- 502 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
BİZE NELER OLDU DA; PARAMPARÇA OLDUK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hırslarımız ve çıkarlarımız arasında "Her koyun kendi bacağından asılır" "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibi, bizim yasayış düşüncemize ters düşen sözleri, Ata sözümüzmüş gibi değerlendirip; kendimizi nemelazımcılığın köşküne oturtup, bizler ve ötekiler düşüncesi ile, kendimizden ol mayanları zalimce eleştirilere tabi tutarak, kendimiz dışında kimseyi beğenmez olduk. Bizim gibi düşünmeyenleri ötekileştirerek ve her şeyden önce insan olduğumuzu unutarak; önyargılarımız içinde boğulur hale geldik. Vicdanımızın üstünü kapattık ve her konuda bireysel olarak yaşamaya başladık.
İnsanların yediden yetmişe Siyaset Bilimci ve Din Bilimci olduğu(!) bu zaman diliminde geçmişe takıntılı olarak yaşamasam da; Geçmişle bugün arasında; Adaletin, hukukun, ahlakin, insanlığın ve inaçların paramparca edildiği bu zaman diliminde; yasamla ecelin çizdiği mesafe üzerinde, ihtirazsız ve hırssız bir şekilde koşarak ilerliyorum.
Ne yazayım diye düşünürken; geçmişe doğru bir yolculuk yapmaya karar verdim.
Haydi birlikte yıllar öncesinin köyüne; yani bizim köye gidelim. Sonra karşı köyün Küşnavakkayası’ na çıkalım. Bakalım nasıl iniyoruz çıktığımız o zirveden. Okursanız eğer sizlerin de söyleyeceği bişeyler vardır her halde.
Uzun yıllar önceydi. Ordu Kumru- Fizme Karapınar Mahallesi’nde genç bir delikanlıyım. O zamanlar kalabalıktı köyümüz. Bazı zamanlar köylerde yaşayan insanların yapacakları işleri olmadığında; yol sıkışması, su sıkışması, bağ, bahçe, sınır sıkışması, yani eften büften nedenleri; gecelerin verdiği sessizlikler içerisinde kurgulayıp, bir sonraki günün malzemesini hazırlayarak sabaha kavuştuklarında birbirlerine küsülü oldukları anlar çok olmuştur. Hatta bazen küskünlüklerinin nedenini dahi bilmedikleri zamanlar. Fakat küskünlükleri asla uzun sürmezdi. Birkaç günün ardından yine de hiçbir şey olmamış gibi davranarak; bir arada yaşamanın tadını çıkarırlardı. Tüm köy halkı birbirinin yardımına koşar, kalabalık imeceler halinde tüm bağ bahçe işlerini birlikte yaparlardı. Bu konularda köyümüz örnek bir köydü diyebilirim. Hatta 4000 haneli köyde bizim mahallemiz hangi muhtar adayına oy kullanacak ise, o kişi muhtar seçilirdi.
Köy odamız yoktu bizim. Fakat köy odaları gibi akşamları dolup taşardı evlerimiz. Birlikte yemekler yenilir, çaylar içilir, yine hep birlikte namazlarını kılarak gece geç saatlere kadar muhabbetler edilirdi.
Salon dahil dört odalıydı bizim evimiz. Kışları üç odasında sürekli sobalar yanar, haremlik selamlık olmasa da; bir odasında erkekler, bir odasında kadınlar, diğer bir odasında ise bizler kış oyunlarımızı oynardık. Arada bir bizlere gürültü yapmayın diye bağırsalar da; onların muhabbeti bizim gürültümüzü bastırırdı. Yazları büyüklerimiz evlerde muhabbet ederken; biz gece yarılarına kadar samanlık hayatı denilen yerde toplanır, bildiğimiz oyunları oynardık. En çok da "yesir"diye adlandırdığımız oyunu oynarken bir diğerimizi yakalamak için kilometrelerce dağ taş demeden koşardık. Sıkı sıkıya bağlıydık birbirimize. Hatta büyüklerimizin küs olmaları durumünda "biz onlar gibi olmayacağız" dediğimiz günler olurdu. Fakat biz onlardan kat kat beter hale geldik...
...
Güzel günlerimiz vardı bizim.
Gecelerin kıyısında kırmızı güller açan.
Alazlanıp göğe yükselen yangınlarını izlerdik uzak köylerin
Divane tepelerinden, kömerik boğazlarından, güneycik yamaçlarından.
O an çocuk olmanın hüznü çökerdi içimize.
Zamanlar geçti
Bil cümle yarışa girdik
Çöktü içimize hırslarımız
Huzuru yok ettik içimizden
Yollar yaptık cilaladık
Saraylar konaklar evler yatık ihtişamla
Paramparça bölündük
Kuşak kuşak dağıldık yeryüzüne.
Çoğumuz vedalaştı yaşamla..
Ve bizler ön yargılar içinde boğulduk
Hırsla ve ihtirasla yarışa girdik,
Bir kabustur çökmüş üzerimize
Öne geçmiş tüm çıkarlarımız
Bir pula değer biçmişiz
Kaybolmuş tüm dostluklarımız.
...
Yakın tarihte köyümde baba ocağındayım. Bir Temmuz sabahıydı. Evimizin balkonuna çıktım. Elma ağacının tepesinde geveze serçe kuşları ile selamlaştık ilk önce. Güneş mızrak boyu yükselse de; köyümüz kuzey yönünde olduğundan kendini gösterememişti. Güneyimizde bulunan Duman köyünden gölgesini yok ede ede yaklaşıyordu güneş. Gece üşüdükçe, nemin düşürdüğü çiğ, inci taneleri gibi parlıyordu yeşilliklerin üstünde. Yeryüzünün gözyaşları diyordum ben onlara. Uzağımda olan ve yakınımda gibi duran küşnavak kayası; muhteşem bir kale gibi duruyordu karşımda. Birden aklıma geldi. Ben bugün bu küşnavak kayasının ardındaki köyde oturan, okuldayken sık sık evden kaçıp bana arkadaş gibi davranan Eniştemi ve Teyzemi ziyaret etmeliyim ve hem de bu kayanın tam zirvesine çıkıp muhteşem manzarayı seyretmeliyim dedim.
Annemin hazırlanmış olduğu muhteşem kahvaltıyı yaptıktan sonra (ekmek kızartması, turşu kavurması, patates kızartması, zeytin, peynir, yumurta) yanımdan ayırmadığım fotoğraf makinemi de alarak yola çıktım. Ana yoldan gitmedim. Üsinbaşoğlu Mahallesi’nden ve değirmenyanı dediğimiz bölgeye inerek dedemin aylarca uğraşıp yaptığı köprüden geçerek ve dik yamaçlardan tırmanarak zirvesine çıkacağım taşın dibinde oturdum.
Yorulmuştum. Bir süre dinlendim. Kararlıydım kayanın zirvesine çıkmaya. İrade ve kararlılığımı ortaya koyup; öne eğerek oturduğum vücudumu yaslandığım yerden doğrultarak; bir hamle yapıp zor da olsa kayanın zirvesine çıktım. Fakat zirveye çıkmadan önce nasıl ineceğimin hesabını yapmamıştım. Hani derler ya "konmasını bilemiyorsan bu uçmak neye..."
Kayanın zirvesinde bir süre oturup manzarayı alabildiğine seyre daldım ve birkaç kare fotoğraf çektim. O vakitler dijital makineler yoktu, 36’lık poz para, banyo para, onun için özenle seçilen kareleri çekmek zorunda kalıyordunuz.
Zirveden inme zamanı gelmişti. İçimdeki zirveye çıkma ihtirasımın sonucu, beni teslimiyetin kıyısına getirmişti. Tam inmeye karar verip adımlarımı attığımda; yükseklik korkum olmasa da uçuruma bakınca bir ürperti kapladı içimi.
Ey Karşı dağdan esen rüzgar
Gel gel de serinlet beni
Bir cesaret verde ineğim
Tutundur taşlara
Şu titreyen ellerimi
Hangi yandan denesem olmuyordu. Dişlerimi sıkıyor, irademi sonuna kadar kullanmaya çalışıyordum. Kızdım ve hayıflanarak kendi kendime söylendim. Suratım korkudan dört köşe, yüz hatlarım gerilmişti. Uzun süre kaldım taşın zirvesinde. Etrafımda yardım talep edecek kimsecikler yoktu.
Teslimiyet kolay bir iş olmasa da; içimdeki zirveye tırmanma ihtirası beni teslimiyetin eşiğine getirmişti. İçimden gizli bir güç sen buradan inersin diyordu ve tüm cesaretimi toplayarak, uzun süre bekledikten sonra; gün inkindiği yutarken son bir hamle yaptım ve korku dehşeti içinde sürüne sürüne taşın zirvesinden indim.
Selam ve saygılarımla
Ekrem Saygı
08.12.202
YORUMLAR
Ekrem SAYGI
Merhaba Ekrem Bey, saygıdeğer kalem dost, beni yukarı akmasını dileyen başında kavak yelleri esen gençlerin yaşadığı Ordu'nun ilinin güzel bir köyüne götürdünüz. Teşekkürler.Bizler yetesiye yerleşik düzene geçememiş bir ulusuz. Ve hele bu son yarım yüz yıl içinde büyük bir eozyon yaşandı ülkemizde. Köylerimiz boşandı. Kolay değil kentlerde tutunmak. Eve ekmek getirmek. Sorunlar binbir çeşit olunca gelenek görenekler ölüm uykusunda. Üstüne üstlük bir tarafta çağdaş kurallara göre çalışmayı ilke edilmiş okullar. Elbette eksikleriyle beraber. Diğer tarafda farklı düşünmeyi isteyen nesiller yetiştirmek istenen okullar. karpuz gibi bölündük ortadan.
Bu bağlamda köyü, güzel hasletlerimizi anımsamak ve de hayıflanmak elbette güzel.
Umarım ikinci yazınızda eniştenizi ziyaretinizi anlatırsınız.
Saygılarımla.
Param parça hayatlar.Bizler şanslı kuşağız.Kalabalık aileler arasında büyüdük ,yaşayarak öğrendik çoğu şeyleri..Zirvelere çıkmadan önce inmeyi çözmek gerekir belki de.Her yaşın ayrı bir cesareti ve itici gücü var.Çocukken ki cesaret yaş aldıkça azalıyor tecrübeler nedeniyle.Muhteşem bir anı ile yıllar öncesine götürdünüz.Kaleminiz daim olsun.Sağlıcakla.Saygıyla.