- 236 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sonbahar
Sertçe açtı kamyonun kapısını. Hışımla bindi ve yine aynı sertlikle çekti kapıyı. Sesli sesli küfrederek marşa bastı. Homurdanarak çalıştı emektar kamyon.
Ama gidemedi.
Dirseklerini direksiyona dayayarak, başını önüne eğip düşüncelere daldı.
Rahmetli babasından kalan kamyonla, iyi kötü nakliyecilik yaparak ekmeğini kazanmaya çalışıyordu.
Baba yadigarıydı. Yedi kuşak kamyonculardı. Elinden başka bir iş de gelmiyordu.
Babası okumasını ve kamyoncu olmamasını ona çok öğütlemişti ama o baba mesleğini tereddütsüz seçti.
İyi halt ettim diye iç geçirdi.
Mal yüklediği baharat toptancısının garip bakışlarına aldırmadan direksiyonu kırdı. Yola girdi.
10 dakika kadar sonra çevre yoluna sapıp, Ankara yönüne doğru vurdu yola. Mal tesliminden en geç bir haftaya kadar nakliyeni öderim demişti zencefil suratlı, şişko toptancı.
Hep böyle oluyordu zaten. Kimse aynı gün ödemiyordu ücreti. Bir aydan fazla sallayanlar vardı ve bu değirmen nasıl dönecek, bu tekerler nasıl dönecek diye soran yoktu.
Taşıma irsaliyesini montunun cebinden çıkarıp, kallavi bir küfür savurarak fırlattı torpidonun üstüne doğru. Umarım bir haftayı geçirmez diye düşündü. Çünkü muşmula suratlı ev sahibi üç gün sonra kira kira diye tepesine dikilecekti.
Derin bir of çekerek bir sigara yaktı. Aynı derinlikle üst üste birkaç nefes çekti sigaradan. Ucundaki kor upuzun oluverdi.
Upuzun gibi gelen yol, akşamüstüne doğru bitti.
Baharat dükkanının sahibi ince, uzun Sadi; ağzındaki izmariti tükürüp dırlanmaya başladı.
- Nerdesin be Yusuf abi. Akşam oldu abi. Bu kadar eleman seni bekliyor. Daha bu çuvallar inecek, depoya istiflenecek ve bazıları açılıp dükkana, vitrine falan yerleştirilecek. Akşam oldu yav.
Lastik patladı, Osmaneli çıkışında kaza vardı gibi şeyler mırıldandı ama Sadi’nin karanlık kemikli suratı bunları inkar edercesine gerildi.
- Neyse Yusuf abi, gözünü seveyim uzatma. Şu kapakları hele bir aç da başlasın çocuklar indirmeye. Arkada yiyecek bir şeyler var, çay da var. Takılabilirsin orda. Haa irsaliyeyi de ver bana.
İrsaliyeyi de verdikten sonra deponun arkasındaki barakaya geçip, kendine çay doldurdu.
Sadi iyi çocuktu. Ama rahmetli babası Erol amca daha da iyiydi. Oğluna baharat zinciri dükkanlarını bırakırken; nakliyecileri, kamyoncuları üzme diye tembihlediğini duymuştu. Çok kalender bir insan, esnaf gibi esnaf bir adamdı. İnşallah bıraktığı mirasa sahip çıkar bu en az kendisi kadar uzun Sadi diye geçirdi içinden.
Yukarıdaki otobandan uzun uzun bağırarak geçen tırların ve kamyonların korkunç sesleri, müthiş bir uğultu şeklinde kulaklarını tırmalarken; çayından son yudumu da alıp, sigarasından son fırtını da çekip, ön tarafa doğru yürüdü.
Son çuvalları da indiriyordu elemanlar.
Buradan çıktıktan sonra Kazan’a gidip İstanbul’a dönüş işi bakacaktı. Belki ambarcılardan parça yük bulurdu. Ne varsa razıydı. Boş dönüp mazot yemektense.
Kamyona doğru yürürken, dükkanın vitrin camına gözü takıldı. Kendi silüetine şöyle bir baktı. 40’ına 2 yıl kala, aklaşan saçları, kırışan yüzüyle, iyiden iyiye babasına benzer olmuştu. Sadece 1,90’a yakın uzun boyu ve zayıflığı benzemiyordu babasına.
Sarılgan ve sevdiğini belli eden bir adam değildi. Küçüklüğünde bile bir kez dizine oturtup da başını okşadığını hatırlamıyordu. Ama son derece disiplinli, dürüst ve kalender bir insandı. Onun gölgesini hep hissetti. O göstermese bile ufak tefek nüanslarla sevildiğini hissederdi babası tarafından.
20’li yaşlardaydı. Bir gün mahallede Almancıların oğlu şişko Birol’la takışmıştı. Bilardolu kahvede amansız bir bilardo maçına tutuşmuşlardı ve yenilgiyi hazmedemeyen Birol, ağza alınması ayıp küfürler savurarak, bilardo istekasını ayağına doğru fırlatmıştı. Deliye dönmüştü. İstekayı yerden kaptığı gibi Birol’un kafasına indirmesi bir olmuştu. Boğuşmaları kahve dışına kadar taşmıştı ve sadece bir yumrukla yırtmıştı bu kavgadan. Ama Birol haşata dönmüştü. Gözüyle ağzı yer değiştirmişti sanki.
Eve gidip annesine göstermeden yaralarını yıkadı, temizledi. Birkaç saat sonra babası geldi ve yüzünün halini sordu. O da her şeyi anlattı çekinerek. Çok geçmeden Birol’un 2 metrelik, 150 kiloluk çam yarması babası kapıya dayanıp, kırarcasına yumruklamaya başladı kapıyı. Sonrası babasının izbandut gibi herifi, profesyonel boksçular gibi sert ve nizami yumruklarıyla yere serişini hayretle izlemişti. O an duyduğu kıvanç, şimdi bile içini ürpertti.
Bir derin of çekerek sigara paketine davrandı. Niye şimdi hatırlamıştı ki bu günleri? Hüzün dalgası yüzünü yaladı. Yüzü kayaydı çünkü, bakışları taş yığını. Buğulu ama sert gözlerle, yılgın ama disiplinli adımlarla kamyona doğru yürüdü.
* * *
Öğle namazına müteakip diyordu imam, cami hoparlöründen.
Bütün kavga bitmişti.
Eskişehir’e 5 km kala, her şey son buldu.
Annesi ve babası gülümsediler O’na bir sis tabakasının ardından. Kızı ve eşi gülümsediler. Sonra her şey bembeyaz bir örtüyle kapandı. Geride kaldı alacak-verecek davası. Bütün tankı-tüfeğiyle durmadan menzilinden dışarı çıkarttığı alnını kurşun yağmuruna tutan yaşam savaşı, O’nun zincirlerini çözdü artık. İlkokula başladığı günkü çocuktu şimdi, gülümsüyordu gökyüzüne her şeyi geride bırakarak.
Sahi her şey geride mi kalmıştı artık?
Kamyonun tekerleklerini yenileyecekti daha. Pazar günü kızını ve eşini de alıp Moda’da piknik yapacaklardı kayalıklarda. Liseye bu yıl başlayacak kızına, okuması için yeni yeni kitaplar alacaktı. Bitti mi yani bütün kavga?
Öğle namazına müteakip diyordu imam.
Sonbaharın habercisi rengarenk kuru yapraklar; mahalleden sokaklara, sokaklardan gökyüzüne serseri oynayışlarla geçiş yaparken, hışırtıları, geride bırakılan(!)ların çığlıklarına karışıyordu.
Bitmişti artık o büyük kavga.
Ali Tanyıldız
ekim-kasım 2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.