- 474 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tüm Işıkları Yak 14. Bölüm
Rua Temte yeraltı ülkesine giren yabancılardan hiç hoşlanmamıştı. Hepsi için bir planı vardı. Rua Temte yer soğumadan önce, soğuduktan sonra ve Rum Yetimhanesi yapılırken de hep oradaydı.
Var olduğu günden beri ilk defa can acısını tatmıştı. Daha önce böyle bir şey hissetmemişti. O beş çocuktan tiksiniyor ve nefret ediyordu. Onları da çerçevelere hapsedecek ve zaman var oldukça acı çektirecekti.
Onları yollarından saptıracak, kurbanlarını tek başına kemirecekti. Bu beş yetimi tamda zayıf oldukları yerden; özledikleri ve sevdikleri insanların sesiyle vuracaktı.
Bu defa onları öldürmek için her şeyi yapacaktı. Su kuyusunda onlarla karşılaştığı zaman beklenmedik bir şeyler olmuştu. O çocuklar kurtulmuştu. Bu durum Rua Temte’nin zalim benliğinde adını koyamadığı bir kaygı oluşturuyordu. Tüm yaşantısı boyunca hissetmediği şey kaygıydı. Sonra beklenmedik acıyı hissetti. Müthiş şekilde canı yanmıştı. Hissetmediği diğer bir şey ise korkuydu. Onlardan korkuyordu. Attıkları taşlar ve kullandığı bıçak onu yaralıyordu. Onun korku ülkesinde buna imkân yoktu. Onun dünyasında onun yasaları geçerliydi. Ama o çocuklar onun fizik yasalarına meydan okumuştu.
O zamana kadar, elinin kesildiği, bedeninin yakıldığı ve daha hayattayken gömüldüğü andan beri, acı hissetmemişti. Hem de hiçbir zaman. Hiçbir çocuğu öldürürken korkmamıştı. Ama şimdi bir an ölebileceğini düşündü. İşte o zaman müthiş bir şiddetle onlara saldırmış, akıllarını bulandırmaya çalışmış ve onları su kuyusundan korkutarak kaçırmayı başarmıştı.
Şimdi yine gelmişlerdi. Büyükada Rum Yetimhanesindeki korku ülkesine girmişlerdi. Bu defa hazırlıklı gelmişlerdi. Karanlık tünellerde dolaşan beş umutsuz yetişkinden başka bir şey değillerdi. Onları öldürecekti. Ruhlarını çerçeveleyecek ve benliklerini her gün bir köpeğin kemiğini kemirdiği gibi kemirecekti.
Onu yaralamış, korkutmuş ve sindirmişlerdi. Rua Temte Büyükada Rum Yetimhanesinin eski yetim çocuklarının yaklaşan ayak seslerini dinliyordu. Azabıma gelecekler diye düşündü. Öldürdüğüm diğer çocuklarla burada nasıl bir cehennemde yaşadığımızı görün.
Ama aklındaki şüphe onu bir an olsun rahat bırakmıyordu. Onun yeraltı dünyasına giren bu çocuklar onu nasıl yaralayabilmişti? Onu nasıl atlatabilmişlerdi? Bu düşünce boynuna takılan bir zincir gibi nereye giderse gitsin yanında gidiyor, onun özgürlüğünü engelliyordu
İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştı. Bu bir düşünce değildi, sıcak bir ateşin deriyi kavurduğunda verdiği can acısı gibi güçlüydü.
Bu düşünce onu titretti. Yanmış ve etler sarkan ellerini kendi vücuduna sardı. Üşüyor gibiydi. Kabul etmese de korkuyordu.
Nefret ediyordu. Can acısından da… Öldürme isteğine boyun eğilmemesinden de… Ama en ürkütücü olan şey korku ve şüpheydi. Hayır, bunu asla kabul edemezdi. Korkmuyordu. Hepsinin benliğini teker teker emecekti. Kendi evreninin karanlık tünellerinde vakitleri dolana dek acı çektirecekti. Onlardan işte böyle nefret ediyordu.
Onlarla karşılaştığı zaman intikamını alacaktı. Rua Hepsini böğürtecek ve çerçevelere hapsedecekti.
Asaf, gurubun en önündeydi. Elindeki feneri iyice şarj etmişti. Emrah, diğer el fenerlerinin kullanılmasına izin vermedi.
‘Şimdilik sadece bir el feneri ile gideceğiz.’ Dedi. Işık ona hak vermişti. ‘El fenerlerini idareli kullanmamız gerekiyor.’ Diyerek onu destekledi.
Su kuyusunun tuhaf tünellerinde iğrenç ve korkunç böcekler görüyorlardı. Şimdilik onlara ilişen bir şey yoktu. Sakince sahiplerinin saldır emrini bekliyordular.
İleriden bir yeraltı şelalesini andıran bir su gürüldüyordu. Tünel sola kıvrılıyordu.
Işık, hayretle ileriyi işaret etti. ‘Benim gördüğümü görüyor musunuz?’ Diğerleri de hayretle önlerindeki manzaraya bakıyordu. Emrah ‘Vietnam’da ki Dünyanın en büyük mağarası gibi kocaman.’ Dedi. Böyle bir yer hayal etmediği her halinden belliydi. Emre ‘Oraya gittin mi? Dünyanın en büyük mağarasına…’ Bunu merakla sormuştu. Emrah ‘Hayır. Oraya gitmedim tabi ki ama kendine ait bir yağmur ormanı olduğunu ve yedi, sekiz kilometre uzunluğunda olduğunu biliyorum.’ Dedi. Keti ‘Burası da oradan geri kalır değil.’ Dedi. Sesinden heyecanlı olduğu anlaşılıyordu.
Yolculukları git gide karanlıklaşıyordu. Asaf el fenerini havaya kaldırarak etrafı kolaçan etti. Hepsi birbirine çok yakındı. Her an bir yerden bir bela bir musibet yağacak gibiydi. Keti neredeyse korkudan çığlık atmak üzereydi. ‘Burada ölüler var.’ Diye bildi. ‘Bu Agate Agnes.’ Işık öldürülen çocuklar üzerine araştırmalar yaptığı için tüm çocukları tanıyordu.
Emre ‘İlk öldürülen çocuk bu muydu?’ diye sordu. Sesi titremişti. Asaf el fenerini çocuğun cesedine doğru tuttu. Sonra diğerlerine ‘Bunu yapmaya mecburum. Etrafı iyice görmemiz lazım.’
Agate Agnes’in cesedi soluk ışıkta öylece duruyordu. Ölmüş denmeyecek kadar canlıydı. Aradan geçen 114 yıl bedenine hiçbir şey yapamamıştı.
Işık ‘Bu inanılmaz bir şey.’ Dedi. Agate Agnes’in bedeni hiç çürümemiş.’ Diğer tarafta Agate Agnes’in hemen solunda 1922 yılında öldürülen Andrea Elytis’in çürümemiş bedeni duruyordu. Işık ‘Rua Temte öldürdüğü tüm çocukların bedenlerini müzede saklıyor gibi.’ Dedi. Emrah Andrea Elytis’in hemen yanında duran ve 1941 yılında öldürülen Eftari Dukakis’in cesedine bakıyordu. Işık, konuşmasını ürkek bir tonda sürdürdü. Eliyle ölü çocukları göstererek ‘Bu…’ dedi. ‘1960 yılında öldürülen Asım Koca. Hepsi Büyükada Rum Yetimhanesinde öldürülen ya da kaybolan çocuklar. ’Sonra yavaşça öldürülen ve özenle birer sandalyeye oturtulan çocukların yanına doğru yürüdü. Hepsinin kafasına geçirilmiş bir obje vardı. Bu objeler kablolarla birbirine bağlanmıştı. Asaf’a ışığı bu tarafa ölmüş çocukların yüzüne tutmasını istedi. ‘Havva İnandı 1979 yılında öldürüldü. Bu 1998’de öldürülen Albert Planck.’ Dedi. Keti ‘Korku filmlerindeki içleri doldurulmuş şekilde duvarda sergilenen avlanmış hayvanlar gibi.’ Diye içinden geçirdi ama bunu söylemek istemedi. Çocukların ölü bedenlerini böyle benzetmek hoşuna gitmedi. Onun yerine ‘Sanırım öldürdüğü çocukların bedenlerini birer pil gibi kullanıyor.’ Dedi. Kusmamak için yutkundu. Işık devam etti. ‘Bu da son kurban. 2017 yılında öldürülen Yorgo Lermi. Bu çocuğun öldürülmesinden sonra sizleri tek tek aramaya kesin kararımı vermiştim.’
Keti ‘Sesler duyuyorum. Çocuk sesleri.’ Gözlerini yumdu. Sanki o sesler beyninin içinde hep vardı. Yere çömeldi ve eliyle başını ovdu. Aynı korkunç baş ağrısı hepsini sarmıştı. Beyinlerinin içinde bir şey kımıldıyor ve canlarını yakıyordu.
‘Gidelim.’ Asaf ileriye doğru baktı. ‘Birbirimizden uzak kalmayalım.’ Herkes bir öndekine temas edecek şekilde arka arkaya dizildi. Karanlıkta yürümeye devam ettiler.
Dışarıda büyük bir fırtına kopuyor, korkunç bir sis bulutu Büyükada’yı çepeçevre sarıyordu. O güne kadar görülmemiş görkemli ve korkunç şimşekler çakıyor, fırtına ağaçları kökünden söküyordu.
İçlerindeki korku alevi bazen parlıyor bazen sönmüş kadar azalıyordu. Şimdi düşmanlarının üzerine gidiyorlardı. Rua, onları bekliyordu. Her şey istediği gibi gidiyordu. Sadece önünü alamadığı şeylerden, korku ve kaygıdan endişe ediyordu. Ama bunu ancak yaklaşan çocukları öldürünce geçecek olan bir duyguydu.
Rua, yaralandığını hatırladı. Bu çocuklar ona zarar verebilmişti. Rua belki de ölebilirdi. Onu kaçmaya mecbur bırakmışlardı. O keskin ekmek bıçağını düşünüyordu. Nasılda canını yakmıştı. Korkuyla titremiş ve mağarasının kimsenin bilmediği yerine girmişti. Onlardan nefret ediyordu.
Öldürdüğü çocukları yakalarken ve öldürürken hiç zorlanmamıştı. Şimdi ilk defa Büyükada’da istediği bir şeyi yapmaktan kaygılanıyor ve korkuyordu.
Öldürdüğü çocukların benliğiyle besleniyordu. Bedenlerini ona güç vermeleri için ilkel ve acı dolu bir şekilde kullanıyordu. Uzun yıllar boyunca enerjisini böyle topladı. Öldürdüğü çocuklarla karnını doyuruyordu. Yemek istediği zaman tek yapması gereken elindeki şekerlemelerle, sevdiği insanların sesleriyle onları ağına çekiyordu. Şekerlemeleri ve çikolataları herkes severdi. O beş yetimi güçlü kılan tek şey birlikte hareket etmeleriydi. Onları teker teker yenebilir ve hepsini kemirerek yiyebilirdi. Ama onlar hiç ayrılmıyordu. Bu birliktelik onları güçlendiriyor ve baş edilmesi zor avlara dönüştürüyordu. O beş yetim çocuk birbirlerine inanıyorlardı. İnançları keskin bir bıçak gibiydi. Rua bu bıçaktan kaygılanıyor ve korkuyordu. Binlerce dua cinlerle baş edemiyordu. Belki de cinleri defetmek, girdiği bedenden uzaklaştırmak için duanın işe yarayacağını çok akıllı bir bilge düşünmüştü. Ama dua etmek bir bıçaktı sadece, ona keskinlik katan şey inançtı.
Rua biliyordu. O beş baş belası yetimin yemin ettiğini biliyordu. Onların geri geleceğini hep hissetmişti. En keyif aldığı zamanda, öldürdüğü çocukların iliklerini emerken aklına hep gelmişti.
19 yılda bir yattığı tatlı uykusu bu korkuyla bölünmüştü. Korku sürekli çoğalan tavşanlar gibi doğurgandı. Yavruları da kaygıydı. Ama Rua onları öldürecekti.
İçlerinde en güçlüsü Asaf’tı. Onu öldürürse her şeyin daha kolay olacağını hissediyordu. Onları tek tek öldürecek ve tatlı uykusuna keyifle dalacaktı. Ta ki 19 yıl dolana kadar. Onun kaderi buydu.
Keti, seslerin geldiği karanlığa doğru gidiyordu. Asaf, ‘Keti’ diye bağırdı. Elinden geldiğince hızlı gitmeye çalışıyorlardı ama Keti daha hızlı gidiyordu. ‘Birlikte gitmemiz lazım. Lütfen yavaşla biraz.’ Kedi biraz olsun yavaşladı ve arkadaşları ona yetişti.
Ama Keti yavaşlamak için geç kalmıştı. Birdenbire ayakları boşluğa geldi ve düşmeye başladı. Kalçasında korkunç bir ağrı hissetti. Kız ‘Dikkatli olun’ diye bağırdı. Diğerleri bu uyarı sayesinde aşağıya güvenle indiler.
Öldürülen çocukların cesetlerini gördüklerinden beri ilerliyorlardı. Saat gece yarısına varmak üzereydi. Kimse tekrar geldikleri gibi çıkabileceğinden emin değildi. Sadece yürüyor ve Rua Temte’yi arıyorlardı. Emre, umutsuzca ‘Nerede olduğumuz konusunda bir fikri olan var mı? Diye sordu. ‘Yanılmıyorsam…’ Işık duraksadı. Yüzünden bir hesaplama yaptığı belli oluyordu. ‘İsa Tepesinin tam altındayız.’ Dedi. Uzun bir süredir yürüyorlardı. Hiç kimsenin bilmediği yeraltı tünelleri yorgun bedenlerine korku salıyordu.
Emre ‘Sizce ne kadar derine indik?’ diye sordu. Işık aynı hesaplamayı yaparak ‘Belki bir kilometre derindeyiz.’ Dedi.
Mağaranın diplerinden bir ses geldi. Herkes korkuyla sesin geldiği tarafa doğru döndü.
Bu yıllardır unuttukları ve görmedikleri korkularının, Apolas’ın sesiydi. İstamat Sarris, Kriton Vasilakis, Nikola Kouris’da ‘Ossuruk’ yanındaydı. Hiç değişmemilerdi. Asaf ‘Bu gördüğümüz şey gerçek olamaz.’ Emrah dehşetle gözlerini açtı. ‘Bu Rua Temte’nin bir oyunu olmalı.’ Dedi. Durgun bir ifadeyle diğer çocuklara bakıyordu. Böylesi korkunç bir mağarada çocukluk düşmanlarını görmek, hem de zerre kadar büyümemişlerdi, herkesi derinden korkutmuştu. Keti, Asaf’a yaklaşmış, Emre’nin yüzü kireç gibi olmuştu. Bir tek Işık daha iyi gibiydi. ‘Sakın aldanmayın.’ Dedi. ‘Bunlar bizim korkularımız. Eğer üzerlerine gidersek yok olacaklarını görecesiniz.
Emrah aynı durgun ifadeyle ‘Bunu yapmalıyız.’ Diye fısıldadı. Asaf, çocukların gözlerinin içine bakarak ‘Onları öldüreceğiz. Bunu yapmak zorundayız.’ Dedi. İnançla konuşuyor ve arkadaşlarını güçlü olmaları için uyarıyordu.
Emre deli cesaretiyle önden fırladı. Diğerleri de Emre’yi yalnız bırakmamak için düşman üzerine giden son askerler gibi bağıra bağıra koşmaya başladılar. Asaf, o çok çekindiği Apolas’ı altına aldı ve onu boğmak için boğazına sarıldı. Emrah Kriton’u, Emre İstimat’ı ve Işık da Nikola’yı altına aldı. Yetimhanenin zalim çocukları ile amansız bir mücadeleye giriştiler.
Çocuklar ağlamaya ve yalvarmaya başladılar. Asaf gözlerindeki yaşlar silerek ‘Bunu yapmam lazım.’ Dedi. Emrah istemeye istemeye altında debelenen ve can veren Kriton’un yüzünü görmemek için başını çevirdi. Hepsi psikolojik bir savaş veriyorlardı. Üzüntüden ve vicdan azabından ne yapacaklarını bilemez bir haldeydiler. Çocuklar, ağlamaya devam etti. Yetimhanedeyken kötülük akan yüzleri gitmiş, yerine sevimli ve sevecen yüzleri gelmişti. Asaf, hıçkırıklara boğulmuş bir haldeydi. Hemen ardından içten ve kalın bir kemik kırılması duyuldu. Apolas’ın boynunu kırmıştı. Sırt üstü yere uzandı ve daha önce hiç ağlamadığı gibi ağlamaya başladı. Diğerleri de çocukluklarının korkusunu temsil eden çocukları öldürdüler. Şimdi hepsi yaptıklarından bin pişman bir şekilde ağlıyorlardı. Zaman sonra ortam sakinleşti.
Emre ‘Onlar gerçek çocuk değildi değil mi?’ diye sordu. Ağlamaktan sesi kısılmıştı. Kimse cevap veremedi. Herkes gerçek olmasa dahi bir çocuğa böyle bir şey yaptıkları için çökmüş bir haldeydi.
Asaf’ın elinde tuttuğu fener yere düşmüştü. Keti onun kolunu sıkıca tuttu. Az önce yaşadıkları psikolojik harbin tesirinden henüz çıkamamışlardı ki karanlığın içerisinden bir şeyin onlara doğru geldiğini gördüler.
Hepsi donmuş gibi hareketsizce kaldı. Şıpırtılar ve vıcırtılar arasında bir garabet onlara yaklaştıkça yaklaştı. Keti, gördüğü manzara karşısında elinde olmadan öğürdü ve kustu. Emrah, korkudan derin derin nefesler alıp veriyordu. Işık, gözlüğünü düzeltti. Gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını anlamak istiyor gibiydi. Emre kaçmak için hareket etti ama dizlerinin bağı öyle çözülmüştü ki yere sırt üstü düşen bir kaplumbağa gibi ne yaparsa yapsın kalkamıyordu. Asaf, gördüğü manzara karşısında gözlerini dört açmıştı. Feneri karşıya, vıcık vıcık seslerin geldiği, yaklaştıkça şapırtıların arttığı o korkunç şeye çevirdi.
Fırında iyi pişmiş ayva tatlısını andıran kocaman bir bebek cenini onlara doğru geliyordu. Göbek deliğinden sütlacı andıran böcek yumurtaları fışkırıyordu. Ağzından iğrenç ve çürümüş yumurta gibi kokan kusmuklar tazyikle ortalığa boşalıyordu. Ceninin gözleri kocamandı. Aslında bunlar göz denmezdi. Tabaka tabaka insan derisi ve akmış insan gözünden ibaretti.
Asaf, karanlık tünelde bir şeyin ayaklarını yakaladığını hissetti. El feneri tamamen sönmüştü. Vücudunu hareket ettiremiyordu. Korkunç garabetin an be an yaklaştığını, yaratığın vücut ısısından hissediyordu.
Asaf, onu yakalayan iğrenç yaratığın onu kendisine doğru çektiğinde de bir şey yapamadı. Vücudu kaskatı kesilmiş, hareketsiz kalmıştı.
Keti, bir elin onu yakaladığını ve sürüklediğini hissetti. Yaratığın ağzından saçılan kusmuklar her tarafına geliyordu. Emre, Emrah ve Işık şaşkınlıktan ve korkudan ne yapacaklarını şaşırmış bil haldeydiler. Birdenbire yaratığın ağzı açıldı ve kusmukların arasından dokungaçları andıran kollar çıktı. Yaratık tam tepelerindeydi. Emrah’ı, Emre’yi ve Işık’ı boyunlarından yakaladı. Asaf, girdiği şokun etkisinden bir anda çıktı ve ellerini Keti’ye doğru uzattı. Asaf, Keti’yi elinden yakaladı. Keti sıkıca Asaf’ın elinden tuttu. ‘Lütfen yardım et.’ Diye bağırdı.
Asaf, yaratığın ıslak ve kaygan eline vurmaya başladı. Yaratığın vücudu bir jöle gibiydi ve Asaf ne kadar vurursa vursun boşa gidiyordu. Yaratık Asaf’ı ayaklarından yakaladı ve yukarıya doğru kaldırdı. Asaf mücadele etmeye devam ediyordu. Yaratığın kaygan vücudunu bir türlü tutamıyordu. Sonunda el fenerini bir bıçak gibi yaratığın karnına sapladı. Ama yaratık hala onu bırakmamıştı. El fenerini tuttuğu eli, yaratığın vücudunda girmeye başladı. Tıpkı bataklığa girmiş gibi yaratığın vücudunun içerisine doğru çekilmeye başladı. Az sonra bütün vücudunun o iğrenç yaratığın içerisine gireceğini anladı. Çıldırmanın eşiğindeydi. Büyük bir hınçla savaşıyor ve diğer eliyle yaratığa vurmaya devam ediyordu.
Emrah Işık ve Emre ne yapacaklarını şaşırmış bir halde yaratığın boyunlarına dolanmış dokungaçlarından tutarak nefes almak için mücadele ediyorlardı. Hepsinin yüzü nefessizlikten yavaş yavaş morarmaya başladı. Emrah uzun boyunun avantajını kullanıyor, yaratığın onu yukarı kaldırmasına mukavemet gösteriyordu. Emre bir an Işık’a baktı. Işık hareketsiz bir şekilde yukarıda duruyordu. Yaratık dokungacıyla sarmalamıştı. Emre de az sonra bayılacağını ve öleceğini düşünüyordu. Elini beline götürmeye çalışıyordu ama bu çok zordu. Yaratık sürekli hareket ediyor ve hepsini sarsıyordu. Emre son bir gayretle, tıpkı çocukluğunda yaptığı gibi belindeki bıçağa ulaşabildi. Bıçağını büyük bir öfkeyle yaratığın boynuna doladığı dokungacına doğru salladı. Yaratık can acısıyla böğürmeye ve dengesini kaybetmeye başladı. Emre boynundaki o iğrenç ve kaygan dokungaçları söküp attı. Hızlıca Işık’a doğru yaklaştı. Işık hala hareketsizdi. Bıçağını aynı hınçla salladı ve Işık hızla yere düştü. Emrah ciğerlerindeki son nefesle ‘Çabuk ol Emre.’ Diye tısladı. Artık nefes alamıyordu. Emre korkusuzca oraya doğru atıldı. O esnada Asaf, yaratığın içerisine tamamen gömülmüş, yaratık Keti’yi kusmuklar saçan ağzına doğru yaklaştırmıştı. Keti, böyle bir ölümü düşünüce bayıldı.
Emre yaratığın Emrah’ı kavradığı dokungacına tam zamanında bıçağı indirdi. Emrah ayaklarının üzerine düştü. Hemen boynundaki o iğrenç dokungaçları çıkarmaya uğraştı. Dehşet doluydu. Gördükleri manzara hepsini hayatları boyunca hissetmedikleri bir korkuya, çaresizliğe ve kaygıya sürüklemişti.
Emrah minnetle Emre’ye baktı. ‘Sen Keti’ye ve Asaf’a yardım et. Ben Işık’a bakacağım.’ Emre artık iyice cesaretlenmişti. Bıçağı bir Türk Komandosu gibi profesyonelce tuttu ve yaratığın karnını yardı. Yaratığın içinden çıkanlar Emre’nin öğürmesine ve kusmasına sebep oldu. Asaf kendini henüz toparlayamamıştı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Keti’yi kurtarmak için her şeye rağmen yerinden kalktı. Emre’nin elinden bıçağı kaptı. Yaratığın işini kendisi bitirmek istiyordu.
Orada duran bir taşa güçlü bir şekilde basıp sıçradı. Yaratığın kafasının üst kısmından bıçağı sapladı. Yaratık sanki pili bitmiş bir makine gibi hareketsiz kaldı. Asaf ‘Herkes çekilsin.’ Diye bağırdı. Yaratık kesilmiş bir ağaç gibi yere çakıldı.
Keti düşmenin etkisiyle yere savruldu. Asaf, hemen onun yanına gitti. ‘İyi misin?’ diye sordu. Keti ‘Sanırım kalçamı incittim.’ Dedi. Asaf kızın yanından ayrılarak Işık’ın yanına yöneldi. Emrah şoka girmiş gibi hareketsizce duruyordu.
Emre ve Asaf, Emrah’ın yanına vardıklarında onun içli içli ağladığını gördüler. Emrah ‘Nefes almıyor.’ Diye bildi. Asaf, hızlıca Işık’ın göğsüne kalp masajı yapmaya başladı. Emrah onu bileğinden tuttu. Ağlayarak ‘Bunu denedim.’ dedi. Asaf, öfkeyle Emrah’ın elini ittirdi. Kalp masajına devam etti. Diğer çocuklar Işık’ın öldüğünü kabul etmişlerdi. Asaf, bir yandan suni teneffüs yapıyor, hemen ardından kalp masajı yapıyordu. Gözünde biriken yaşları elinin tersiyle siliyor ve Işık’ı hayata döndürmek için elinden ne geliyorsa yapmaya devam ediyordu.
Keti kalçasındaki ağrıya aldırmadan koşarak Emre’nin yanına geldi. Omuzundan tuttu. ‘O…’ dedi. Sesi titriyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. ‘Asaf, o öldü.’ Sonunda dilinden bu sözcük çıkmıştı.
Asaf, başını Işık’ın vücuduna gömdü ve onun boynuna sarıldı. Işık’ı kollarının arasına aldı. Işık hareketsiz bir haldeydi. Kolları sağına ve soluna düştü. Diğer çocuklar da Işık’a son bir kere sarılmak için yere çömeldiler.
Saat gece yarısını geçti. Çocuklar Işık’ın ölmüş bedenini öylece bırakıp gitmek istemediler. Yanlarında getirdikleri el fenerlerinin dip kısmıyla yeri kazdılar. Büyük bir öfke ve hınç doluydular. Kimse konuşmuyor ve matem tutuyorlardı. Yeri yeteri kadar kazdıktan sonra Işık’ın bedenini özenle mezarına koydular. Her biri ağlıyor ve hırsla birbirine sarılıyordu. Emre ağlamaklı ‘Onun üzerine toprak atmaya kıyamam.’ Dedi ve bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Bu söz diğerlerini de ağlattı. Emrah, Işık’ın cebinden eskimiş kupa papazını çıkardı. Avuçlarını yerde biriken toprağa dayadı ve gözerinden yaşlar aka aka Işık’ın masum bedenini adeta üşümesin diye örtmeye başladı. Diğerleri de son görevlerini yaptılar. Emrah Işıkla özdeşleşen kupa papazını onun mezarının baş kısmına dikti.
Öylece oradan Rua Temte’nin kadim dünyasına gitmek için uzaklaşmaya başladılar. Arada bir dönüp Işık’a mezarına bakıyorlardı. Artık dört kişiydiler. Işık’ın ve diğer öldürülen çocukların intikamıyla yanıp tutuşuyorlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.