- 432 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Kediler Televizyon İzler Mi?
Ay, karanlık gökyüzünde halesiyle boy gösteriyordu. Cılız sokak lambalarının aydınlatamadığı sokağa ayın yansıması düşmüş, evlerdeki sessizliğe bir ayna olmuştu.
Evin kedisi Pamuk, mutfakla oturma odasının arasındaki sıcacık kaloriferin dibine sinmişti. Evdeki herkes onu taklit etmişti sanki, herkes bir köşedeydi, kendi hallerinde...
Uzun kış gecelerinde yapacak başka bir meşgale de yoktu zaten. Pamuk’la aralarındaki tek fark, bilinçli olarak televizyon seyretmeleriydi belki de.
Kediler televizyon izler miydi, izlerdi belki, gözleri ekrana kilitlenir ani yüksek bir sesten ürkebilirlerdi. Ama bir filmdeki kötü karakterin sonunun ne olduğunu merak etmez, öğrenince de kötü belasını buldu diye sevinmezdi.
Gözün gördüğüyle görmediği, iki çizgi arasından sıvışıp mutlulağa yelken açardı bazıları. Hayattaki şansları yaver giden, yaptıklarının sorumluluğunu asla almayan, iyiliği enayilik, kötülüğü akıllılık bilen insanlar vardı. Bu dünyada iyilerle kötüler, aynı gökyüzünün altında yaşıyordu işte. Ve masmavi bulutsuz bir gökyüzünün altında, vicdanlarının sesini susturarak keyif çatan ve en küçük bir çatlaktan kanları ve canları sızan ruhlar da vardı.
Haberlerde felaket senaryoları ve bunların gerçeğe yansıyan yaşantıları, en kaliteli telefonların en kaliteli görüntüleriyle kaydedilmişti. Yoldan geçerken -tesadüfen- görülen vahşetler, bebeklerin günahsız ölümleri, kadınların sessiz çığlıkları, namerdin çizmesi altında ezilen alın terileri, ıslanan kirpikler, kar kış demeden vatan nöbetinde olan gencecik bedenlerde kurşun izleri, suçsuz yere öldürülen öğretmenler ve geride kalan minicik eller.
Pamuk mırlayarak oturma odasından çıktı. Evde yankılanan bu seslere daha fazla tahammül edememiş gibiydi.
“Yahu, kediler televizyon izler mi hiç” diye çıkıştı Mahir karısına. Abartılı sesten karıncaların bile evi terk edebileceğini söyledi karısı. Bu kadar sese kimse dayanamazdı, kendisi bunca yıl nasıl katlanmıştı kendisi de bilmiyordu. Bir anlam veremiyordu bu felaket kutusuna. Ya da hep dedikleri gibi, “Aptal kutusu”.
Biliminsanları gün geçtikçe kediler hakkında daha farklı iddialar ortaya atıyor, her defasında insanı şaşırtan bir tez savunuluyordu. Bu kez de gazetede çıkan bir habere göre İngiliz biliminsanlarının araştırmalarına göre kediler sahiplerini kendilerinden daha büyük ve güçlü kediler olarak algılıyorlarmış. Buna göre Mahir ve karısı kedilerine ne zaman yiyecek bir şey verseler ya da onu sevmeye kalksalar, otoriteye boyun eğmiş bir kedicik mi vardı karşılarında diye hayret etmişlerdi. Eğer öyleyse, zorla sevilmek sevenin gurununu eksiltiyor gibiydi. Zoraki ya da sırf bir kedi maması uğrunaydı bu sevilmeler.
“Tuhaf mı, değil bence. Biz de öyle değil miyiz?” dedi karısı. Acıkınca birbirini hatırlayan insanlar daha tuhaf imasında bulundu. En son ne zaman kendisine sofra hazırlamıştı diye içinden geçirmeden edemedi. Mahir bu soruyu hayal aleminde kendisine sorulmuş gibi hissetmişti ki aklında on sene önce hazırladığı kahvaltı masası gelmişti. Evet, gerçekten uzun zaman olmuştu. Ama bunu dile getirmedi.
Kediye dönüp baktı, “Pamuk, sen de iyisin hadi, kimseye ne kahvaltı ne akşam yemeği ne de başka hoşluklar yapmana gerek yok. Yaptığın tek şey miyavlayıp olduğun gibi olmak, masum ve şirin. Tüylerinin rengi ve yumuşaklığı senin yerine her şeyi yapıyor zaten.”
Pamuk o sırada televizyona dalmıştı. Haberlerde bir kedinin bir civcivi patilerinin altında koruduğu haberi gösteriliyordu. Siyah bir kedi sarı bir civcive annelik ediyordu.
Zeynep Zuhal Kılınç
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.