- 263 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İMRENİLECEK NOKTAYA ULAŞABİLMEK İÇİN
İMRENİLECEK NOKTAYA ULAŞABİLMEK İÇİN
Doğumdan ölüme kadar olan hayatta, isteklerimiz, beklentilerimiz, amaçlarımız, varmak istediğimiz hedefler, varamadığımız yerler, başarılarımız, yitirdiklerimiz, güzelliklerimiz ve çektiğimiz sıkıntılar inişli çıkışlı dünya üzerindeki maceramızda, ya ibret, ya da bir hikmet olarak sınavı tamamlamış oluruz.
Herkes ya da yüzde doksan dokuzu hayatı sorunsuz ama rahat, bol kazançlı fakat fazla yorulmadan, dertsiz, ağrısız sızısız lakin öyle durumda olanların ağrı ve dertlerini hissetmeden, en yüksekte olup bir gün en aşağıya düşme tehlikesini aklına getirmeden; zamanın ve mekanın verdiği nimetlerden bir onun yararlanmasını dileyip; yok yoksul ve ihtiyacı olanlarla paylaşmadan; velhasılı empati yapmadan yani halden anlamadan gelip geçmek ister.
Gündüzün ardından gecenin, gecenin ardından gündüzün olduğu gibi insanın da güzel günleri ve sıkıntılı dertli günleri de olacaktır. Dert ve sıkıntıları gece ile tarif edersek; gündüz ise mutlu, huzurlu, başarılı velhasılı dertsiz olduğumuz günler anlamına gelebilir.
Aslında insan, hiçbir şeyden sonuna kadar memnun ve mutlu olan bir canlı değildir; bir müddet sonra elinde olup da onu mutlu kılan şeyden de çok çabuk bıkar ve başka mecralarda macera arar. Bu durum, bazen başına, en olmadık yerde ve zamanda türlü belalar açar, akla gelmedik, umulmadık sıkıntılar, hastalıklar, hatta ölümler getirebilir. Romanlar, magazin dergileri, gazete ve görsel medya bu tür polisiye vakaların haberleriyle doludur.
İnsanı diğer yaratıklardan; bilhassa hareket eden hayvanlardan ayıran en önemli noktalar akıl ve bilinçtir. Diğer canlılar dünü bilmez ve hatırlamazlar, yarını da tasavvur edemezler ve bir girişimleri yoktur. Onlar sadece şu anı yaşarlar. Halbuki insan geçmiş zamandan ders alır, ibretleri inceler ve tecrübe kazanır. Bu tecrübesi sayesinde şu anı yaşar ve gelecek zaman hakkında planları, projeleri olur.
Göçmen kuşlar ne zaman göç edecekleri konusunda, ördek kaz gibi kümes hayvanlarının yavruları nasıl yüzecekleri hakkında, arılar hangi çiçekten tozları toplayıp nefis bir balı, hangi düzeneğe göre yapacaklarını; doğuştan öğrenmiş olarak getirirler. Böyle bir özelliğe sahip bir hayvan yavrusu hiçbir okula gitmeden ve sınava girmeden bilinçaltında olan bu becerileriyle dünyaya gelirler. Vakti zamanı gelince de yüzerler, uçarlar. Bu nimetler onlara başta verilmiştir. Hatta ürettikleri balı kimin için ve niçin yaptıklarını bilmezler.
İnsanda akıl ve bilinç olduğu için; gelişmek, araştırmak, öğrenmek zorundadır. İnsan yavrusu ile bir koyun yavrusunu ele alırsak; insan yavrusu beş altı yaşına kadar (hatta daha büyük yaşlara) annesine, babasına ve büyüklerine bağımlıdır. Fakat, diğer canlılarda bu bağımlılık zamanı daha çok kısadır. Onlarda bir çok şeyi deneme - yanılma yoluyla öğrenebilirler; fakat öğrendikleri şeyleri, bilgi ve tecrübeleri hem cinslerine nakledecek bir iletişim araçları, yazı gibi nakil vasıtaları yoktur.
Fakat, insanlar, deneme yanılma yoluyla da olsa öğrendikleri bir şeyi hafızalarına kaydedip, önce sözlü olarak bir başkasına naklederler. Önce görsel olan bu nakil işi daha sonra sözlü olmuştur. Sözlü aktarmadan sonra resimsel şekildeki işaretlerle ve o şekillerin ifade ettikleri durumları tekrar ede ede, sadeleştirerek yazı şekline getirmiştir. Her coğrafi bölge kendi ses ve şekil anlayışına göre o bölgede ilkel gelişimini sağlamıştır. Bu ilkel gelişim üzerine az ve çok kullanmaya dayalı olarak kurumsallaşmıştır. Bu kurumsallaşmalar başlayınca da o kurumun tekrar olabilmesi veya gelişmesi için bir gösterme ve öğretme dönemi başlamıştır. En ilkel olanından en gelişmiş olanına kadar bu gelişmeyi sağlayan mevhuma eğitim diyoruz.
Her insan bir mevzuyu aynı şekilde anlayacak diye bir kural yoktur. Arıda nasıl bal yapma özelliği varsa; deve de yoktur. Kuşta uçma özelliği varsa, göçmen kuşlar yollarını pusulaya ve haritaya bakmadan buluyorlarsa aynı özellik hamsi balığında yoktur. Çünkü onların yaratılışında görevleri ve özellikleri bellidir ve değişime uğrayıp farklı işler yapmaları sınırlıdır.
İnsana verilen akıl nimeti, insanın çalışmasıyla, deneme yanılma metoduyla gelişir ve geliştirdiği nakil vasıtalarıyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktarmalarda her insanda aynı güç ve kuvvet yoktur. Kimisinde akılı destekleyen ayrı hususiyetler vardır. Bu özelliklere yetenek diyoruz. Herkeste aynı yetenek olacak diye bir kural da yoktur. Kimisi sesleri, kimisi ahenk, uyum ve renkleri, kimisi bilimsel mevzuları, kimi ticareti, kimisi de sözlerin kurgulamasını başkasından daha iyi anlar ve becerileri sayesinde de üretir.
Küçük yaştan itibaren bir bebek ile başlarsak; bebeğe vereceğimiz eğitim ve yaklaşım ses tonumuz ve hareketlerimizin yumuşak ve içten olmasına çok dikkat etmeliyiz. İnsan yavrusu sadece et kemik değildir; onun öyle bir varlığı vardır ki ona ruh deriz ve gözle göremeyiz. Ruh çok hassastır ve sevgiyle yumuşak yaklaşımı sever; bağırmaktan, hakaretten, nefret söylemlerinden hoşlanmaz.
İnsan yavrusu günden güne biyolojik olarak beden gelişmesini sağlarken, çevrenin ve ebeveyninin ona yaklaşımlarıyla ruhi ve akıl, yetenek ve beceri alanları uyarılır ve gelişir. Bir bebek, bu sahada gelişimini sağlarken başlangıçta en yakınlarının ve çevresinin sevgi dolu ve bilimsel yaklaşımına ihtiyaç duyar. Bu gelişmesini sağlarken onun zekasında, aklında, hafızasında, yeteneklerinde ve beyninde gelişmeler olur. Daha küçük bir çocukken bu sevgi ve gönül kapısı açıldığı zaman, o çocuk kendi kendine çevresini sorgulayıp eşyanın maiyetini anlamaya çalışır. Bu araştırmaları yapabilmesi için ana babanın, eğitimcilerin ve çevrenin onu titizlikle izleyip; neye ilgi duyduğunu tespit etmesi gerekir. Bu ilgi duyduğu noktayı tespit edildikten sonra onun “merak” duygusunun uyarılması, araştırma yapabilme imkanının sağlanması, gelişmesi için her türlü destek verilmesi gerekir.
Güzel sanatlar eğitimi küçük yaşta ve bilinçli olarak yapılmalıdır. Bu eğitimi yaptıracak olan ana baba ve eğiticilerin bu konuda bilgi ve beceri sahibi olmaları; özellikle bilinçli destek vermeleri başarı merdivenlerinin basamağını hızla yükseltir.
Çevre ve aileler, çocuklarının maddi kazanımlarla süslenmiş bir gelecek istedikleri için çocuğun içerisinde fırtınalar koparan güzel sanat yeteneklerini ya görmemezlikten gelirler, ya da fark etmezler. Meseleye daha yalın bir şekilde izah edecek olursak; oldu ya, bir çocuk müzik veya resim eğitimin aldı. “Bu işte iş imkanı yok, nerede para kazanacak” diyen çoktur. Fakat, hiç de belli olmaz.
O çocuk iyi bir eğitim aldıysa ve mesleğini de seviyorsa; sevdiği mesleğe emek verirse; hiç umulmadık zamanda misliyle para kazanabilir ve eserleriyle de unutulmazlar arasına girebilir. Ludwig von Beethoven, Mimar Sinan, Tolstoy, Dede Korkut, Fuzuli, Karacaoğlan, Aşık Veysel, Leonardo da Vinci, Van Gogh ve Dede Efendi’nin yaşadığı dönemdeki imparatorlar, krallar, şahlar, sultanlar, cumhurbaşkanlarının hepsi unutuldu ama o sanatkarlar, unutulmadı ve bütün insanlığın ortak değerleri oldular. Siz neden böyle bir yeteneğe sahip çocuğun yakını, eğiticisi ve destekleyeni olmayasınız, ya da bütün insanlığın bin yıllardır hayranlıkla benimsediği bir eseri üretecek olan sanatkara yabancı olasınız.
Herkes bir yönüyle sanatkardır: Çünkü, ya bir sanatkar ana babasıdır, ya eğitimcisidir, ya da destekçisidir yahutta bizzat sanatkardır. Bir de bu yönümüzü keşfedelim. İnsanlar ve milletler güzel sanatlar sahasında verdikleri eserleriyle; geliştirdikleri kültür ve medeniyet sahasındaki güzel eserleriyle uygar ve imrenilecek noktaya ulaşırlar.
Halil GÜLEL
Düsseldorf 02.12.2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.