Kızıl Saçlı Minik Kız ve Ceviz Kurdu. 1
"Belki bir gün unuttuğunuz çocukluğunuzu hatırlarsınız ve bir gezintiye çıkarsınız...
Kim bilir, belki de kaybolur ve çocukluğunuzu bulursunuz! İşte o çocuk size yol gösterir
ve masallardaki o mutluluğun kapılarını aralar…
Kim bilir, belki bir gün masalların aslında gerçek olduğunu anlarsınız!”
“Zamanın kendince aktığı ama, takvim tutmadığı,
eski bir Coğrafyada; kızıl saçlı minik bir kız yaşarmış."
ı
Sertçe haykırdı Kızıl Saçlı Minik Kız’a üvey Ağabeyi:
“Annen de yok artık! Boşuna ağlama. Seni bu evde istemiyoruz..!”
Kızıl Saçlı Kızın babası, o doğmadan önce ölmüştür. Annesi on yıl sonra kızını yetiştirebilmek için, iki çocuklu dul bir adamla evlenmiştir. Adam iyi bir insandır fakat karaciğer hastalığından o da ölünce, iki çocuğu Minik Kız ve Annesine etmediğini bırakmamışlardır. Kızıl Saçlı Minik Kız, zamanla Annesini de ağır ve ateşli bir zatürree sonucu kaybetmesiyle iki üvey ağabeyi ile kalakalmıştır. Onlar da, onu hep yabancı gördüklerinden istememişlerdir.
Annesi de ölünce onu evden atarlar. Ve masal burada başlar:
Diğer üvey ağabeyi de haykırdı:
“Git dedik sana, duymadın mı?”
Minik Kız, pembe dudaklarını ağlamamak için bükerek, cevap verdi:
“Ama abi… Ben nereye giderim?”
“Defol git Annenin yanına… Bir de bana abi deme!”
En büyük ağabeyi Kızıl Saçlı Minik Kızı kolundan tuttu ve kapı dışarı etti.
Minik Kızın yapabileceği bir şey yoktu, ormana giden patika yoldan bilinçsizce ilerliyordu! Arkasını döndü: Bir zamanlar annesiyle birlikte mutlu olduğu evine son bir kez daha baktı. Ev karşısında bir dev gibi duruyor, ona: “Hadi şimdi git Minik Kız, bir daha görüşeceğiz…” Diyordu sanki! Ama kız son kez bakıyordu evine. Gözleri sulandı, yüksek tepelere düşen ilk yağmur damlası gibi, toprağa bir damla göz yaşı aktı. Hava kararıyordu, orman da iyice ıssızlaşmıştı, yürüdükçe yürüdü Kızıl Saçlı Minik Kız. Orman onun için iyice büyüyor kocaman oluyordu. Sığınacağı kimsesi de yoktu, çok acıkmış, susamıştı... Birden yürüdüğü patika yolu tanıdığını fark etti; bu Annesinin mezarına giden yoldu. Çok sevindi Minik Kız, adımlarını hızlandırdı, umuda gidiyordu. Bitişe en önde girmiş zafere giden atlet gibiydi. Uzunca yürüdükten sonra Annesinin mezarının başına geldi. Yorgunluktan bitkin düşmüştü, mezara öylece cansız çöktü. Annesini kucaklamak istedi, ama üzerinde topraklar örtülüydü. Sarıldı topraklara: “Anneciğim…” Diyerek; ağlamaya başladı... “Canım annem bak ben geldim… Kucaklasana beni, yine sıcak göğsüne yaslasam başımı..! Annem koklasam seni doya doya...” Hıçkırıklarını tutamadı Minik Kız, ağladı, ağladı... Mezarın üzerine yattı annesine sarılır gibi topraklara sarıldı. Biliyordu onu duyuyordu! “Anne, sen gidince beni üvey kardeşlerim dışarı attılar. İşe yaramıyormuşum, masraf oluyormuş bana bakmaları, bıraksalardı çalışırdım, biliyorsun Anneciğim! Ahırı temizler, süt sağardım, odun kırardım, taş taşırdım, biliyorsun Annem. O evde senin kokun vardı, her şeyi yapardım onun için...” Minik Kız bir daha ağlamaya başladı… Cılız kollarıyla Annesinin mezarını kucakladı, hıçkırık sesleri tüm ormanı sarıyordu. Küçük bedeni daha fazla dayanamadı, Annesinin yanı başında uyuya kaldı…
Güneş olanca gücüyle doğaya hizmet etmeye başlamış, sabah olmuştur. Minik Kız, yaşadıklarının bir rüya olmasını dileyerek uyanır. Ancak etrafına baktığında yeniden hüznüne boğulur, tek tesellisi Annesinin yanında olmak, ona kavuşmaktır! Birden sertçe bir rüzgar esti; ağaç yapraklarının sesi kışın geldiğini haber verir cinsteydi. Kızıl Saçlı Minik Kızın kafasına bir ceviz düşüverir. Oldukça sert ve büyüktür çok canı acır!
Minik Kız sızlanmaktayken; ceviz bir su birikintisine yuvarlanır. Hemen atılır ve yakalar, karnı çok açtır. Cevizi yavaşça kırar, tam yemek üzeredir ki; içinde küçük bir kurtçuğun sersemlemiş ve bitkin bir halde yatmakta olduğunu görür. Bu normal tırtıl kutçuklara göre oldukça büyüktür. Minik Kız durumuna üzülür ve yavaşça yerinden alır, bir taşın üzerine yatırır. “Sen dinlen Ceviz Kurdu, sonra Annenin yanına gidersin… Tamam mı? Minik Kız onunla bir süre böyle konuştuktan sonra ağaçtan düşen başka bir cevizi yemeye koyulur…
“Teşekkür ederim, Minik Kız!” Bu ses küçük kurtçuktan gelmiştir! Kızıl Saçlı Minik Kız, etrafına bakınır, bir de bakar ki: O küçük kurtçuk ayağa kalkmış konuşuyor! Eline alır ve onu daha iyi görebilmek için yüzüne yaklaştırır: Karşısında şakıyan; iki ayak üzerinde durabilen parmak şeklinde bir beden. Bedenine göre kocaman sevimli gözler, çok tatlı bir kurtçuk!
Minik Kız şaşkındır:
“Ama sen konuşuyorsun?!”
“Evet, ama kimseye söyleme. Sadece seninle konuşacağım. Benimle arkadaş olur musun?”
“Tabi… Tabi… Benim hiç arkadaşım yok. Çok sevinirim…”
Kurtçuk, bir yandan Minik Kızla konuşurken bir yandan da silahlarını kuşanır… Bedenine göre oldukça kalın kemerine, askılı bir kılıç, arkasına da yay ve okları, en son olarak da kafasına, ince ceviz yapraklarından yaptığı bir bere takar.
Kızıl Saçlı Minik Kız:
“Aaa! Neden takıyorsun o silahları?”
“Kendimi korumam gerekli?”
“Kimden?”
“İnsanlardan, hayvanlardan, böceklerden…”
“Anladım… Çok farklı oldun böyle Küçük Kurtçuğum!”
“Teşekkür ederim Minik Kız. Sen de çok tatlı, çok güzelsin!”
“Sağ ol kurtçuğum. Bana kimse böyle güzel sözler söylememişti… Hatta kızıl saçlı olduğum için alay ederler benimle.”
“Hayır tam tersine; çok parlak, göz alıcı, uzun saçların var. Onlar kıskançlığından söylemişlerdir!” “Teşekkür ederim Kurtçuk!”
“Biliyor musun Minik Kız, dün, gece boyunca ceviz ağacının üzerinden seni dinledim!”
“Olan biten bu işte Kutçuğum, ne yapabilirim ki?”
“Sana yardım edeceğim, çünkü sen bana ettin! Diğer insanlar beni o halde yakalasalardı, benden tiksinir, başımı bir taşla ezerlerdi ama sen bunun yerine beni kurtardın.”
“Bence kim olsa yapardı… Hem bana nasıl yardım edebilirsin ki Kurtçuk? En büyük yardımı yaptın zaten, arkadaşım oldun!”
“Sen de benim arkadaşım oldun. Benim de hiç arkadaşım yok. Biraz uzak ama çok güzel bir kasaba biliyorum, insanları da çok iyi orayı seveceksin.”
“Peki olur Kurtçuğum… Gideceğim bir yer yok zaten, hem seninle olmak mutlu eder beni. Hiç ayrılmayalım olur mu?”
“Tamam ben de senden ayrılmak istemiyorum, Minik Kız!”
Yola koyulmuşlardır bile… Hoplaya, zıplaya… Konuşa, konuşa… Ve ormandan çıkarlar. At arabalarının geçtiği yola varırlar, yolları uzundur. Kurtçuk, Minik Kıza, arabalardan birine binmeleri gerektiğini söyler. Minik Kız kime el kaldırdıysa durmaz, vazgeçmek üzereyken sonunda bir tanesini durdurmayı başarır fakat Minik Kızı almak istemez; ailesinin yanına dönmesini tembihler, Minik Kız olanları anlatamayınca o da gider. Az ileride; at arabalı birinin durmuş nehir kenarında dinlendiğini fark ederler. Kızıl Saçlı Minik Kız bu adama yaklaşarak durumu anlatır. Adam çok hain bakışlı, kötü yürekli biridir, üzeri o kadar pistir ki; sinekler etrafında çember yapmıştır. Fakat kızın pek de bir şansı yoktur. Adam Minik Kızı iyice süzdükten sonra, “Bu kız iyi para eder, zengin birilerine satarım…” Diye düşünerek, Kızıl Saçlı Minik Kıza: “Haydi atla gidelim.” Der.
Adam Kızıla çalan genç atına okkalı kırbaçlar atarken bir yandan da şarkılar söyler, kızın edebileceği paraları düşünmektedir. Neşesine diyecek yoktur.
Bu esnada Kurtçuk, Minik Kıza:
“Bu adamdan hiç hoşlanmadım!”
“Sus..! Duyacak şimdi… Hem ne olacak ki bizi köye bıraksın yeter.“
Kızıl Saçlı Minik Kız çok iyi yürekliydi, başına gelebilecekler konusunda en ufak bir fikri bile yoktu ve çok savunmasızdı. Onun tek yardımcısı zekası ve arkadaşı Kurtçuktu.
Uzunca bir zaman sonunda büyük bir köye gelirler… At arabalı adam, arabasını bir kahvehanenin önüne çekmiştir ancak burası Kurtçuğun bahsettiği kasaba değildir!
Adam, Kızıl Saçlı Minik Kıza dönerek:
”Sen burada biraz bekle, ben hemen dönerim.” Der.
Minik Kız, adamın sinsi tavırlarından şüphelenmiştir. Küçük Kurtçuğu fark ettirmeden adamın cebine koyar; ondan olanı biteni öğrenmesini ister.
Adam, kahvehanenin meşe ağacından yapılmış, ağır kapısını gıcırtıyla aralayarak, “Kola nerede?” Diye sorar. Bu kişi, her türlü pis işten anlayan biridir. Kahve sahibi Kolayı gösterir, kahvehanenin en ücra köşesinde, kendi dünyasıyla meşguldür, çok dalgındır. Adam tepesine dikilerek selam verir, Kola kafasını kaldırır: “Ooo..! Keşer ne arıyorsun buralarda?”
“Sana işim düştü!”
“Başka türlü buralardan geçmezsin zaten... Hele söyle bakalım.”
“Şu kızı görüyor musun?”
Camın ardından Minik Kız net bir şekilde görülebilmektedir.
“Evet, çok tatlı bir kız, senin olmadığı kesin.”