Travma Ve Trump
Not: Düşünce Suçlusu’nun devamı
Uzanmıştı. Şaşkın şaşkın tavana bakıyordu. Suspustu yan tarafında oturan gençler ve suçluluk duygusuna kapılmışlardı; çünkü Adsız’ın paniklenmesine, onlar neden olmuşlardı. Ve daha sonra anlamışlardı ki; Adsız’ın geçmişte yaşadığı travmalar onun panik geçirmesine neden oluyordu. Özellikle endişelendiği ve strese girdiği ortamlarda, böyle panik atak geçiriyordu.
Adsız, başını çevirip yan tarafta üzgün oturan gençlere baktı. İçi sızladı ve suçluluk duygusuna kapıldı. Elini uzattı onlara doğru. Genç kız uzanan eli iki eliyle kavradı ve onun önüne çömeldi:
- Kendini nasıl hissediyorsun?
- Çok iyiyim. Endişelenecek bir şey yok. Her zamanki gibi, ah... Biraz dinlenince geçiyor, dedi. Gülümseyerek ve sakin bir sesle konuşuyordu. Ve devam etti:
- Sizi üzdüğümün farkındayım. Yanımdan hiç ayrılmazdınız. Teşekkür ederim. Aslında yine de konuşmalıyım sizinle. Ah, yeterince bilmiyorsunuz... Haklı olarak tabii...
Genç kız telaşlanmaya başladı. Adsız’ın konuşup kendisini yormasını istemiyordu. Başını çaresizce arkadaşına doğru çevirdi ve ona kaçamak bir göz attı. Genç oğlan kalktı yerinden ve sokuldu Adsız’ın yanına. Fakat o, hoyratça doğruldu uzandığı yerden ve oturma pozisyonuna geçti. Gençler, mütemadiyen bir kaç adım geri atarak ayakta onu izlemeye koyuldu. Tedirgin görünüyorlardı. Bir an önce bu sosyla kurumdan gitmek istiyordu kız, ama eli kolu bağlıydı. Genç oğlan telaşlı bir edayla, bir öneri ortaya atmaya çalıştı:
- Biz en iyisi şöyle yapalım: ben ...
Genç oğlan sözünü tamamlayamadı. Adsız sabırsızlıkla sözünü kesti gencin:
- Hayır! Şimdi, sözümü kesmeden, beni dinlemenizi istiyorum. (Boğazını temizledi. Daha rahat oturabilmek için bacaklarını altına çekti ve gençlerden yana döndü.) Ben gençken, sizin şimdi yaşadıklarınızı yaşadım. Zor bir dönemdi. Arjantin’de diktatörlük vardı ve cunta...
Birden yine sesi koyulaştı. Boğazını temizlemeye çalıştı. Yutkundu. Sehpanın üstündeki su bardağını kavradı ve suyu peş peşe çabucak yudumladı. Sıkı sıkı tutuyordu bardağı. Sanki onu yine yere düşürmekten korkuyordu. Derin bir nefes aldı ve:
- Belki siz de tarih... tarih dersinde okumuşsunuzdur o döneme dair. O zamanlar üniversite öğrencisiydim. Hukuk okuyordum. Protestolara katıldım. Ve bir gün... (yine tıkandı sesi.)
Genç kız ona doğru atıldı. "Sakin oluyoruzzzz!" dedi ve geçip koltukta Adsız’ın yanına oturdu. Bir kolunu onun omzuna attı. Huzurlu kılmak için hafif hafif okşadı. Aklına annesinin anlattıkları geldi. Adsızı sakinleştirmek ve biraz da zaman kazanmak için heyecanla ve cilveli cilveli konuşmaya koyuldu:
- A evet! Anımsadım: annem de o dönem gençmiş ve aktif olarak burada protestolara katılmış. Hatta Şili’ye gitmeye kalkışmış bikeresinde... Sol bir örgütün üyesiymiş. Biliyor musun? Annem hala çok aktif. (Güldü övünç duyarak.) Benin feminist olmamda ve her kese diklenmemde onun büyük bir payı var, dedi gülerek.
Genç kızın anlattıklarından mutluluk duyan Adsız; “ya, öyle mi?” dedikten sonra bir kahkaha attı. Duyduklarına çok sevinmiş görünüyordu. Ana-kız gibi yan yana sokulan bu iki kadın arasında, gözden kaçmayan bir empati ve güven bağı gelişiyordu. Vücut dilleri, aralarında adı konmamış bir gizin oluştuğunu anlatıyordu. Adsız’ın gözleri yaşarmıştı. Nihayet anlaşılıyor olmanın sevinç gözyaşlarıydı bunlar. İçinde uzun zamandır kaybolduğu bir labirentin, çıkış kapısını yeni keşfetmiş gibi hissediyordu kendisini.. Ne hikmetse; ne boğazında kuruluk, ne de dilinde düğümden iz kalmıştı. Soluk alıp vermesi de normalleşmişti.
Genç kız kollarını kocaman gerip kucakladı Adsız’ı. O da aynı coşkuyla ve gözlerinde biriken yaşlarla kucakladı genç kızı. “Biliyordum, anlamıştım!” diye mırıldanıyordu, burnunu çekerken. "Sizi sadece korumaya çalıştım. Düşünce suçlusu olmanın, haktan yana olmanın...", diyebildi.
O an, genç oğlan yerinden kalkmış; bir eli pantolonun cebinde, onları izliyordu. Şaşkındı; ama dudaklarında bir tebessüm vardı ve gözleri de ışıldıyordu. Adsız ona doğru kolunu uzattı:
-Gel! Lütfen gel ki sarılayım sana. Ah, beni affedin, n’olur. Ben sizi tanıdığımı, anladığımı sanıyordum. Yanılmışım. Çok yanılmışım. Ama... geç de olsa artık biliyorum sizi... diye söyleniyordu.
Genç oğlan yakınlaştı ve boynuna sarıldı Adsız’ın. “Ben özür dilerim. Seni strese soktuk!” dedi. Genç kız kalktı koltuktan. Geçip arkadaşına arkadan sarıldı. O vakit oğlan da doğruldu ve sarıldı arkadaşına. “Özür dilerim!” dedi ikisi bir ağızdan. Kız, arkadaşını yanağından öptü ve başını omzuna koydu arkadaşının.
Bu manzarayı daha iyi görmek için yerinden kalktı Adsız. Sağlıkli ve dimdik duruyordu. Ellerini yandan beline atarak gençlerin karşısına geçti:
- Ben artık çok iyiyim, sevgili gençler! Haftaya bana yemeğe gelmenizi istiyorum. Umarım başka bir programınız yok. Hem sizi oğlumla tanıştıracağım. Oğlum çok tatlı ve akıllı. Onu çok seveceksiniz, dedi.
Kızla oğlan gülümseyerek balıştılar. Bir saat önceki endişe ve atmosferden eser kalmamıştı! Bu teklif, onlara beklenmedik bir sürpriz gibi gelmişti. Ve ikisi bir ağızdan “oluuur!” dediler. “Adı ne köpeğin?” diye sordu genç kız. “Trump” dedi Adsız.
Yüksek bir kahkaha attılar gençler. Bu koroya, Adsız da katıldı.
H. Korkmaz, 21/22 Sthlm
YORUMLAR
Evet, bir önceki öykü havada kalmıştı biraz. Bunu hissettiğimden bir şey diyememiştim açıkçası ama devamı gelecek diye de düşünmemiştim.
"Moral disengagement" diye bir kavram var psikolojide. Dilimize bir kaç çevrilişi var ancak bence en uygun olanı "ahlaki geri çekilme" olmalı.
Makyavelizm ile birlikte bu çağda yaşamak için olmaz ise olmaz karanlık taraflardan diye düşünüyorum. Bütün bunlara fazlaca narsizm ve biraz da psikopati kattığınızda ideal tiran formülüne ulaşıyoruz ve zaten muzdaribiz de...
Bedel ödeyerek varılabiliyor mu kısmından tutarız da hangi ahlakın geri çekilmesine kadar vardırabiliriz. Mehmet Bilgin Saydam, çok takdir ettiğim bir Prof'tur; "Düzen, açıklık, nedensellik ve tahmin edilebilirlik bilincin kurgusudur. Asl'olan belirsizlik ve kaostur, birlik/teklik değil, çokluktur" der... Düşüncenin çokluğunu sindiremedik hala. Çok yol var, çok... Yavaş ilerliyoruz ve bu da beni üzüyor. Tiranlara suçu atmak da hızlandırmak şöyle dursun, yavaşlatıcı etkenlerin başında geliyor sanki. Ayrışmadan çok olabilmek, romantik değil, distopik hiç değil... Kafaların içerisi ilk hareket noktası olmalı fakat.
"Trump"ın cinsini merak ettim ama bir yandan da kıyamadım adından dolayı...
Saygılar, iyi akşamlar...
Tüya
Değerli kalemdaşım, diyorsunuz ya "Düşüncenin çokluğunu sindiremedik hala". Evet, aynen öyle. Öyle ki, farklı bakan, düşünen; hatta farklı bir yaşam biçimi seçenler, kolaylıkla dıştalanıyor ve psikolojik linçe tabi tutulabiliyorlar- çünkü moralize ederiz- ki bu bi bakıma toplumsal narsizmin ta kendisidir...
Bunun bir çok nedeni var elbette; ama bana kalırsa, sorunsalın "ahlaki"yanı ağırlık teşkil eder. Yani toplumsal değer yargıları ve onun meşrulaştırdığı baskıdır insanda etki yapan. Örnegin öğretilerin hala,"tek tip insan" modeli vs çerçevesinde görülmesi ve bu arzunun dikte edilerek bir "kalıp" haline getirilme çabası. Ve nitekim bir norm, hatta "yasa" olarak görülmesidir. İşte tehlikeli olan da budur...
Özellikle egitim ve bilinç düzeyi düşük kesimlerin erk oldukları alanlarda ve durumlarda bu net olarak karşımıza çıkar. Sonuç olarak; insanların hem sosyal hem de psikolojik alanda sağlıksız ve kaotik bir tablo sergilemeleri kaçınılmaz duruma gelir, diye düşünüyorum.
Ancak sözünü ettiğiniz prof'un eserleriyle henüz kaşılaşmadım maalesef.
Trump'ın cinsini ben de irdeleyemedim :)
Ayırdığınız zaman ve bu güzel katkınız için çok teşekkür ederim.
Sayguılar, iyi akşamlar benden.