- 345 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
BAĞIMSIZLIĞIN ÜÇ FİDANI
Ne kadar uzak, ne kadar yakın şimdi 1972 Hıdırellez’i...Hızır’la İlyas, bir başka buluşmuşlardı 49 yıl önce, ağarmaya dönmeyen bir şafağın semasında...Efsaneler utanmıştı.Dallarda çaputlar utanmıştı. Üzerinden atlanamaz ateşler sarmıştı her yanı...Dilekler utanmıştı.
49 yıl önce 6 Mayıs şafağında, ayağını toprağa basmış özlem, üç delikanlı donunda yeryüzüne inmiş umut, dara çekilmişti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan öldürülmüştü. Hızır susmuştu. İlyas küsmüştü.
Ne kadar uzak, ne kadar yakın şimdi... Uzak:Gerçek dünyanın, gerçek sınıflar arasındaki kavgasını unutanlar için. Yakın: 6 Mayıs’ta bir hapisane avlusunda kanat çırpan güvercine aktarılan soluğun, sehpayı yalnızca bir yükselti olarak görenlerin ’’bağımsızlık, özgürlük, ülke haykırışı sırasında boşaltıldığını unutmayanlar için.
Sözdür uçar. Ne çok insanın ezberindedir. , kalan üç metin. Ne çok insanın o satırlara bir daha bakması zamanıdır. Düpedüz vasiyet bırakmışlardır, ölümle kucaklaşmadan hemen önce yakınlarına yazdıkları mektuplarla. Anacaklara, sahipleneceklere vasiyet. izledikleri kitle çizgisiyle emperyalizme karşı kararlı duruşlarıyla geçen yaşamlarını özetler üç mektuptur bunlar.
Bebeklere isim oldular;ayna kenarlarına takıldı fotoğrafları; dilden dile gezdi öyküleri, Bunlar, unutulmadıkları anlamına gelmiyor ama! Elden düşürmedikleri bayrağın, çok yıldızlı düşman bayrağına eyalet olarak eklenmesine itiraz etmeyenler unutmuştur onları.
Evet ne kadar uzak, ne kadar yakın şimdi...Tamda şimdi...
Uzağı yakın etme zamanıdır. Gidenden kalanı anımsama zamanıdır. Gelin, okuyalım birazdan toprağa karışacağını umursamayan son ana kadar gökyüzünü anaforlandırmak üzere kalkan yumrukların imzasını taşıyan satırları...
İşte Deniz Gezmiş’in son mektubu.
’’Baba
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin desem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanızı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiç bir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de tereddüte düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma.
’’Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak ta bir yerde insanlığa hizmettir..
’’Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, abimi, kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.
’’Oğlun Deniz Gezmiş’’...
İşte, Hüseyin İnan’ın son mektubu:
’’Babama, anneme, kardeşlerime ve akrabalarıma,
’’Söyleyecek fazla söz bulamıyorum
’’Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acılarınızı tahmin ediyorum. İlerde durumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar sevgiler!...Yazılacak çok şey var. Fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil...
-Candan selamlar
’’Hüseyin İnan’’...
İşte Yusuf Aslan’ın son mektubu:
’’Bütün akrabalara,
’’Bu mektubu okuduğunuz zaman artık aranızda olmayacağım. Mektubumu Senato’nun idamlarımızı tasdik ettiğini öğrendiğim anda yazıyorum. Şundan emin olmalısınız ki, bu güne kadar davama olan inancım sarsılmamıştır. Sehpaya gidene kadar da en ufak bir sarsılma olmayacaktır. Ben halkımın kurtuluşu, Türkiye’nin tam bağımsızlığı için savaştım. Sizler beni tanıyorsunuz.
’’Bir yıldan beri bir avuç sömürücüler, vatan satıcıları, işbirlikçiler elindeki bütün insanlarla bizi dışarıdan yardım gören, beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışarıdan emir alan bölücü diye tanıtmaya ve halkımızdan bizi koparmaya çalıştılar.
Bir avuç azınlığa göre vatanseverlik:vatan satmak, yabancılarla işbirliği yapmak, Nato’yu ve Amerika’yı savunmak, 6. filoyu ağırlamak, milyonlarca köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak, işçinin grev hakkını engellemek, Amerika ve emperyalizme hizmet etmektir. Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için biz vatan haini, onlar yurtsever oldular. Bizi bu mücadeleden dolayı, güya adil mahkemelerinde yargılayan ve yine adil kurumlar eli ile asacak olanlar bilmelidirler ki, biz halkımızın kurtuluşu ve Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi uğruna şerefimizle bir defa öleceğiz. Bizi asanlar şerefsizlikleri ile her gün ölecekler..
’’Son sözüm; yaşasın işçiler, köylüler! Yaşasın devrimciler! Yaşasın halkımızın kurtuluşu ve bağımsızlığı için savaşanlar! Yaşasın tam demokratik Türkiye’nin kurulmasından yana olanlar! Kahrolsun emperyalizm! Kahrolsun faşist koalisyon!
’’Yusuf Aslan’’...
İşçilerin, köylülerin bağımsız vatanı için emperyalizmi kahretmek! Deniz Gezmiş, 1969 Şubatı nda avukatına ceza evinden yazdığı bir mektupta, tek sıkıntısı olduğunu söylüyordu:
6 Filo Türkiye’ye gelmişken dışarıda olamamak!
49 yıl geçmiş,’’dar ağacında üç fidan’ın köklerine su yürümüş. Kurutulamamış bağımsızlık aşkı, sürgün vermiş durmuş. Gaflete, delalete, hıyanete dönüp bakmadan, almış eline ülkesinin bayrağını, varmış üstüne Amerikan askerinin Denizler.
Emperyalist saldırgana ’’dur’’ diyen bağımsızlık sevdalıları, ne zaman saysanız, üç fazla çıkıyorlar.
6 Mayıs 1972...Ne kadar yakın, ne kadar uzak şimdi...