- 297 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ruhun Şöleni
Bioenerji; günümüzde adından sıkça bahsedilen, alternatif tıp kapsamında ele alınan bir bilim dalı haline geldi. Sanskritçe bir kelime olan çakra, ‘‘tekerlek’’ ya da ‘‘disk’’ anlamına geliyor ve vücutta bulunan enerji merkezlerini ifade ediyor. Maddi bedenimizin içinde, çakraları barındıran bir ruhsal beden olduğuna inanılıyor. İnsan bedeninde omurga boyunca uzanan yedi ana çakra bulunduğu, bunların omurga hizası boyunca, kuyruk sokumundan başlayıp başın tepe noktasına kadar sıralandığı kabul ediliyor. Bunlar; 1-Muladhara (kök çakra) 2- Swadhistana (Sakral Çakra) 3- Manipura (solar pleksus - göbek çakra ) 4- Anahata (kalp çakra) 5- Vishouddha (boğaz çakra) 6- Ajna çakra (alın çakra) 7- Sahasrara (taç çakra) Bu yedi ana çakradan her birinin, kendisine has bir ismi, rengi, etkisi ve özelliği var. Beşinci çakraya kadar olanlar yersel, beşinci çakradan sonra olanlar; özellikle altıncı çakra (üçüncü göz – Epifiz Bezi) ve sonrasında yedinci çakra yani kozmik bilgilerin geldiği çakra ise göksel olarak ifade ediliyor. Hatta; Göğe doğru yükseldikçe 8. ve 9. çakraların varlığından da bahsediliyor.
Burada ki; yersel ve göksel ifadeleri, beni bir düşün yolcuğuna çıkartarak, kısa bir süre önce okuduğum Platon’un; orijinal adı SYMPOSIUM- LYSIS (ŞÖLEN-DOSTLUK) isimli kitabından bir bölüme götürdü. Phaidros’dan sonra söz alan Pausanias, sevgi üzerine yaptığı konuşmada; Sevginin tek olmadığından bahseder. ‘’Çünkü; iki Aphrodite vardır. Biri, yani en eskisi, Göksel Aphrodite ki; ana karnından doğmuş değil, Göğün kızıdır. Daha sonra gelen bir başkası var ki, Zeus’la Dione’nin kızıdır. O’na avamdan, bütün halka ait Aphrodite diyoruz’’ der. Devamında yeryüzüne ait olan Aphrodite aşkının bedeninde bereket taşıyanların, Göksel Aprodite olan aşkın ise; canlarında bereket taşıyanlara ait olduğundan bahseder. Canlarında bereket taşıyanlardan bahsederken şöyle der; ‘’Onlar bedenden çok, daha bol verirler can ürünlerini. Nedir can ürünleri? Düşünce ve daha ne varsa. İşte; bütün yaratıcı şairler ve sanatlarına yenilik getiren işçiler, bu canı bereketli insanlardır.’’
Sonrasında; Dante’nin ölümsüz eseri ‘’İlahi Komedya’’ ile devam etti düşün yolculuğum. Dante bu eserinde, Cehennem, Araf ve Cennet’e yaptığı düşsel yolculuğu anlatır. Bu yolculukta Dante’ye Cehennem ve Araf kısmında Latin Şair Vergilius rehberlik eder. Araf’ın tepesinde Vergilius’un yerini Beatrice alır. Cennet boyunca Beatrice ile yol alır. Beatrice; Dante’nin henüz dokuz yaşındayken ilk gördüğünde aşık olduğu ve yıllar sonra bir kez daha gördükten sonra, ölüm haberini aldığı kadın. Ölüm haberiyle, Beatrice aşkı Dante için daha mistik bir hal almıştır. Onun içindir ki; oluşturduğu evren tasarımında, Meryem ve Beatrica gibi Tanrı’nın sevgili kulları, göğün en yüksek katında yer almıştır. Yani, Beatrica’yı, Hz.Meryem’in yanına, göğün en yüksek katına koyarak yüceltmişti.
İnsanlık tarihine büyük eserler bırakmış sanatçılara baktığımızda da; Dünya telaşı içinde hızla hareket ederken, bedenleşerek, ruhunu geride bırakmış insanı, bir anlık da olsa, sanatla soluklandırıp, yeniden ruhuyla buluşturarak, kendinin farkına varmasını sağlamak adına, yersel aşktan, göksel aşka yol açtığını, yani; mikrodan makroya, bir kapı araladığını görüyoruz. Bir sanat eseri karşısında yaşadığımız o tarifsiz duygunun nedeni de tam budur işte. Kök çakramızda var olan enerjiyi, kalp çakrasına, oradan da tepe çakrasına çıkartarak, bir anlık da olsa beden kafesinden kurtarıp, farklı bir boyuta geçmemizi sağlamasıdır.
Sanatla; bu kapıyı aralayarak, yol açan sanatçı da, bu yolda kaybolmuştur aslında. Zaten o orada olsaydı yol olamazdı.
Saygı, sevgi ve selamlarımla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.