Kızıl Saçlı Minik Kız ve Ceviz Kurdu. 3
“Emredersiniz efendim.”
Keşer:
“Çok sağ olun efendim... Ama kızın parası?”
“Aptal adam, ne cüretle sorarsın, karşında bir Kraliçe duruyor!”
“Efendim...”
“Sus... Hala konuşuyor… Asker bu adama üç yüz altın verin... Karayaki emekçinin hakkını verir, bunu her zaman hatırla. Aptal adam!”
Keşer, Karayaki’nin ayaklarına kapanır:
“Sağ olun efendim, sağ olun… büyüksünüz bırakın ayaklarınızı öpeyim...”
“Çekil, gerek yok, salyalarını bulaştıracaksın ayaklarıma.”
“Peki efendim.”
“Şimdi çık; kızı ben alırım!”
Keşer odasına yerleştirildikten sonra Karayaki, Minik Kıza:
“Bundan böyle benim yanımda olacaksın, bana masaj yaparsın, ayaklarımı yıkarsın; tabi bunun karşılığında, yediğin önünde, yemediğin arkanda olacak!”
“Hayır istemiyorum, sizin gibi ucube birinin yanında, bir dakika duramam…”
“İsteğe bağlı değil küçük hanım; zorla yapmaktansa, seve seve yapsan iyi olur!”
“Asla..!” Karayaki burnundan solumaya başlamıştır. “Seni baş hizmetkarım yapacağım.”
“Ben kimseye hizmet etmem. Özellikle senin gibi çirkin, kötü bir kadına!”
“Kes sesini, hangi cesaretle benimle böyle konuşuyorsun?”
O sırada Karayaki nin askerlerinden biri, Minik Kıza, olanca gücüyle bir kırbaç atar.
Karayaki:
“Ha.. ha.. ha..! Canın çekti herhalde!”
Karayaki, Minik Kızın üzerine eğilir, timsah gözlerini kısarak, yüzüne haykırır:
“Bak ufaklık; burası senin evin değil, ben de senin Annen değilim, dediklerimi yapmazsan seni yılanlara yem ederim!”
“Asla… Asla..! Çekil tepemden nefesin çürümüş, leş gibi kokuyor...”
“Askerrrr..!”
“Emredin efendim.”
“Atın bunu zindana… Yemek, su yok, aklı başına gelene kadar orada kalsın!”
“Emredersiniz efendim.”
Asker, Kızıl Saçlı Minik Kızı kolundan tuttuğu gibi, acımasızca yerde sürükleyerek sarayın karanlık koridorlarından geçirip bir zindana götürür. Cebinden çıkarttığı ağır anahtarlardan biriyle, zindanda ki rutubetli bir odanın kapısını açar; Minik Kızı sertçe içeri iterek, kapıyı üzerine kilitler ve geldiği yoldan giderken, zindanın nöbetçilerine: “Bu kıza yemek, su yok, anlaşıldı mı?” Der. Nöbetçiler başlarıyla onaylarlar.
Minik Kız etrafına bakınırken, duvarın dibinde bir kadını fark eder. Kadın bitkin düşmüş, ürkek bir halde çömeldiği yerden dikkatlice ona bakmaktadır… Ani bir hamleyle Minik Kızın üzerine atılır, onu kollarına alır! Minik Kızı olabildiğince sıkmakta ve hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Kızıl Saçlı Minik Kız korkmuş ve şaşırmıştır…
“Yapmayın lütfen, bırakın beni.”
Kadın geriye çekilerek, fısıltıyla:
“Korkma benden güzellik...”
Kadın Minik Kıza, büyük bir özlemle ve şefkatle bakar. İkisi de bir birlerini baştan aşağı süzdükten sonra kadın:
“Korkma Minik Kız, sana zarar vermem.”
“Tanıyor muyum sizi?”
“Sanmam, hem tanısan bile, şu an bu halimle beni kimse çıkartamaz!”
“Neden öyle sarıldınız bana teyze?”
“Kızım, uzun zamandır buradayım ve ilk gördüğüm insan sensin, birileri ile konuşmayalı o kadar uzun zaman oldu ki anlatamam. Seni görünce birden içime bir sıcaklık doldu...”
“Hayırdır Minik Kız, neden attılar seni buraya?”
Kızıl saçlı Minik Kız, olan biteni baştan sona anlatır.
Kadın:
“Üzülme küçük, bir gün bu acılar da geçecek.”
“Üzüldüğüm ben değilim, o insanları bir görsen. Bu hayin kadın ne işkenceler ediyor halka fakat karşı koymaya kimsenin gücü yetmiyor!”
“Yazık... Yazık...”
“Peki sen neden buradasın teyze?”
Kadın; cevap vermek için dudaklarını araladı fakat duraksadı, iki dudağı yeniden kapandı, düşündü, kısa bir suskunluk yaşandı ve ardından kadın:
“Şaşıracaksın, belki de inanmayacaksın ama ben o kayıp olan Kraliçeyim!”
“Aaa..! Ama nasıl olur bu? “
“Karayaki, Kral dan hoşlanıyordu ve Devleti yönetmek istiyordu. Kral ile ben birbirimizi çok seviyorduk, beni aradan çıkarmanın yolunu buldu ve sonunda beni buraya tıktı; gün gün ölüyorum burada!”
“Çok şaşırtıcı bu. Askerler falan söylemiyorlar mı Kral’a? Yani koskoca sarayda, kimse bilmiyor mu senin burada olduğunu?”
“Bunu bilenler hep kendi adamları, halka işkence edenler de onlardır muhtemelen, yoksa ne Kral ne de sarayın askerleri bunu yapmaz… İyi askerlerin bir çoğu zindanda zaten. Bu zindan çok büyüktür, ileride bir yerlerde bizim askerlerimizi tutuyorlar!”
“Böyle giderse çok kötü şeyler olacak!”
“Evet ama ne yapalım…? Elden bir şey gelmez ki, Minicik kızım!”
“Bu kadar karamsar olmayın, en kötü anda bile bir umut vardır… Önemli olan, umudu yaşatabilmek.”
“Haklısın galiba, baksana, seninle tanıştığıma çok sevindim, en mutsuz zamanımda sen çıktın karşıma.” Minik Kız derin bir nefes alır ve, “Vay be... Demek ben bir Kraliçeyle konuşuyorum şu an. Rüyamda görsem inanamazdım, ben ki bir Kraliçe’nin yanında oturacağım, muhabbet edeceğim ve bana sarılacak... Yok, yok rüyam da görsem inanmazdım...”
“Öyle düşünme Minik Kız; Kraliçeler de insandır, her durumda, gelip benimle sohbet edebilirdin, şu durumumuz haricinde de seninle konuşurdum, ama halimizden midir nedir, sana çok ısındım!”
“Ben de.. ben de... öpebilir miyim sizi?”
Kraliçe ve Minik Kız yılların verdiği hasreti kıskandırırcasına Anne ve kız gibi bir birlerine hasretle sarılırlar. Bu sıra da muzip bir ses gelir:
“Hey neler oluyor..? Unutulduk anlaşılan buralarda!”
Minik Kız:
“Ooo Kurtçuğum, unutur muyum hiç seni, benim sevgili Prensim.”
“Unutulmamış olmak harika Prensesim!”
Kraliçe:
“Minik Kız nedir bu böyle… Konuşuyor bu?!”
“Ah! Evet, bu bay Kurtçuk; onunla geldim buralara, benim koruyucu meleğimdir. Aslında ilk başta bahsetmek istememiştim; ama sizi sevdi anlaşılan çünkü benden başka kimseyle konuşmuyordu…”
Kurtçuk:
“Merhaba efendim!.”
Kraliçe.
“Merhaba Küçük Kurtçuk!”
Hep birlikte gülüşürler. Olan bitenle ilgili uzunca konuşurlar. Bir hayli yorgundurlar. Küçük Ceviz Kurdu Minik Kıza:
“Kucağın da uyuyabilir miyim?”
“Tabi ki Kurtçuğum... Tabi ki.”
“Sabah, buradan kurtulmanın bir yolunu nasıl olsa buluruz Minik Kız, uyu biraz, çok yoruldun.”
Kraliçe ve Minik Kız birbirlerine sarılmış, Minik Kızın kucağında Küçük Kurtçuk, uykuya dalarlar.
Ceviz Kurdu sabaha yakın saatlerde uyanır. Minik Kızı ve Kraliçeyi uyandırmadan, nöbetçilerin yanına yaklaşarak onları oklarıyla bayıltır ve hapishanenin anahtar deliğine girerek, içeride bir süre uğraştıktan sonra, kapıyı açar. Sessizce gidip, Minik Kız ve Kraliçeyi uyandırır:
“Hadi uyanın gidiyoruz!”
Minik Kız:
“Dur, dur..! Nereye?”
Kraliçe:
“Kapıyı kim açtı?”
Kurtçuk:
“Ben açtım, nöbetçileri de bayılttım.”
“Ama nasıl..? Konuşan bir Kurtçuk yeterince şaşırtıcı zaten…”
Minik Kız:
“Affedersin Kraliçem, söylemeyi unuttum göründüğünden daha yeteneklidir; bayıltıcı okları ve kılıcı yanında, özel yetenekleri de var ve tabi sevimliliği ile birlikte, zehir gibi bir zekaya sahip. Önceleri ben de şaşırıyordum ama alıştım, merak etmeyin Kraliçem siz de alışırsınız!”
“Ne diyeyim harika bir şeysin Kurtçuk.”
“Teşekkür ederim efendim… harikalık muhakkak size ait.”
“Ooo ağzın da pek iyi laf yapıyor.”
Minik kız:
“Hadi zaman kaybetmeden gidelim… Krala anlatalım olanları”.
Ceviz Kurdu:
“Fakat siz burada kalın Kraliçem!”
“Neden ama?”
“Tehlikeli olabilir; sizi görürlerse kesinlikle başınıza daha kötü şeyler gelecektir!”
Minik Kız:
“Evet Kurtçuk haklı; siz burada bekleyin, biz nasıl olsa Krala olanı biteni anlatınca sizi kurtarmaya geliriz. Böylesi daha güvenli olur.”
“Ama, ya size bir şey olursa, kendimi affedemem!”
“Küçük Kurtçuğum beni korur…”
Kurtçuk göğsünü kabartarak dik bir başla:
“Kesinlikle; o benim Prensesim, onu her kötülükten korurum!”
Kraliçe:
“Şüphem yok. Peki size Kral’ın odasını tarif edeyim...”
Hep birlikte baygın nöbetçileri bağlayıp bir hücreye kapatırlar, Minik Kız ve Ceviz Kurdu Kraliçeden yolun tarifini de aldıktan sonra , hapishane’nin kapısını yavaşça kapatıp, karanlık koridorlardan, sarayın içine, Devlet Yöneticileri’nin olduğu bölüme geldiler, fakat her yer nöbetçi ve askerlerle doludur. Görünmeden Kral’ın odasına yaklaşmak bile imkansızdır. Geldikleri koridorun sonunda duvarın ardına gizlenmişler, Kralın odasına giden yolun boş bir anını beklemektedirler. Tam bu sırada arkalarından iki askerin konuşarak geldiğini fark ederler, kaçacak bir yer yoktur. Çaresiz gözlerle etrafına bakınır Minik Kız ve bir heykel görür, hemen onun arkasına gizlenir; pek güvenli değildir her an görünebilir durumdadır, Ceviz Kurdu yanlarından geçmek üzerelerken askerlerin onları fark etmesi durumunda yapabileceği en iyi şeyi yapar. Minik Kızın cebinden atlar, heykelin üzerine çıkarak yayını iyice gerer ve askerlere nişan alır. Her ihtimale karşı hazır olmak zorundadır! Askerler konuşa konuşa Minik Kızın saklandığı heykelin yanından geçerlerken biri diğerine heykeli işaret ederek:
“Baksana şu heykeli hiç sevmiyorum!”
“Ben de, neymiş; barış ve kardeşliği simgeliyormuş muş…”
Minik Kız ve Kurtçuk stresten ter içinde kalmışlardır. Kurtçuk yayını iyice germiştir, oku hedefine göndermenin zamanı gelmiştir artık, askerler çok yaklaşmışlardır...
”Amaan… Boş ver; bir kaç güne kalmaz Karayaki onu da yok eder!” Diyerek gülüşürler .
Neyse ki askerler, Minik Kız ve Kurtçuğu fark etmeden oradan uzaklaşırlar. Minik Kız ve Ceviz Kurdu derince bir nefes alır.
Ceviz Kurdu:
“Prensesim; gerçi benim için de geçerli ama, minik olman oldukça işimize yaradı.”
“Evet ben de minik olduğum için üzülürdüm eskiden, meğer nede faydalı bir şeymiş.”
Kurtçuk, Minik Kızın cebine atlar ve koridorun boş olduğu bir anda, ileri atılırlar, yavaşça ilerlemektelerken; arkalarından bir askerin sesini duyarlar ama kaçacak vakitleri yoktur, Minik Kız olduğu yerde donup kalır. Askerle göz göze geldiklerinde, Minik Kız en masum bakışını takınır.
Asker:
“Hey ufaklık, senin ne işin var burada?”
“Ben... Ben mi?”
“Evet sen! Çabuk mutfağa git, aşçının yanına, bir daha da burada dolaşma.”
“Peki efendim..!”
Minik Kız ve Kurtçuk, yine derin bir nefes alarak, mutfağa gidiyormuş gibi yapıp, asker gittikten sonra yollarına devam ederler.
Minik Kız:
“Bir asker daha gelmeden Kral’ın odasına bir girebilsek.”
“Az kaldı, bak şu ikinci kapı.”
Minik Kız kapıya yaklaşmıştır, hızlıca atılır, kapının avucundan taşan kocaman tokmağını yakaladığı sırada, koridorun hemen karşısından Karayaki’nin hizmetkar askeri görünür. Minik Kız, hemen gerisin geri kaçar fakat gizlenecek hiç bir yer yoktur! Uzunca bir koridorun tam ortasında bulunmaktadır, hem de hedefine bu kadar yakınken. Saniyeler içinde Minik Kız büsbütün terlemiştir… Sağına soluna bakınır son ümitle aralık duran bir kapıdan içeri atar kendini. Asker Minik Kızı görmemiştir. İçeride tam derin bir nefes alacakken karşısında Karayakiyi bulur. Girdikleri oda Karayakinin odasıdır, uzanmış keyif yapmaktadır. Şaşkın şaşkın bir birlerine bakarlar. Minik Kızın artık bir umudu kalmamıştır, kendi ayaklarıyla düşmanının avucuna düşmüştür.
Karayaki: “Sen nasıl geldin buraya?”
Küçük Ceviz Kurdunun, henüz umudu tükenmemiştir; Karayaki içeride tek başınadır. Küçük Kurtçuk, Minik Kızın cebinden usulca gövdesini dışarı çıkararak, yayına oku yerleştirir Karayakiye nişan alır... Oku fırlattığı esnada, Minik Kız kaçmak için gerisin geri kapıya doğru hamle yapmıştır, Kurtçuk sendeler, ok Kızıl Saçlı Minik Kıza gelir ve sersemleyerek olduğu yere yığılır! Kurtçuk istemeden Minik Kızı vurmuş, bayıltmıştır. Karayaki hemen yerinden fırlar, kızın üzerine atıldığı sırada, Küçük Kurtçuk, kılıcını çektiği gibi savaş meydanında, tek kalkmış, yüreği şahlanmış cengâver endamıyla; Karayakinin önüne atlar ve Minik Kıza uzanan elinin üzerine bir kılıç darbesi indirir. Karayaki nin eli kötü bir şekilde çizilmiş, kanıyordur. Karayaki can havliyle geri çekilir. Bir bakar ki karşısında bir yaratık ona saldırmaktadır…
Ceviz Kurdu:
“Geri çekil, rahat bırak onu, yoksa seninin için kötü olur!”
“Sen de nereden çıktın solucan?”
Karayaki eline geçirdiği ne varsa Kurtçuğa fırlatmakta onu ezmek istemektedir, Kurtçuk üzerine gelen nesnelerden bir yandan kaçmaya çabalarken bir yandan da Karayakiye yaklaşmaya başlar. Kurtçuk ayaklarında yay varmışçasına yüksek ve sertçe sıçramaktadır. En sonunda Karayaki de yorgun düşmüştür ve Kurtçuk son bir hamleyle, boynuna atlar, Karayaki endişeyle yere düşer, Kurtçuk kılıcını zafer kazanmış bir kahraman misali Karayaki’nin üzerine çıkmış gırtlağına kılıcı dayamıştır. Kurtçuk; “Şu zaferimi keşke Minik Kız da görseydi be… Amma karizma yaptım şurada!” Diye geçirir.
Karayaki:
“Bırak beni… Ne istiyorsun pis yaratık?” Kurtçuk oldukça gergin bir ses tonuyla: “Sen bizi bırak, yoksa sonun geldi demektir.” Der.
“Hayır...”
Kurtçuk, etraftaki ışığı adeta işleyen ve göz alan keskin kılıcının ucunu Karayaki’nin gırtlağına biraz daha bastırarak:
“O zaman kılıcımın tadına bakarsın, aciz kadın…” Ancak cümlesini bitirmeye kalmaz…
Bir den ortalık kararmıştır... Ne Kurtçuk ortadadır ne Minik Kız… karanlığa gömülmüştür her yer!
Küçük Kurtçuğu, arkasından sinsice yaklaşan Karayaki’nin sadık üç askerinden biri bayıltmıştır. Bunlar yaklaşık bir karış boyutunda, siyah hamam böcekleridir! Her biri Ceviz Kurdu gibi konuşma yeteneğine sahip, aynı zamanda da kılıç ustalıkları çok iyi olan, kötü böcek askerlerdir.
Minik Kız gözlerini açtığında tepesinde şeytan bakışlı iki asker görür, ne olup bittiğini merak etmekte ve şiddetli bir baş ağrısı çekmektedir. Kurtçuğunu aramaya başlar, sağına soluna bakar “Belki cebimdedir.” Diye düşünerek, elini ceplerine sokmak ister fakat elleri ve ayakları bağlıdır. Etrafına bakınır, askerlerden tam olarak göremese de hala Karayaki’nin odasında olduğunu anlar. Kurtçuğunu merak etmektedir, aranmaya devam ederken:
“Kurtçuğu mu arıyorsun..? Daha doğrusu solucanını!” Yüzünü hafif bir tebessüm kaplamıştı ve odanın diğer köşesini göstererek, “Bak sersem kız işte orada.” Dedi. Minik Kız, Karayakinin gösterdiği yöne baktığında çok üzülür. Küçük kurtçuğu odanın bir köşesinde duran masada, üzerine bir cam fanus geçirilmiş halde görür. Etrafında patlak gözlü, iğrenç böcekler ellerinde mızraklarla nöbet tutmaktadırlar.
“Kurtçuğum... Bırak onu hayin kadın. Ne yaptın benim küçük Prensime?”
“Ben bir şey yapmadım, Böcek Askerlerim okşamışlar biraz… Puhahahaha..!”
Ceviz Kurdu, üzgün ve pişman gözlerle Minik Kıza bakar, ellerini fanusun cam duvarlarına koyarak ona dokunabiliyormuşçasına, titrek ve kısık bir sesle:
“Üzülme Prensesim, ben iyiyim!”
“Çok sevindim Kurtçuğum...”
Karayaki:
“Pek sevinme, sonunuz pek iç açıcı değil, ahmaklar sizi..!”
Karayaki çıldırtan bir sesle haykırır:
“Askerrr, hemen bana o Keşer denen adamı getir!”
Kısa bir süre sonra Keşer getirilir.
Karayaki:
“Getirdiğin bu kız bana suikasta kalktı!”
“Ama efendim nasıl olur?”
“Ve şu kurtçuk konuşan ve yürüyebilen!”
“Bu imkansız!”
“Keşer beni aldatmaya kalkma; bunları biliyordun ve kasten yaptın! Bana yalan söylemek ha… Cezanı çekeceksin!”
“Hayır efendim… Lütfen yapmayın, ben sadece size bir hediye getirdim. İsterseniz kıza da sorun!”
Karayaki Minik Kıza dönerek:
“Söyle sefil neden kaçtınız..? Beni neden öldürmek istediniz… Bu adamla işbirliğiniz var mı? Konuş ahmak!”
Minik Kız:
“Benden asla laf alamayacaksın hain kadın!” Der ve düşünür… bir şey söylemezse Keşeri öldürecektir; her ne kadar başına gelenlerin sorumlusu bu kokuşmuş adam olsa da:
“Bu adamla bir alakam yok… O tıpkı senin gibi kötülük dolu biri ve beni buraya zorla getirdi…” Der.
Karayaki:
“Hahaha..! Anlıyorum Minik Kız; tabi ki suç ortağını ispiyonlamayacaksın… Ama bu seni ve onu kurtaramayacak..!”
“Askerler, bu sahtekarı Karagöle atın.” İki Asker Keşerin Kollarına girerek çekiştire çekiştire odadan dışarı çıkartırlar.
“Beni nereye götürüyorsunuz, Karagöl de neresi?”
“Biraz yüzeceksin, eğer iyi yüzebilirsen kurtulursun…” Ve askerler pis pis gülüşürler!
Keşer; “Beni boğmazlarsa kurtulurum… İyi bir yüzücü olduğumu bilmiyorlar…” Diye düşünür!
Göle gelmişlerdir; çürümüş ot ve ağaçlarla çevrili tarihte kaybolmuş, karanlık, büyük bir su birikintisidir bu.
Askerler, Keşer’i gölün içine fırlatırlar ve koşarak kaçarlar…
Keşer pisliğin içine düştüğü için biraz hayıflanır: ”Salaklar kokuya dayanamadılar herhalde!” Diye söylenir kendi kendine. Ve kıyıya doğru yüzmeye başlar…
ıı
Karayaki’nin odasında,Minik Kızı elleri ve ayakları bağlı bir sandalyeye oturtmuşlar kızıl uzun ve parlak saçlarını kesmektedirler!
Kurtçuk:
“Yapmayın bunu, cadı kadın bırak onu!”
Karayaki:
“Kes sesini solucan, sıra sana da gelecek!”
Böcek Askerlerden biri elinde ki topuzla, Kurtçuğun olduğu fanusa sertçe vurur ve sesin şiddetli yankılanmasıyla, Kurtçuk kulaklarını kapatarak yere çömelir.
Böcek Asker:
“Kes sesini, yoksa seni örümceklere yem ederim sülük!”
Minik Kız çok sevdiği kızıl saçlarının kesilişine üzülmektedir, donuk bir ifade takınmış, gözleri duvarda ki tabloya sabitlenmiştir! Tablo yağlı boya çalışmasıdır; ayın geceyi aydınlatışını kompoze etmektedir ama Minik Kız daha derinlere dalmıştır, çok daha uzaklardadır ruhu. Kim bilebilir belki de annesinin yanında!
Minik Kız tüm saçlarını kaybetmiştir. Sıfıra sıfır kala kalmıştır, ama sevimliliği olduğu gibi durmakta, hatta eskisinden daha da şirin olmuştur…
Karayaki Minik Kızın kafasına sertçe bir şamar indirir ve bundan müthiş bir haz duyar ucuz bir kahkaha atarak:
“Askerler; bu saçları toplayın, düzgünce örüp getirin… Güzel bir peruk yaparım onlardan... ve bana Lamar’ı bulun, hemen…”
Askerlerden biri aldığı emirle koşarak gider… O çıktığı sırada içeri Karayakinin sadık askerlerinden başka biri girer:
“Efendim; Kral’ın misafiri var… Diğer kasabanın valisiymiş bizim kasabadan göçlerin kendi kasabalarına doğru artığını söyledi! Karayakinin neşesi yerini kin ve nefrete bırakır, burnundan soluyarak:
“Olacak iş değil! Neden önce bana getirmediniz?”
“Efendim, kapıda diğer askerler vardı, Kıral’a gidip haber verince… birşey yapamadık!”
Karayaki, yanına Böcek Askerlerinden ikisini aldı ve içeride iki asker ile Küçük Kurtçuğun fanusunun başında, bir böcek asker bırakarak, ardında karanlık rüzgarını estirerek odadan çıktı…
ııı
Keşer Karagölde; yüzmekten yorulmuştu. Kıyıya çok yakındır, fakat kara sudan dışarı çıkamamıştır! O çırpındıkça sanki kara uzaklaşmaktadır! Gölün derinliklerinden korkunç bir böğürttü gelir; Keşer korkudan iyice gerilmiştir fakat kollarında tek bir kulaç atacak derman kalmamıştır.
Keşer korkuyla:
”Öleceğim burada… Kimse yok mu? Çıkartın beni.. İmdaaaat!!”
Kara su, Keşer’in altından çok hızlı bir şekilde çekilir, göl aniden kupkuru olur! Hayin adam, kendini kilometrelerce yükseklikte, dibi görünmeyen bir dehlize doğru düşerken bulur, can havli ile çığlık atarak imdat istemeye devam eder fakat sesini duyan kimse yoktur, çok yalnızdır. Boşlukta derinlere doğru sürüklenmekteyken şimdiye kadar yaptığı kötülükler gelir aklına; tüm hayatı gözünün önünden geçerken, pişmanlıkla dolu bir ömür görür geride!
Göl suları vahşi bir heybetle; yerin derinliklerinden geri kusulur ve fışkıran kara su Keşeri dibe vurmadan gök yüzüne fırlatır. Gölün suları aç bir kurt’un ağzı gibi iki yana açılarak hayin adamı yutar! Keşer gölde kaybolup gitmiştir, su görevini yapmıştır. Kara sular; hiç bir şey olmamış gibi tekrar ucube sessizliğine ve gök yüzünün maviliğini kirleten karanlığına bürünür!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.