- 531 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
Yokluğunda bir varlık var
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu bulan, herşeyi bulur." Sözler Risalesi’nden.
Kibir avuçlarını kapamaktır. "Ben bana yeterim!" demektir dünyaya. Hatta "Ben hepinize yeterim!" Bu sadedde tekebbür ancak el-Mütekebbir olan Allah’ın hakkıdır. Çünkü es-Samed olan yalnız Odur. Herşey varlığa çıkmak (ve de varlıkta kalmak) için yaratışına muhtaçtır. Oysa hiçbirşeye muhtaç değildir. el-Kayyum Odur. Bir projektörün görüntüyü perdede tuttuğu gibi her ân bizleri varlıkta tutar. Allah büyüklendiğinde kendisini olmadığı birşeyle tavsif etmez arkadaşım. Bunu sakın yanlış anlama. Çünkü büyüklenmek ’fazlası görünmek’ gibi anlaşılıyor bizde sadece. Doğru değildir. Allah büyüklendiğinde Zât-ı Kudsîsini hakkıyla tarif etmiş olur. Senasını ettirdiğinde hakettiği övgüyü işitmiş olur. Şükrümüz de zaten hakettiği teşekkürdür. Yani ki, arkadaşım, Hak Teala bizden her ne istese hakkı olanı ister. İhtiyacından istemez. Gereğinden ister. Adaleti öğretir. ’Mış gibi’ sahası değildir orası.
’Mış gibi’yi biz aramızda yaparız. Çünkü hakikatte sahibi olmadığımız şeylerin ticaretini yapıyoruz şu hayatta. Emanetçisi olduklarımızı al-satıyoruz. Emanetçi sahiplik iddia ettiğinde hakikatin gurbetine düşer. Kibri terkettiğimizde tevazu sılamız olur. O ’vazedildiğin gibi’ olma halidir. ’Alçakgönüllülük’ diyorlar ya karşılamıyor. Aslı şu: Alçalmak, alçaktaymış gibi yapmak, yok. Zaten alçaktasın. Ait olduğun yerden konuşmaktır tevazu. Yapmacıklık değildir. Tasannuyu kibirliyken yapan biziz. Cenab-ı Hakkın büyüklenmesi ise yapmacık değildir. Kemalini tarifidir.
"İnsan kendisini müstağni gördükçe azgınlaşır!" buyruluyor Alâk sûresinde. İşte Kur’an’ın kelamullah olduğuna bir delil. Sen bundan daha isabetlisini duydun mu? Kur’an’da sahiden Allah konuşuyor. Zira bu derece teşhis başkasının sözünde bulunamaz. Ancak Ustası eserini bu denli ’tastamam’ tarif edebilir. Evet. Gerçekten de ’kendimizi ihtiyaçsız gördükçe’ azgınlaşmaya başlıyoruz. Yoldan çıkışımız da biraz şuna benziyor: Bir fabrikanın herhangi bir çarkı, çevresiyle uyumlu şekilde görevini yürütmesi gerektiğini unuttukça, kendi başına buyruk şeyler yapmaya başladıkça, düzenin zararına işliyor. Kendimizi yeterli görmek bizi büyük resme ilgisizleştiriyor. Lekemizle uğraştırıyor. Uyumdan habersizleştiriyor. Hodbinlik, hodgamlık, hodendişlik... Yani ki ’ben merkezcilik’ hükmü altına alıyor herşeyimizi. Ve bu odaklanma hatasıyla parçası olduğumuz bütüne zarar vermeye girişiyoruz artık. Halbuki, arkadaşım, konu biz değiliz. Konu hep beraber Allah’ın senasını edebilmek. Bir orkestrada konu davulcu değildir. Hizmetçisidir. Davulcu gümgümünü konunun ta kendisi sanrılarsa bütün ahengi altüst edebilir. İstiğnamız bizi böylesi bir yanlış tezahüre götürüyor. Harf kendisini kelimenin tamamı sandığında okunacakları okutmaz olur. Vurgu azı çoğa galip eder. Varlıkta elbette tuttuğumuz bir yer var. Ancak tutamadığımız yerler tuttuğumuzdan çok.
’Kanser’ nedir bilir misin? Kanser sorunlu bir hücrenin bedenin yerine geçmeye çalışmasıdır. Amitoz bölünmeyle meczup çoğalarak içinde yaratıldığı âkilliği mahvetmesidir. En nihayet yıktığı uyumun enkazında kendisi de kalır. Öldürdüğü canlının vücudunda kendisi de ölür. Bindiği dalı kesen oduncu gibidir yani. Fakat bu ebleh halini sonu gelene kadar farketmez. İnsanın tekebbürü de onun kanserleşmesidir işte. Tevazusu şifasıdır. Bunu şuradan da anlayabilirsin ki: Tevazu gösterdikçe, varlık, yaptığının doğruluğuna işaret eder gibi seni ödüllendirir. Bir Kanser Hastasından Yakınları İçin 75 Faydalı Öneri isimli kitapta okumuştun. Sonra Vücudunuz Hayır Diyorsa: Duygusal Stresin Bedelleri eseri de öğrendiklerini desteklemişti. Ölümcül hastalıklara yakalananlar genelde hayatın yükünü tek başlarına kaldırmaya çalışanlar. Hastalık sürecinde ilk öğrendikleri şeyse ’insanlardan yardım istemeye alışmak’tır. Hatta, yazar Deborah Hutton’ın tecrübesiyle de altını çizdiği üzere, sanki kanser, acizliğini bilmeyen insanlara ’yardım istemeyi belletmek’ için gönderilmiştir. Aslını idrak ettikçe bir nebze hafifler.
Aleyhissalatuvesselam Efendimiz "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir!" buyuruyor. Onun bu inci-mercan beyanına şu açıdan da iman ediyorum: Evet. Öyle. Kibri yokedemeyen insan hayatından tasannuyu da çıkaramıyor. Tasannuyu yokedemeyense ’mış gibi’ yapmaktan kurtulamıyor. ’Mış gibi’ gemiye atabileceğimiz yükleri sırtımızda taşımamızın en büyük müsebbibi. Yani, her neyde kibir yapıyorsak, onun fazladan yükünü çekiyoruz. Bu fazla yük de ’mümkün cennet fırsatı’ndan uzaklaştıyor bizi. Çünkü, cennet, ona ihtiyacımızı bildikçe bizi tamamlıyor. Bizim tamamlanmamız cennetimiz oluyor. Eğer ihtiyaçlarımız olmazsa Allah’ı bilemezdik. Yaralarımız olmasaydı bedenimize ışık sızamazdı Mevlana Hazretlerinin tabiriyle. Eksik bırakıldık ki tamamlanalım. Avuçlarımız boş bırakıldı ki oraya bağışlarda bulunulsun. Rahmet dolsun. Sahibi bulunsun. İnkâr etmek yerine açmalıyız. Açtıkça zenginleşeceğiz. Açtıkça hayatımız bereketlenecek. Açtıkça cennete dönüşecek.
Hem yine denmiyor mu: "Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise tekebbürle tetâvül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür. Yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür. Yani tekebbürdür."
Dua da bu anlamda bir ’kabullenme eğitimi’ değil mi? Mürşidim bir başka yerde diyor ki: "Bir müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan, hatta izzet-i rütebîden fedakârlık etmek gerektir." Çünkü sebeplere hallakiyet/yaratıcılık vermemenin (tevhidin) sonucu kendini detaylaştırmaktır. Hatta şunun arkasında, arkadaşım, ’yaralarınla barışmak’ da vardır. Bediüzzaman’ın ’elyazısının kötülüğünü kabullenmekle-barışmakla’ elde ettiği zenginliği düşünsene: "Eskiden beri diyordum: ’Ya Rabbi! Ben o kadar muhtaç iken ve nazmı severken, bu iki nimet bana verilmedi’ diye, teşekkî değil, tefekkür ediyordum. Sonra bana kat’î tebeyyün etti ki: Şiir ve hat bana verilmemek de büyük bir ihsan imiş. Hem o hatta ihtiyacımı sizin gibi kalem karamanlarının muavenetleri temin ediyor. Hat bilseydim, hatta itimad edip, mesâil ruhta kararlayarak nakşedilmeyecekti. Eskiden, hangi ilme başladım, hattım olmadığı için ruhuma yazardım. Fevkalâde bir meleke ihsan edildi."
Eksiklerimize "Bakalım nasıl tamamlanacağız?" diye baktıkça cennetimizin kapısı açılıyor. İstiğnaya kapıldıkça bizden küsüyor. Allah korusun. Cennetinden kopan cehennemine yuvarlanıyor. Sahi şu da enteresan değil mi: Cehennem sürekli yandırılmakla sanki bir ’eksiltilme’ yeridir. Adem memleketidir. Yıkım cenderesidir. Cennetse nimetlenmekle sürekli ’arttırıldığımız’ bir semttir. Vücud yurdudur. İnşa menzilidir. Eğer cehennemin müsebbebi içimizde barındırdığımız kibirse, yani ki o ateşi "Ben hepinize yeterim!" iddiası tutuşturuyorsa, "Bak bakalım yetiyor musun?" tarzı ’mütemadiyen eksiltilmeyle’ cezalandırılması mâkul değil midir? Hem madem cennetlik olanlar mütevazı davranıyor. Eksikliğini biliyor. Onların da ’mütemadiyen çoğaltılması’ manidar görünmez midir? Ben; hem bu dünyadaki hem ahiretteki tecellileriyle; kibir ile adem, tevazu ile vücud arasında bağlar görüyorum. Ama gösterebiliyor muyum? İşte ona da sen karar vereceksin arkadaşım. Yani onu da sen tamamlayacaksın. Ne de olsa yorum şahit olunanı tamamlar. Zenginleştirir. Ve şahit olunduğunun bir delilidir.
YORUMLAR
Adem as varlik aleminde yaratilanlarin ilki idi . Adı hiç'ti . Hiclikten dünyası Havva'ya geldi . Adem , A sı KIYAM,DE'si RUKÛ, M'si SECDE idi.
Hiclikten yepyeni bir dünya kuruldu 6 günde . Sonraları Habil ve Kabil geldi .
Aralarına kıskançlık girdi .
Sonra kabil habili attığı taşla yaralayip öldürdü . Sonrası ah vah . Bir kuş geldi . Ölü yavrusu icn ayakları ile mezar kazdı ve gömüp üzerini örttü .
Her canlıda her yaradilmista bir hikmek vardır . Bazen dilsiz bile olan kendi arasinda anlaşan hayvanlar , bitkiler ,ağaçlar insanlara bir şeyler öğretir. İnsanin kibri kendisini yer ve bitirir . Önce surudugu ayaklarını sonra giydiği pantalonu veya eteği , sonra elbisesini sonra kendi kendini .
İnsan önce ne yaparsa yapsın kendisi kendi kendine yapar .
Tövbe kapısı 7 /24 açık yeter ki vurmayı bil , ceviz kabugunu doldurmayacak dünya sebepleri için kimseyi kırma , üzme , incitme .
Sonunu bildiğiniz şeyler için azık hazirlayin . Çünkü dünyada her misafirin bir sonu var.
Osman Rahman Kul tarafından 3.12.2022 22:06:15 zamanında düzenlenmiştir.
Osman Rahman Kul tarafından 3.12.2022 22:08:48 zamanında düzenlenmiştir.
Mitoz bölünme çok hücrelilerde çoğlmayı sağlar. Fazları vardır da çok tıbbi derine inmeden kişilikler üzerinden gidelim . Misal saidi Nursi'nin de üç fazı vardı ancak tıpkı mitoz bölünmede olduğu gibi kromozom yapısı değişmeyen düşünme biçimini çoğaltarak kişiler düzeyine getirdi. Günümüzde fetö odaklarının beslendiği bir besiyeri olarak çoğalması devam etmektedir.
Kibirden nefret eden dinin ne kadar tarikat temsilcisi varsa kendisini en nurlu en zamanların ötesinde en ermiş bilmiş ilan ettikleri müthiş kibirleri ile el ayak bacak öptürdüklerini ve kendilerini kulların üzerinde bir varlık gibi gördüklerini bilmeyen yoktur. Nerede bir tarikat yuvası varsa orada her türlü iğrençlik olduğunu artık ensarcılık oynamadan da diyebiliriz.
İnsanın bedeni kanser hücresi var eder ama yine mucize insanın bedenindeki bağışıklık sistemidir. Neyle beslendiğiniz önemlidir. Katkı maddeli tarikat hormonu mu, doğal halis kaynaktan aldığımız inanmak mı? Doğala özdeş diye hep kandırılıyor bu insanlar da Arap araptır kanserde kanser.
Günün sonunda kibre iyi gelen en iyi ilaç gerçek bilgi ile bolca beslenmektir.
İşte yüzyıllara meydan okuyan ölümsüz bir liderin Mustafa Kemal Atatürk'ün anısı:
''Atatürk sınıfa girince,öğretmen kürsüsünü terk etti. Atatürk: -Hayır,yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz,dedi.Eğer izin verirseniz,biz de sizden faydalanmak isteriz.Sınıfa girdiği zaman,Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir''
:))
Sevgilerimle...
Den(iz) tarafından 3.12.2022 18:05:44 zamanında düzenlenmiştir.