İpliğin serüveni
İPLİĞİN SERÜVENİ
Terzi, yeni almış olduğu makarayı ambalajından çıkarıp makinenin üzerine yerleştirdi. İpliği makaranın üzerinden az bir miktar çözerek ucunu makine üzerindeki bazı yuvalardan geçirip iğnenin yanına kadar getirdi. İpliğin ucunu ağzında hafifçe ıslattıktan sonra paş parmağı ile işaret parmağının arasına alıp düzleştirmeye çalıştı. Terzinin elinde şekillendirilmeye çalışılan iplik,ucundaki ıslaklığı hissedince kendisini çok ötelerde buldu.
Serin bir bahar sabahı, iki kanatlı bir fide olarak yer yüzüne ilk çıktığı günleri hatırladı. Yağmur yağmış etraf ıslaktı. Güneş karşı tepelerin zirvesine ilk ışıklarını gönderiyordu. Önce tepeler aydınlandı sonra yamaçlar derken biraz sonra güneş de ufuktan göründü. Hava git gide ısınıyordu. Geceden yağmur yağmış olduğundan yerler ıslaktı. Ondan olacak ki susuzluk hissetmiyordu. Güneşin alnında durup öylece güneşe bakmak hoşuna gidiyordu. Birkaç gün böyle geçti. Yapraklarının sayısı bir iki daha arttı. Boyu da ilk günlere nazaran biraz daha uzadı. Bir tohum olarak toprağın altında karanlıkta kalmaktan kurtulmuştu. Güneş her sabah gülen yüzüyle ona selam veriyor, o da aynı şekilde mukabele ediyordu. Bir gün bulundukları yere kalabalık bir insan grubu geldi. Genç, yaşlı, çocuk muhtelif yaşlarda ve boylarda insanlar yan yana dizilip ellerindeki çapa dedikleri uzun saplı demirlerle etrafı kazmaya başladılar. Sadece kendisini ve arkadaşlarını bırakıp başka ne varsa koparıyorlardı. Kendisiyle el ele toprak yüzeyine çıkmış olan kardeşlerinden biraz zayıfça olanları ve kendisine çok yakın olanları da koparıyorlardı. İlkten kardeşlerinin yok edilmesine üzülmüştü. Ancak günden güne yapraklarının çoğalıp dallarının da genişlemesiyle zamanında etrafının açılmış olmasının ne kadar doğru ve gerekli bir şey olduğunu fark etti. Artık rahatça güneşleniyor, dallarını etrafa kolayca uzatabiliyordu. Günler geçtikçe havalar ısınmaya başladı. İlk günlerdeki gibi değildi artık boyu uzamış, dalları da çoğalmıştı. Havaların da iyice ısınmasıyla çokça suya ihtiyacı oluyor, bazen su geciktiğinde iyice sersemliyordu. Ara sıra yağan yağmurdan, haftada on beş günde bir tarlaya salınan sudan içerek susuzluğunu gideriyordu. Geri kalan zamanında da doğan güneşin keyfini çıkarıyordu. Böyle birkaç ay geçti. Kendisi de bir hayli büyüyüp gelişti.
Bir gün baktı ki dallarının ucunda farklı renkte yapraklar var. Biraz meraklandı. Vücudundaki bu değişimi anlamaya çalışıyordu. Bir ay kadar sürmedi bu sefer o sarılı beyazlı yapraklar kayboldu yerinde topalak topalak bir şeyler ortaya çıktı. Bu süreçte su vermeyi de ihmal etmiyolardı. Su ve güneş oldukça başka bir şeyi pek istemiyordu. Bazan suyla birlikte besleyici şeyler de verildiği oluyordu. Günler geçtikçe o yeşil topalaklar büyüyüp sertleşmeye başladı. Bir gün baktı ki o topalaklar yarılmış, içinden beyaz bir şeyler görünüyor. Bir hafta on gün içerisinde etraf kar yağmış gibi bembeyaz oldu.
Bir sabah uyandığında bulunduğu yerin hemen yakınında bir grup insan belirdi .Sağa sola koşuşturuyorlar, küçük küçük evler yapmaya çalışıyorlardı. Kamışlardan kavak dallarından üzerini örttükleri evlerine yerleştiler
Ertesi gün insanlar yan yana dizilip o dallardaki beyaz şeyleri toplamaya başladılar. Alıp alıp torbalara dolduruyorlardı. Uzak köylerden gelmişlerdi. Yanlarında neredeyse Bir ay yetecek yiyeceklerini de getirmişlerdi. Zaman zaman türküler söylüyorlar, fıkralar anlatıyorlar, gençler yaşlılar
birbirleriyle muhabbet ederek sıkılmadan iş yapmaya gayret ediyorlardı.
Gelenlerin içinde biri vardı. Herkes güneş doğmadan tarlaya girerken o girmiyor, havanın ısınmasını bekliyordu. Neden böyle yaptığını sorduklarında “ siz bu pamukları kilo ile topluyorsunuz.
Şu an pamuk çiyli, böyle toplanınca ağır gelir bu da gerçek ağırlık değildir. Bu durumda paraya haram karışır endişesiyle çalışmıyorum” diyordu. Yine aynı hassasiyetle bir yaprak parçası, bir koza kırıntısı eline gelse torbaya karışmaması için özen gösteriyordu. Onun bu hali arkadaşları arasında eğlence konusu olmuştu. “ sen bu kafayla aç kalırsın iş yapamazsın” diyorlardı. O hiç aldırış etmeden yapabildiğince çalışıyordu. Son gelişiymiş bir daha bu işlerde gören olmadı.
Bir ay kadar süren mücadele sonunda tarladaki mahsül toplandı. Toplanan pamuklar hararlara doldurulup kamyonlara yüklenerek geniş binaları olan bir yere götürüldü. O geniş binaların içerisinde bulunan büyük büyük makinelerde çırpa çırpa çiğidinden ayırdılar.Çiğitler başka bir yere pamuklar başka bir yere yönlendirildi.
Çiğitleri ezeceklermiş, ” yağ çıkaracağız” diyorlardı. Pamukları tekrar çırpıp temizleyip iyice incelttikten sonra incecik ipliğe dönüştürdüler. Renk renk boyalardan geçirerek makaralara sardılar.Paketleyip yeni bir yolculuğa çıkardılar.O yolculuğun sonunda bu gün buradaydı.
Böyle hayal aleminde gezerken hırrsst diye bir sesle uyandı.Baktı ki iğnenin deliğinden geçiyor.Çoğu makaranın üzerinde azı iğnenin öbür tarafında kalmıştı.Az sonra bir kumaşın üzerinde iğneyle birlikte aşağı yukarı gidip gelmeye başladı. Bu birbirine tutturulan kumaşla kim bilir hangi güzelin üzerine bir elbise olacak ,hangi çocuğun gülmsemesine aracılık edecek hangi fakirin urbasında yama olacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.