- 372 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN BEKLEMESE DE; YAŞANANLAR ACI VE TATLI BİR ANI OLARAK HEP
Yazmak bir rüya gibidir dostlar!!! Yazarken yazdıklarınızın içinde kaybolur gidersiniz.
Şairlik ve yazarlık egosuna kapılmadan her yerde ve her mekanda yazabilir insan. Şair olmak ve yazar olmak birikim ve emek gerektiren bir olaydır. Öyle hemen iki dörtlük çiziktirmekle şair, iki satır yazmakla yazar olunmaz. Bu yolda büyük emkler vermis, bedeller ödemiş ustalara haksızlık olur kanaatindeyim. Ben kendimi ne şair ne de yazar olarak göremem. Ben sadece düşüncelerini ortaya koyan ve sevdikleri ile muhabbet eden ve muhabbeti seven bir insanım...
Her yerde yazabilirsiniz. Yollarda, dağlarda, at üstünde, deniz üstünde, tren vagonlarında. Mesela bir ormanda geziyorsanız eğer: ağaçları, kuşları, çiçekleri, kelebekleri, gözünüzde oluşan tüm görselleri yazıya dökebilirsiniz.
Yazmak hapşırmak gibidir dostlarlar!!! Muhabbet gibidir. İnsanı rahatlatır ve insanın yalnızlığını giderir. Yazma konusunda yeteneği olan birçok insan mürekkeplerin oluşturduğu cümlelerden korktukları için kendilerini saklar yazmazlar veya yazamazlar.
Kuşak olarak zaman tünelinin sonuna doğru yol almaktayız. Belki de nice zamanlar; zaman herşeyin ilacıdır diye kendimizi kandırdığımız anlar olmuştur. Halbuki asıl olan insanın kendisi değil midir? Belki de nice zamanlar bağımlı olduğumuz insanların parantezinde sıkısıp kaldık kendimizi yaşamadan. İnsanlar her şeyi söyleyebilirler bu söylenenlerin pek de önemi yoktur bence.
Bu gün çok erken kalktım. Saat 7.30 olmasına rağmen sabah yüzünü aydınlığa çevirmemişti. Eşim kızını ziyarete gittiği için evde yalnızdım. Kahvaltı hazırlamak için önce mutfağa girdim. Tencere tava akşamdan kalma bulaşıklar... Karmakarışıktı mutfağım. Hadi boş ver dedim ve hiç yanımdan ayırmadığım siyah çantamı omzuma asarak dış kapıyı açtım. Kızımın hediye olarak aldığı ayakkabıları giymek için eğildim; eğildim ama giymekte zorlandım ve yaşlandın ulan dedim kendi kendime.
Şafak vakti okula gitmek üzere evinden çıkan mini mini çocukları seyrederek yürüdüm. Fırından bir simit alarak üyesi olduğum derneğe gittim. Elimde simiti gören Semra Hanım çayın hazır abi diyerek bir acele çayımı getirdi. Simit le çay gerçekten güzel gitti. Sonra bir sigara yaktım ve kendime gelmiş halde biraz yürüdüm. Sırada bekleyen dolmuşa ve kısa bir yolculuktan sonra bir metro istasyonunda trene bindim. Cam kenarında boş olan bir koltuğa oturdum. Kalabalıktı metro. İşlerine giden işçiler, yürüyenler, sürunenler, okullarına giden öğrenciler...
Sebepsiz yere tebessüm edilmez ama bir endişe ve bir üzgünlük vardı insanların gözlerinde. Sabahın mahmurluğu gözlerinde ve yüzlerinde oluşan kas gerilmelerinden belli oluyordu. Herkes işine okuluna gidiyor fakat mutsuz ve huzursuz görünüyorlardı, belki bana öyle geliyordu. Belki de herkesin kendine göre bir sıkıntısı vardı.
Tren gidiyordu, ben gidiyordum. Tane tane konuşup kayda alınan güzel bir hanımefendi sesi, istasyonları hatırlatıyor, biri iniyordu yolcuların diğer birileri biniyordu. Bense başımı cama yaslamış kalabalık araç kuyruklarını, yüksek binalar arasından geçerek kalabalık yerleşim yerlerini seyre dalmıştım. Kalabalık bir şehirde yaşarsanız eğer; üzülmeye de sevinmeye de zaman bulamazsınız. İşler Güçler bir telaş bir döngü ve bu çarkın dişlileri arasında umursamaz ve umursanmaz bir şekilde geçip gider günleriniz. Dedim ki içimden; bu yaşta bu kalabalıklar arasında yaşamak da varmış...
Gelecek çok uzak gibi görünse de çok yakındır dostlar!!! Geçmiş ise uzağımızda değildir, hep bizle beraber yürür bizle beraber dolaşır.
Amacım çok uzatmak değildi, küçük bir anımı anlatmaktı maksadım. Dedim ya yazarken yazının içinde kayboluyor insan; ben de öyle oldum galiba ama yine de anlatmadan geçmeyeceğim.
Yıl 1973 ilkokul 3. sınıftayım. Ünye patentli lastik ayakkabılar, beyaz yakalık, siyah önlük, annemin siyah bezden diktiği omuzdan geçirmeli çanta, bir gözünde defter kitap; bir gözünde yarım bazlama ekmek sabahın erken saatlerinde yola çıkar dikmece tepesinden aşar; grup grup kuş sesleri ve karga sesleri arasında çamurlu yollardan bata çıka, kışın karında boranın da 4 Km. yolu gidip gelsek de hergün; mutluyduk biz. Yarım bazlama ekmeğimize katık yaptığımız Marshall yardımları adı altında bize sunulan süt tozu ve yağlardan çok yedik. Belki de bugün; bu nedenle hep hastayız. Genlerimizde taşıdığımız kanı nesillere aktardık. Belki de bu nedenle birbirimize düşmanız. Belki de bu nedenle birbirimize tahammülümüz yok...
Evet ilkokul 3. sınıftayım. öğretmenimiz bir halk oyunu ekibi kurdu. Bu ekibin içine ben de seçildim. Öğretim yılı boyunca hazırlandık. Anadolu’nun her yöresinden oyunlar öğrendik. Gel zaman git zaman geldi çattı 23 Nisan. Bu bizim bayramımızdı. O gün eğlenecektik ve hem de hazır bulunan halka gösterimde bulunacaktık. Ama bir sıkıntı vardı. Bayramda giyeceğimiz yelek, pantolon ve ayakkabılar bir yerlerden hazırlanmış şekilde gelecek; Onların ücretini bizler yani velilerimiz ödeyecekti. Yokluktandır belki; babam elbiseleri alamadı. Ben yedekte dursam da çalışmalara devam ediyordum.
Bayram günü gelip çatmıştı. Gösterime çıkamayacağım için üzülsem de; bu durumu kabullenmiştim. Ama, bir şey oldu. Oyun arkadaşlarımızdan birinin gelemeyeceği bildirilmişti. Alel acele beni bulup giydirdiler ve sahaya çıktık. kalabalık insanlar topluluğu, alkışlar, alkışlar... Heyecandan düşeceğim sandım. Müzik çaldı ve "sebetçioğlu bir ananın kuzusu" derken; biz uzun adımlarla dönmeye başladık. Bir iki dönmenin ardından birden müzik sustu ve koşa koşa bir öğretmen yanıma geldi beni oyun alanından aldı sınıfa götürdü. Şoke olmuştum. Oyuncu arkadaşım gelmişti. Hak onundu, giydiğim elbise onundu, fakat benim suçum neydi... Hemen hızlıca giydiğim elbise üzerimden çıkarıldı. İçim sızlıyordu. Arkadaşım elbisesini giydi ve sahaya çıktı. Ben ise sınıfta yapayalnız kalmıştım. Yüzüm yere düştü. Sevgisizliğin ve acımasızlığın sancısı vurmuştu yüreğime. Hayalini kurduğum oyunların içinde olamayacağımı zaten biliyordum. Vaktinde kabullenmiştim bunu. "Yerini vaktinde terk etmeyi bilmek gerçek olgunluk" değil midir? İçim acıyordu. Bu can yakıcı olay incitmişti beni. Oyun içinde olmasam da; sevinçle kutlayacağım bayram zehir olmuştu bana. Islanmayı adet edinmiş yanaklarımdan süzülüyordu gözyaşlarım. Sınıftan çıkar çıkmaz etrafıma bakmadan;icin için ağlayarak evimin yolunu tuttum. Sözde eğitim psikolojisi almış öğretmenlerin umursamazlıkları ve ilgisizlikleri canımı acıtmıştı. Ben o günden sonra bayramları hiç sevmedim. Yaşadığım bu can yakıcı olay hep aklıma gelir olmuştu.
Işte böyle Dostlar...Yıllar geçse de; bazı anılar belleğinizde yer eder. Siz unutmak isteseniz de unutamazsınız...
Aynı benzer bir olayı kızım yaşamıştır. O da 3. sınıfta idi. Kızım ara sıra kısa öyküler yazar, kendince şiirler yazardı. Bir gün koşarak yanıma geldi. "Baba baba Öğretmenler Günü için şiir yazdım"dedi. Yazdığı şiiri sesli okudum ve kutladım onu, çok güzel olduğunu söyledim. "Öğretmenler günü adına şiir yarışması düzenlenecek, ben de katılacağım" dedi. Günler sonra yarışma sonuçlanınca okul müdür yardımcısı birinci geleni dışarıda toplanan tüm öğretmen ve öğrencilerin huzurunda "Eda saygı’nın şiiri birinci oldu 24 Kasım günü hükümet konağı’nda okuması gerektiğini" söylemesi üzerine koşarak arkadaşlarıyla birlikte sevinçle yanıma geldiler. "Baba baba şiirim birinci oldu, o gün fotoğrafımı çeker misin?" dedi. Elbette çekerim kızım diyerek anın tadını çıkardık.
24 Kasım günü gelmişti. Fotoğraf makinemi de yanıma alarak tören alanına indim.Sıra okunması gereken şiire gelmişti, anons yapıldı Eda isimli başka bir öğrenci çıktı sahneye. Şaşırdım etrafıma bakındım tüm sınıflar oradaydı, fakat kızım yoktu. Koşarak okuluna gittim. sınıfına girdiğimde kızım hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve birkaç arkadaşı onu teselli etmeye çalışıyordu. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Hemen yarışmayla ilgilenen Müdür Yardımcısı ve öğretmenleri buldum. O gün onlar için hiç de iyi bir gün olmadı. Çok kızmıştım. Bir çocugun duygularıyla oynamak niye ki. Var gücümle hiddetimi kustum üzerlerine. Yaptıkları terbiyesizliğin ve umursamazlığın öğretmenlikle bağdaşmayacağını sert bir dille ifade ettim. Kızımı da alarak doğruca eve geldim. Günlerce onu teselli etmeye çalışmış olsam da kolay olmadı. Fakat bir şey oldu. Kızım bir daha ne şiir, ne de Öykü yazmadı. Eline bir süre kitap dahi almadı. Öğretmen demeye bir şahit gerek ki; onlar; bir çocuğun duygularının önüne set çekmişlerdi...
Kızım Liseyi ve üniversiteyi başarıyla bitirdi. Şimdi uluslararası alanda yönetici bir birey olarak yaşamını sürdürmektedir.
Işte böyle dostlar...
Yaşam; önceden altı çizilen her cümleyi yaşatır insana
ve insan kendi kehanetini farkında olmadan kendisi çizer.
Kim bilir;
Daha bir çok yaşayacaklarımız belki de bizi bekler...
Son diyeceğim o ki; bizleri kırıp büken hep yanınızda olduğunu zannettiğiniz en çok dost görünen insanları vicdanlarıyla başbaşa bırakın. Bir gün mutlaka gerçeği göreceklerdir...
Selam ve saygılarımla
Ekrem Saygı
05.12.2022 bir rüya gibidir. Yazarken
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.