- 302 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ebe anne
Babam öldüğünde annemin karnında altı aylık kalmışım. Rahmetli annem bir ilkokul da hizmetliyken emekli oldu. Annemin çalıştığı okulun müdürünün ön ayak olması neticesinde Balıkesir Ebe okulundan 1946 yılında ebe olarak mezun oldum. Mezuniyetimden sonra kışa doğru kendi ilçemize yakın bir yere,köyler gurubu ebesi olarak ilk tayinim çıktı. 8-10 köyün ebeliğini yapacaktım. Ebeliğin yanında bir sağlıkcının yapması gereken ne varsa onu yapacaktım.Hatta acil durumlarda buna oparatörlükde dahildi. Merkezi durumda olan köyde ikamet etmeğe başladık. İkamet ettiğimiz köyün muhtarıyla tüm köy halkıda bize sahip çıkmışlardı. O zamanlar böyle ne yollar vardı nede motorlu araçlar. Tek ulaşım aracı atlar ve merkeplerdi.Tek tükte olsa traktör’e ve diğer motorlu araca rastlayabiliyordunuz.Eğer sorumlu olduğum köylerde doğum veya sağlık hizmetleriyle ilgili olarak bana ihtiyaç duyulduğunda bana ihtiyacı olan köyün köy korucusuyla haber verilir yine köy korucusuyla ve hasta sahibiyle atla veya yaya olarak o köye gider hizmet verirdim.
Köye yeni atanmıştım. Birkaç günden beri devamlı yağan kar hertarafı kaplamıştı. Annem öğle namazını kılmış ,birlikte teneke sobamızın ısıttığı odamızda camın kenarında oturuyorduk. O zamanlar elektrik pek yoktu. Hatta bırakın köyleri her ilçede bile yoktu. Gaz lambaları vardı. Ben elimde örgüm,annemde gaz lambasını almış bir çomağa doladığı bir bezle lamba şişesini silmeye çalışıyordu. Lamba gece boyunca sabaha kadar devamlı yandığından is yapardı. Her gün öğleden sonra silinirdi. En iyi en çok ışık veren lamba ise 5 numara lamba idi.
Kar hala yağmaya devam ediyordu.
-Ebe hanım,ebe hanım..
Annem gözlüklerinin üstünden bahçeye baktı,
-Bak kızım muhtar bağırıyor galiba dedi.
Kalktım pencerenin perdesini aralayıp dışarı baktığımda köyümüzün muhtarı ile yanında tanımadığım bir köy korucusuyla bir adam duruyordu. Bahçeye çıktım,
-Buyur muhtar hayrola dedim.
-Hayır hayır da bu havada da nasıl hayır.
-Buyurun içeri gelinde konuşalım dedim.
İçeri girdiler. Köy korucusuyla yanındaki adam yanmakta olan sobanın yanına sokulup ellerini oğuşturmaya başlamışlardı.Belliki çok üşümüşlerdi.
Muhtar ;
-Ebe hanım bu korucu arkadaş şu tepenin arkasındaki köyün korucusu,şu arkadaşta hastanın eşi,
-Hayırdır ?..
Korucu söze girdi,
-Ebe hanım, bu arkadaşın eşi doğum yapmak üzere. Akşamdan beri köyde kadınlar uğraştılar ama beceremediler.Hani canım bilirsin ya her köyde yaşlı köy kadınların dan köy ebesi vardır ya o işte.
- Eeeeee!..
-Baktık ki olmuyor seni almıya geldik.
Hastanın sahibi lafa karıştı,
-Aman ebe hanım yardım edin nolur karım çok acı çekiyor..
Muhtar,
-Havada kötü ama..
-Muhtar, sen tamam dersen beni devlet bu günler için okuttu,görevlendirdi. Kar , kış,tufan fark etmez. Görev görevdir.
Hani galiba birazda cahilliğin ataklığı vardı bende. Aneme baktım sen bilirsin der gibi ellerini iki tarafa açtı.
-Sen bu arkadaşlardan çekinme ebe hanım,bunlar sağlam arkadaşlardır.Seni aldıkları gibi işin bitince buraya getirirler inşallah,sen orasını takma kafana dedi muhtar.
Giyindim çantamı aldım dışarı çıkarken annem usulca,
-Kızım silahını aldın mı ?dedi,
Devlet bize silah da vermişti.
-Tamam anne sen merak etme çantamda dedim.
Üç at getirmişlerdi. Birine ben diğer ikisine de korucuyla hasta sahibi bindi ,beni ortalarına aldılar. Atımın da yularının birini korucu tutuyordu. Karda bata çıka başladık yol almıya.
Köyümüzün çıkışına kadar muhtarımız ve bizim korucumuz bizi uğurladı.
Yaklaşık gideceğimiz köy dört kilometre kadardı.Ama o zamanlar şimdiki gibi yollar neredeee. Köyler arası yollar patika gibiydi.
-Ebe hanım,daha kısa dan gitmek için şu tepeyi aşmaya ne dersin ?dedi korucu.
-Sen bilirsin,neresi daha yakın ve emniyetli ise olur dedim.
Başladık benim atım ortada bayırı tırmanmaya. Ama kar sanki hızını dahada artırmış iri iri atıyordu. Karla birlikte de kavurucu bir soğuk vardı. Galiba o zamanların soğuğu da daha soğuktu sanki.
Tepeye vardığımızda arkama baktım bizim köyün muhtarı ile korucusu hayal meyal görünüyordu.
Atlar tipiden etkilenmiş olacaklardı ki huysuzlanmaya başladılar. Atımın yularının diğer ucunu ise hasta sahibi tuttu. Hani at huysuzluk yaparsa ata sahip olacaklar.
Karlara bata çıka ilerliyoruz. Zaman zaman atlarımız karınlarına kadar kara batıyor,zorla yol alıyoruz.
-Bu havada kurtlarda vardır dedim.
-Vardır ebe hanım dedi korucu. Vardır da bak hem bende hemde arkadaşta tüfek var,evvelallah hiç korkma sen dedi.
Ne kadar yol aldık bilemiyorum uzaktan hayal meyal köyü görür gibi oldum.
-Vardık galiba dedim
-Daha yolumuz var ebe hanım dedi korucu.
Bir ara atlarımız huysuzlandı. Etrafa bakındık,yaklaşık 150 metre kadar sağ tarafımızda ağaçlığın kenarında sanki köpekler toplanmış ta bize bakıyorlar gibi geldi bana.
-Köpekleri gördün mü? diye korucuya seslendim,
Korucu gülerek,
-Onlar köpek değil ebe hanım onlar kurt dedi. Ama sen korkma diye de ilave etti.
Ben hemen çantamdaki silahımı çıkarıp emniyetini açtım.
-Oooo..! ebe hanım sizde boş değilmişsiniz dedi hasta sahibi.
-Eeeee..! ne yaparsın böyle zor durumlar için devlet verdi onu dedim.
Korucu atından indi,atının yularını hasta sahibine verdi. Birkaç adım kurtlara doğru yürüdü ve silahını doğrultarak kurtlara doğru birkaç el ateş etti. Kurtlar gözden kaybolmuşlardı. Tekrar yola koyulduk. Silahımın emniyetini kapatıp mantomun cebine koydum.
Köye yaklaşmıştık. Artık köyün evleri tipiye rağmen görünüyordu. Köye iyice yaklaştığımızda köyün dışında elinde silahlarla birkaç adamın bize doğru geldiğini gördüm.
-Silah sesini duydular ya ondan yardıma geliyorlar dedi korucu.
Gelenler,
-Silah sesini duyunca koştuk dediler
-Kurtlardı dedi korucu,birkaç el ateş edince gittiler dedi.
Köyün diğer kıyısındaki eve geldiğimizde ,
-Burası dedi hasta sahibi,
At dan indim.
-Ebe hanım biz şu karşıki kahvede bekliyoruz eğer bize ihtiyaç olursa haber verecekler dedi.
-Tamam dedim.
Ev o zamanın şartlarına göre kerpiçten yapılmıştı. Odaya girdiğimde odada iki orta yaşlı hanım birde yer yükseği sedirde yatan ama inleyen bir genç kadın vardı. Odada soba yoktu. Kapının tam karşısındaki duvarda bir ocaklık vardı. Kalın meşe odunları çatır çatır ses çıkararak yanıyordu. Odayı da çok güzel ısıtıyordu. Ateşin üstünde de kocaman bakır bir güğüm vardı.
-Hoş geldin ebe hanım dedi
-Hoş bulduk teyze,durum nasıl ?
Biri kızın annesi diğeri de doğum yapacak olan kızın kayınnasıymış.
-Akşamdan beri uğraşıyoruz ama bir türlü olmadı dedi kızın annesi
-Kaçıncı doğumu,
-İlki dedi hastanın kayınnası.
-Bir de ben bakayım,sıcak suyu hazırlayın dedim.
Doğum yapacak olanı sedirden aşağı aldık. Muayene ettim, su kesesi boşalmıştı, doğum çoktan başlamıştı.Bebek ters geliyordu.
En zor doğum buydu. Normalde bebek başı ile gelir ama bu ayakları üzerine geliyordu. İşte doğum ondan bir türlü yapılamamıştı.
- Korkmayın ama bebek ters geliyor ben bebeği içeride çevirmeye çalışacağım dedim.
Kızın annesine,
-Kızının başını hafif kaldır ve şu yastığı başının altına koy, kızının kollarını sıkı sıkı tut, gelin hanım sende bacaklarının yarım kır ve aç bakalım dedim.
Hastanın bacaklarının arasına girip rahimde ters durumda olan bebeği çevirmeye çalıştım. Uzun uğraşlardan sonra bebeği kısmende olsa normal hale getirmeyi başardım.
Bu arada doğum yapacak hasta can havliyle bağırıyordu. Kayınnası ile annesi de zaman zaman bana bağırıyorlardı.
-Ebe!.. ebe!.. kızımızı öldüreceksin be!… gibi şaşkınlığın ve korkunun verdiği telaşla bana ver yansın ediyorlardı ama ben hiç birini duymuyor işimi yapıyordum. Kurtarmalıydım gelini.Sadece gelini değil bebeği de.
Bebeğin başı artık rahim ağzına iyice oturtmayı başarmıştım. Bu seferde ben bağırdım.
-Bırakın cazgırlığı da işinizi sıkı yapın,sen kızının kollarını sıkı tut ,sen de ben hadi deyince kızın karnını yukarıdan aşağıya doğru hafif hafif bastıracaksın,tamam mı? diye bağırdım.
Herkes sus pus olmuştu. Tekrar ayaklarının arasına girdim ve bebeğin başını görünce,
-Ikın ıkın .. Hadi derin derin nefes al ver ve ıkın hadi. Sıkı tut ,kızın kollarını bırakma, sende hafif hafif ovalar gibi aşağıya doğru bastır.
Bebeğin başını iyice yakalamıştım,
-Ikın ıkın hadi hadi ıkın…
Derken bebeği çıkardım ve elime aldım, ayaklarından tutup baş aşağı ters çevirdim ve keratanın kıçına bir şaplak vurduğumda odayı bebek ağlaması sardı. Baktım herkes ağlıyordu.
-Hadi geçmiş olsun nurtopu gibi bir kızın oldu,gözün aydın dedim.
-Göbek adını ne koyacaksanız söyleyinde göbek bağını keseyim dedim.
Kızın kayınnası
-Senin emeğin çok senin adını koy dediler
-Olmaz! dedim.
-Öyleyse hem babaannesinin hemde anneannesinin adını koyalım dediler. Bebeği sardım ve annesinin yanına yer yümseği sekideki yerine koydum.
Haber kahveye ulaşmıştı. Kapının önündeki seslerden köyün yarısının orada olduğunu anladım.
-Babasını çağırın dedim. Kapı açıldı babası içeri girdi.
-Gözün aydın kardeşim nurtopu gibi eli ayağı düzgün bir kızın oldu Allah analı babalı büyütsün dedim.
Adamcağız benim elimi öpmek için atıldı.
-Oooo!. o kadarda uzun değil, hadi git karına ve kızına bak..
Köyün kadınları gecenin geç olmasına rağmen odayı doldurdular. Baktım kimsenin kalkacağı yok.
-Hanımlar bebek de anneside,herkes yorgun artık evlerinize gidinde yarın gelirsiniz dedim. Herkes dağıldı. Bende bana hazırlanan yağda yumurta yı biber tuşusu ile ocaklığın yanında yanan odunların çıtırtısının çıkardığı sesler arasında kayifle yedim.
-Geç oldu ebe hanım hani şöyle bir kıvrılsan,çok yoruldun dedi. Bir de sana bağırdık artık kusura kalma ne yaparsın..
-Boş verin benim bütün yorgunluğum geçti. Alışacağız bunlara..
Biraz temiz hava almak istiyordum,odanın dışına çıktım.Hasta sahibi sofadaymış ayağa kalktı,
-Hayrola ebe hanım ?,
-Yok bir şey yok, hava alayım dedim de
-Eyi madem al al.. Allah razı olsun ,sana da epey zorluk verdik..
-Bizim görevimiz kardeşim biz bunun için varız.
-Sağol ebe hanım hakkını nasıl öderiz bilmem
-Kızını elime alınca hepsi ödendi ödenecek bir şey kalmadı..
Kar hala yağıyordu. Havanın soğuğu beni kendime getirmişti.
-Üşüyeceksin ebe hanım ..
İçeri girdim. Ocaklığın üzerindeki çaydanlık gözüme ilişti.
-Bak bu çay iyi gelir işte dedim. Kaç bardak çay içtiğimi hatırlamıyorum. Bebekle annesi yan yana yatıyor,kızın anneside kızının başının ucunda, kayınnada odada hizmetleniyor.
Benim için bundan daha büyük bir gurur yoktu.
Bir ara ocaklığın yanında ateşin verdiği rehavetle dalmışım. Halbuki bana yer yapmışlardı ama ben ocaklığı başında oturmayı tercih etmiştim. Üzerime bir yorgan örterlerken uyandım..
-Uyandırdım ebe hanım galiba dedi kayınna
-Boş ver ben iyiyim dedim.
Sabahleyin kar akşamki kadar yağmıyordu. Köyün korucusu ve hasta sahibi olan kişi atları hazırlamışlar ben bekliyorlardı. Kızın annesi,
-Borcumuz ne dedi
-Ne borcu teyze, borç morç yok, sizin borcunuz o annesinin yanında yatan küçük hanıma var,bana yok,
-Olurmu kızım dedi kayınna,
-Olur ,olur dedim.
Kayınna gel kızım gel bakalım diye beni kolumdan çekti odaya götürdü. Ocaklığın yanındaki yüklüğün perdesini açtı ve içinden bir çıkın çıkardı. Çıkının içinde kenarları oyalanmış bir sürü yemeni (çember) vardı
-Beğen dedi,
-Olurmu öyle teyze, olmaz dedim.
-Valla salmam seni, beğen dedi.
Olmaz dediysemde kenarları oyalanmış kırmızı bir çemberi elime tutuşturarak,
-Almazsan valla darılırım dedi.
Aldım çantama koydum. İşte ilk doğumum ve ilk verilen hediyeydi.
Korucu,hasta sahibi adamla birlikte köyüme döndüğümde öğle ezanı okunuyordu.
Bu güne kadar onlarca doğum yaptırdım ama yaptırdığım o ilk doğumu hiç unutmuyorum.
Bu gün 83 yaşındayım ve bir oğlum, iki kızım var. İlk doğumumda verilen o kırmızı çemberi sandığımın bir köşesinde bu güne kadar sakladım.
Çocuklarıma da ilk doğumumda verilen bu hediye kırmızı çemberi ben ölünce yüzüme örteceksiniz diye vasiyet ettim..
Kamil ERBİL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.