucaklamak istiyorum bu sabah.
Günaydın!
/ yüRekTen
İZLER 56. Sayı
*nem
Ph. r.t.
YORUMLAR
/ yüRekTen
Bildiğiniz gibi; insan duygularını/etkileşimlerini kavrayabilmeyi, ayırtıları bulanıksız açıklayabilmeyi gerektiren, kesinlikle cesaret, inanç ve disiplin isteyen bir etkinlik Ahmet bey. Hakkını verebilene ne mutlu.
Esenlikle...
Göktürkmen
Saygılarımla...